Avrupa Birliği ile vize sorunu son iki yıldır adım adım can yakıcı düzeylere ulaştı. Artık beş başvurudan biri ret yanıtı alıyor, ancak eldeki istatistikler vize başvurularının ne kadar arttığı konusunda bilgi vermediği için, bu gelişmelerin arasındaki ilişkiyi görmek zor. Ne var ki, AB ülkelerinin büyük bir kısmını kapsayan Schengen anlaşmasının çerçevesindeki ülkelere artık yolculuk yapmak çok zor, hatta bu bir “tarife dışı engel” haline getirilmiş bulunuyor.
Öğrencilik yıllarımın ilk dönemleri çok mutlu geçti; lacivert pasaportumla Fransa’dan İsviçre ve Almanya’ya günübirlik yolculuklar yapabiliyor, Türkiye’ye dönüşte ve çıkışta ciddi bir sorun yaşamıyordum. Bu “mutluluk” 1978 yılına dek sürdü. O yılın sonu itibarıyla, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına (adı o zamanlar AET Olan) AB ülkeleri vize mecburiyeti getirdi. Bu mecburiyet, sayıları o zaman dokuz olan AB ülkeleri tarafından 1979 yılının ikinci yarısından itibaren yürürlüğe kondu. İşin ilginç ve çoğunlukla anlatılmayan tarafı, bu vize mecburiyetinin AB tarafından değil, zamanın Türk hükümeti tarafından istenmiş olmasıydı.
Vize zorunluğunu Türkiye istemişti
Dönemin hükümeti 12 Eylül öncesi, bir türlü durdurulamayan terör ortamında Avrupa ülkelerine giriş çıkışları kontrol edebilmek için çareyi vize mecburiyeti istemekte bulmuştu. O dönemlerde, Türk Silahlı Kuvvetleriyle ile hükümet arasında ciddi bir işbirliği olduğunu ve Türkiye’deki terörün durdurulması için eşgüdümlü çalışıldığını söylemek çok zor. 12 Eylül 1980 darbesi ve sonrası, dönemin Türkiye’sinin, seçilmiş hükümetler tarafından nasıl “yönetilemez” hale getirildiğini bütün açıklığıyla gösterdi.
Kamuoyunda genelde yanlış bilgi olarak dolaşan “12 Eylül sonrası vize kondu” yaklaşımının gerçek yüzü böyle.
Vize mecburiyeti ilk konduğunda, Avrupa ülkeleri de nasıl ve neden bir vize sistemi oluşturduklarını pek bilemediklerinden sorunlar yaşandı. Vize ücreti talep edilmiyor, ancak bir AB ülkesinde resmi olarak yaşıyor ve çalışıyorsanız ülkeden çıkmak için bir vize, diğerine girmek için de başka bir vize almanız gerekiyordu. Böylelikle Fransa’nın sınır şehri Strasbourg’da öğrenciyken Almanya’nın sınırdaki Kehl kasabasına belediye otobüsü ile geçebilmek için, Fransa’dan çıkış vizesi, Federal Almanya’dan da giriş vizesi almak zorunda kalıyordum.
Ve Schengen Vizesi kabusu
Strasbourg’dan Kehl kasabasına gidememek, oradaki Türk bakkalın sattığı sucuk ve beyaz peynirden mahrum yaşamanın ötesinde bir etki yapmadığı için benim açımdan çok acıklı görünmeyebilir.
Ne var ki, zamanla bu vize sistemi daha kurumsal, daha köklü bir hal almaya başladı. Burada ayrıntılarına girmeyeyim ancak Schengen Anlaşması, AB içinde iç sınırların kaldırılması, kişi ve mal kontrolü yapılmamasını hazırlayan bir “pilot” anlaşmaydı. Zamanla AB kurucu anlaşmaları arasına yedirildi ve ortak bir “vize politikasının” temeli oldu. Bugün bütün AB ülkeleri Schengen bölgesine ve vize sistemine dahil değil. Özellikle dış sınırlarda kontrol açısından bütün üye ülkeler aynı standartları uygulamada sorun yaşayabiliyorlar. Ne var ki, tüm üye ülkelerin zaman içinde bu sisteme uyum sağlamaları hedefleniyor.
Bu kurumsal gelişmeler sonucu Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının yaşamına “Schengen Vizesi” adlı bir kâbus girdi. Önceleri üye ülke konsolosluklarından bedava verilen bu vize, zamanla ücretli hale geldi. Daha sonra, özellikle de 1996 yılında tamamlanan Gümrük Birliği ile karşılıklı yolculuklar ve ticaret hızla arttıkça, konsolosluklar bu artan vize isteklerini karşılamakta zorlanmaya başladılar.
Vize ticareti başlıyor
Bu aşamada “aracı kurumlar” oluşturuldu. Vize hizmetleri için diplomatik misyonların yer ve eleman sıkıntısını hafifletecek bir çözüm olarak getirilen bu kurumlar, haliyle ayrı bir masraf talep etmeye başladılar.
Bugün itibarıyla Schengen vizesi almak isteyen bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı, sabah çok erken kalkıp bu aracı kurumlardan birinin kapısı önünde kuyruğa girmek ve istenen belgeleri eksiksiz olarak sunmak zorunda. Bu belgelerin sunulması ardından Konsolosluk yetkilileri vize verilmesine ya da reddedilmesine karar veriyorlar. Vize yoğunluğu itibarıyla bu çok uzun bir süre de alabiliyor. Bu nedenle yolculuk planları yapıp bilet almak ve yer ayırtmak için öncesinde vize almanın daha emin olduğu görüşü hâkim. Ne var ki zaten bu tür rezervasyonlar yapılması vize başvurusu için gerekli, dolayısıyla giderek vize başvuruları şansa kalmaya başlıyor.
Reddedilmeniz durumunda itiraz hakkınız var, sanıyorum 12 hafta (yani 3 ay) içinde de size olumlu ya da olumsuz bir geri dönüş yapılıyor. Ezcümle, işiniz Tanrıya havale ediliyor. Eğer iş insanı iseniz zaten bu kadar sürede her türlü fırsatı kaçırmış olursunuz.
2016 anlaşma işe yaramadı
Son dönemlerde artık vize konusu “can yakmaya” ve Türkiye ile AB arasında, zaten çok kötü durumda olan ilişkileri iyice hasmane hale getirmeye başladı. Oysa 2016 yılında Türkiyr üzerinden AB ülkelerine akın eden Suriyeli mültecilerin zorladığı bir anlaşma ile, Türkiye topraklarındaki sığınmacı nüfusun AB topraklarına geçmemesini üstlensi. Karşılığında da vize mecburiyetinin kaldırılmasını içeren bir dizi destek mekanizması işletilecekti.
Bunların kısmen mali yardım dışındaki unsurları zaten çalıştırılmadı. Ayrıca Türkiye’deki hukuk dışı uygulamalar nedeniyle ne üyelik müzakereleri ne de Gümrük Birliği düzenlemelerinde hiçbir adım atılmayacağı AB tarafından karara bağlandı. Bunlar da yetmezmiş gibi, AB ülkelerine (özellikle Yunanistan’a) misilleme yapmak için 100 bini aşkın sığınmacı, sınırların açık olduğu ilan edildiğinden Yunanistan sınırına gönderildi. Büyük bir insani felaket yaşandı, Yunanlı sınır muhafızlarının sert engellemesiyle insanlar öldürüldü. Bir anlamdan Göçmen Anlaşmasını da misilleme yaparak biz de ihlal ettik.
Siyasi silah olarak vize
Bütün bunlar yaşandıktan sonra, iki tarafın da birbirine olan güvenleri tamamen yok olmuş durumdayken “Türkiye, vize muafiyeti için gerekli yetmiş iki kuralın altmış altmış altısını yerine getiriyor” gibi hesaplara ve açıklamalara girmenin beyhudeliği ortadadır.
AB, en geç 2005 Ekim ayında Tam Üyelik müzakereleri açıldığında, iyi niyet göstergesi olarak bu vize muafiyetini vermeliydi. Bütün aday ülkelere yapılan bu jest, Türkiye’den esirgendi. O dönemde Türkiye, var olan yetmiş iki koşulun en az yetmiş beşini yerine getirir haldeydi. AB için bu jestin hiçbir bedeli olmayacaktı. Vizeniz olsa da olmasa da egemen bir ülke, kendi sınır kapısına gelen kişileri topraklarına kabul etmemek hakkına sahiptir. Buna rağmen bu muafiyet verilmedi.
Bu vize isteminin ortaklık müktesebatını oluşturan anlaşmalar çerçevesinde, hukuken uygulanamaz olduğu çeşitli düzeyde mahkemeler tarafından da karar altına alındı. Sonuç hep olumsuz oldu.
Kısa vadede çözüm görünmüyor
Bu kadar yetişmiş insanın kapağı AB ülkelerine atmak istediği bir ortamda, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın oy hakkına sahip olduğu, Fransa’nın her aşamada Türkiye’yi ifşa etmeye ve AB dışında görmek istediği koşullarda, Federal Almanya’daki Türkiye kökenli diasporanın genişleme perspektifinin Alman yetkilileri karanlık düşüncelere sevk ettiği dönemde, Schengen vizesi için daha çok uzun süre ıstırap çekeceğimiz acıklı fakat gerçekçi bir senaryo olarak önümüzde duruyor.
Türkiye’nin, önümüzdeki seçim döneminde bir iktidar değişikliği olsa dahi, AB nezdinde kaybettiği zemini telafi etmesi hiç ama hiç kolay ve çabuk olmayacaktır. Bu gerçekle yüzleşmekte yarar var, bir diğer yandan AB’nin de dünyayı pençesine alan içe kapanma ve aşırı sağ düşüncelere maruz kalma eğiliminden derinden etkilendiğini unutmamak gerekiyor.