Gülşen’in bir sahne programında, “İmam” lakaplı bir ekip arkadaşını kastederek, “sapık, zaten İmam Hatip mezunu. Sapıklık herhalde oradan” dediği videonun dolaşıma sokulması, sonra da mahkemenin bunu halkı kin ve düşmanlığa teşvik suçlaması içinde değerlendirerek, tutuklu yargılanmasına hükmetmesi ile ilgili söylenmeyen bir şey kaldı mı? Sanmam. O zaman ben bir çerçeve çizeyim. Gülşen olayı Türkiye ile ilgili yanlış her şeyi önümüze seriyor:
1. Olay bir operasyon dahilinde oldu. Gülşen kadın hakları, LGBTİ hakları konusunda öne çıkan, özgürlükçü söyleme sahip çıkan duruşuyla biraz sembol biraz da hedef haline geldi. İktidar, aşağı yukarı 2015 yılından beri Türkiye’yi operasyonlarla yönetmeyi norm haline getirmiş durumda. Sürekli acayip, olağan dışı, yok artık dedirtecek şeyler oluyor/yapılıyor ve iktidar buralardan iktidar devşiriyor. Gülşen olayı da öyle oldu. Nisan ayında olmuş olayın videosu Akit çevresine yakın trollerce sosyal medyada gündem yapıldı ve Gülşen tutuklansın diye kampanya başlatıldı.
2. Türkiye’de ifade özgürlüğünü anlamak ve tanımlamak ile ilgili ciddi sıkıntılarımız var. Her laftan, sözden, espriden, sert eleştiriden alınan gücenen oluyor ve bu iş yargıya taşınıyor. Yargı hakaret meselesini değerlendirirken, ifade özgürlüğü penceresinden bakmalı, buluttan nem kapan penceresinden değil. Toplumda var olan bireyler olarak herkes sürekli bizim istediğimiz şeyleri söylemek, bizim saygı duyduğumuz değerlere saygı duymak zorunda değil. Her şeyden incinerek de demokrasi falan tesis edemeyiz. Demokrasi biraz da çuvaldızı kendi batırma, kendi kutsallarını yeri geldiğinde sorgulama ve başkasının fikrine, çıkışına tahammül etme rejimidir. Efendim espri yapmış da inançlı insanlar alınmış, kötü söz söylemiş de laikler üzülmüş diye değerlendirme olmaz, olmamalı. Buradan demokrasi çıkmaz ancak “vur abalıya” kasaba kültürü çıkar.
3. Türkiye’de ciddi bir yargı sorunu var. Bu zaten herkesin malumu. Gülşen olayında ise meselenin hakikaten cılkı çıktı. Troller yazıyor, Gülşen tutuklanıyor. Artık yargıya verilen talimatlar gizlenmiyor bile. 2018’de mezun olmuş bir savcı, yalancıktan Osmaniye’de kısa bir görev yapıp, İstanbul Çağlayan’a atanıyor ve basın ve ifade özgürlüğü ile ilgili dosya hazırlıyor. Hakimlere baksan ha keza öyle. 20 küsur yaşında bir insan, hangi dünya görgüsü ve bilgisi, hangi altyapısı ile insanların hayatlarını etkileyecek dosyalar hazırlayacak, hükümler verecek. Bir kere bu yeni mezun kişilerin mesleki alt yapıları olmadığı gibi, baskılara yeri geldiğinde kafa tutacak bir kariyerleri, birikimleri de yok. Savcılık ve hakimlik ciddi bir iştir ve bu ciddiyetin teslim edilmesi gerekir. Yargı bağımsızlığının olmadığı bir ülkede ise zaten başka her şeyi konuşmak abes kalıyor
4. Muhalefet toplumun çok gerisinde. Gülşen’in garabet tutuklanma kararına, muhalefetten önce, amalı fakatlı gak cuk tepkileri geldi. Ne zaman ki millet, futbol tribünlerinde Gülşen şarkıları söylemeye, sosyal medyada isyan etmeye başladı, muhalefet o vakit bir zahmet eleştirinin tonunu yükseltti. Evet anlıyorum, AKP, muhalefeti, din, inanç konularında tabiri caizse gaza getirip, ‘bak kardeşim bunlar dinsiz, Allah için İslam için bize oy verin, bunlar gelirse yine Camii yıkacaklar,” diyebilmek, işi yine bu dikotomiye oturtmak istiyor. Sonra da Fatih Tezcan falan meczubunu örnek gösterip, bak Atatürk’e hakaret eden de cezaevinde kartını kullanmayı hedefliyor. Bunu biliyoruz. Ancak muhalefet tüm bunları bertaraf edecek, bu kısır tartışmanın üstüne çıkabilecek, özgürlükçü bir söylem ve siyaset geliştiremiyor. Dönüp dönüp aynı uzağa düşüyor. Yine muhalafeti, eli kalem tutanlar, düşünen konuşan yazanlar itelemeye çalışıyor. Artık muhalefetin bu mıymıy halini bırakıp silkelenmesi gerekli.
Türkiye’nin sorunları sadece bunlar değil elbette, ama Gülşen olayı bize bunları işaret ediyor. Bu liste elbette daha uzar, listeyi gönlünüzce sizler de uzatabilirsiniz.