Bir ülke düşünün. 30 yıldan fazla süre bir diktatör tarafından yönetiliyor. Öyle bir diktatör ki, ülkenin ekonomisinin yarıdan fazlasına sahip olmuş, bununla yetinmeyip, halkın kendisine tam itaatini de bekliyor. Bırakın kamu binalarını, her evin duvarına kendi fotoğrafının asılmasını emrediyor.
Yönetime itiraz edenler yargısız infaz edilerek hapishanelere kapatılıyor ve işkence görüyorlar.
Yıl 1960, ülke Dominik Cumhuriyeti.
Her yerde ajanların gezdiği, insanların izlendiği bir dönemde 3 kız kardeş, Patria, Minerva ve Maria Teresa, biz onları Mirabal Kardeşler olarak tanıyoruz, aslında rahat bir yaşantı sürerken, ükelerinin yazgısını değiştirmek için rahatlarını bozuyorlar ve özgürlük mücadelesinde önder oluyorlar.
Patria Mirabal, kardeşlerin en büyüğü, diktatörün fotoğrafını evine asmayı kabul etmeyerek şöyle söylüyor: “Çocuklarımızın bu yozlaşmış ve zalim rejimde büyümesine izin veremeyiz. Buna karşı savaşmalıyız ve gerekirse her şeyden, hatta hayatımdan vazgeçmeye hazırım.”
Mirabal kardeşler 25 Kasım’a ilham oldu
Mirabal Kardeşler, hayatlarını hiçe sayarak çıktıkları yolda, Diktatör Rafael Trujillo’yu devirmek için kod adı “Kelebekler” olan 14 Haziran Politik Hareketini kurdular ve diktatörün hedefi oldular. Minerva, Fidel Castro’yu örnek göstererek, “Eğer onlar Küba’da başarabildiyse, biz neden burada benzer bir hareketi yaratamayalım?” demişti.
Mirabal Kardeşler, 25 Kasım 1960’da, Patria ve Minerva’nın hapisteki eşlerini ziyaretten dönerken, katledildiler. Şiddetin her türünü yaşadıktan sonra, araçlarının içinde, bir uçurumdan aşağı atıldılar.
Bu 3 cesur kadın, kelebek ömrü kadar kısa hayatlarıyla, önce ülkelerinde sonra da dünyada kelebek etkisi yarattılar. Ölümleri, Dominik halkını harekete geçirdi ve 6 ay sonra Diktatörün iktidardan düşüşünde rol oynadı. Dominik halkı “Artık yeter, bu adam şimdi de kadınları öldürüyor” demişti.
Ülkelerinde ulusal kahramanlar olarak anılan Mirabal Kardeşlerin uğradığı politik şiddet, aile içi şiddetle mücadele için örnek oluşturdu ve Birleşmiş Milletler 1999’da, 25 Kasım’ı, “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” olarak ilan etti. Her 25 Kasım’da onları da anarak, yoğunluğu günden güne artan kadına karşı şiddetle mücadele için bir kez daha seslerimizi yükseltiyoruz.
Minou Mirabal anlatıyor
Katledildiklerinde 36 yaşında olan Patria bir sanatçıydı, 33 yaşındaki Minerva avukat, 25 yaşında olan Maria Teresa ise mühendislik eğitimi almıştı. Uçan Süpürge Vakfı, EŞİK Platformu ve eşlik eden sivil toplum kuruluşlarının katkılarıyla 19 Kasım’da Ankara’da görüşme şansını yakaladığım Minou Mirabal, çok başarılı bir derece ile hukuk fakültesini bitirdiği halde Diktatörün talimatıyla avukatlık lisansını alamamış olan Minerva’nın kızı. Annesi öldürüldüğünde 4 yaşındaymış. 7 yaşındayken de babası Cunta tarafından katledilmiş ve hayatta kalan tek teyzesi Dede Mirabal tarafından büyütülmüş.
Minou adı ile de tanınan Minerva Josefina Tavarez Mirabal, filolog, profesör ve siyasetçi. Ülkesinin ilk kadın parti lideri, ilk kadın Başkan adayı, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde, ayrımcılığı ortadan kaldırma ve toplumsal cinsiyet eşitliği için verdiği mücadeleyle, insan hakları savunucusu olmasıyla, adalet ve demokrasiye olan bağlılığıyla tanınmakta. Minou, annesi ve teyzelerinin demokrasi mücadelesi mirasını devralmış çok özel bir kadın.
Anne ve teyzelerine yazdığı mektuplarla duygularını anlatmış çok iyi de bir yazar. Mektuplar Minou için çok önemli çünkü yıllarca başkalarının anlattıklarıyla gözünde canlandırdığı anne ve babasınının hapishanedeyken birbirlerine yazdıkları mektupları okuduktan sonra onları daha iyi tanıdığını söylüyor. O mektupları bir kitap haline getirip yayınlamış. Uzun yıllar kişisel olduğunu düşünerek yayınlamakta tereddüt etse de aynı yolda yürüyenlere bir pusula yaratma görevi olarak kabul etmiş bunu.
Demokrasiyi büyütmek ihtiyacı
Minou, bu mektuplardan aldığı ilhamla, siyasete girişini şöyle anlatıyor: “Ve ikinizle birlikte, ikiniz sayesinde, siyasi yolculuğuma başladım. Ancak kolay olmadı, çünkü akıntıya karşı yüzmek gibi kötü bir alışkanlığım var.” Gittikçe artan hilekarlık, cehalet, kişisel çıkarlar, engeller, yoksulluk, savunmasızlık, adaletsizlikle mücadele etmek ve anne-babası ile onlarla aynı kaderi yaşayanların kanlarıyla beslediği demokrasiyi büyütmek ihtiyacı Minou’nun siyasete giriş nedeni olmuş.
Her ne kadar Mirabal Kardeşlerin hikayesi ülkelerinin kaderini değiştirmiş olsa da; Minou, yaşasalardı varlıkları ile de bunu başarabilirlerdi, başka bir hayatları olmasını, yaşamalarını ve istediklerini yapabilmelerini isterdim, diyor. Yaşasaydı annesinin ülkenin ilk kadın başkanı olabileceğine inanıyor. Kendisinin de denediği ve seçilemediği başkanlık iddiasının hala sürdüğünü şu sözlerle anlatıyor:
“Ülkemin ilk kadın başkanı olmayı istiyorum. Ama benim istemem yeterli değil, ülkemin de istemesi gerekiyor.”
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği endekslerinde Dominik Cumhuriyeti, Türkiye’den daha üst sırada yer alsa da, kadınların güçlendirilmesi için almaları gereken uzun bir yol olduğunu belirtiyor. Peki nasıl başaracağız sorusuna “eşit eğitim hakkı, katılımcılık ve özellikle politikada yer almak” cevabını veriyor.
Kadına şiddet varsa demokrasiden sözedilemez
Bir konuşmasında: “Bu kadar çok kadın sırf kadın oldukları için öldürülmeye devam ettikçe huzur içinde yatamazlar.” diyerek anne ve teyzelerinin bıraktığı yerden mirası devralan, şiddetin annesiz bıraktığı Minou, devletin tüm vatandaşlarının yaşamından sorumlu olduğunu düşünüyor. Minou’ya göre, ev içi özel alandır anlayışıyla gizli kalan aile içi şiddetin önlenmesi devletin görevidir ve her 24 saatte onlarca kadının öldürüldüğü bir ülkede demokrasiden söz edilemez. Aynen bizde olduğu gibi Dominik Cumhuriyeti’nde de kanunlar varmış ama olanlar yetersiz ve uygulanmıyormuş.
Sorunlarımızın çözümü için politikada olmak gerekliliğinin altını çizen Minou’ya, politikaya eşit katılımın önündeki engelleri nasıl aşacağımızı sordum. Dominik Cumhuriyeti’nde parlamenter temsil yüzde 24,3 iken, Türkiye’de bu oranın yüzde 17.4 olduğunu da hatırlatarak.
Minou, politikanın sadece kadınlar değil erkekler için de zor bir alan olduğunu ve aslında hiç bir şeyin kolay olmadığını, önemli olanın istemek ve doğru yolu belirlemek olduğunu, söyledi. Korkmamak, tutkuyla sarılmak, hedefe doğru ilerlemek ve umut etmek bir gün isteklerin gerçekleşmesi için gerekli ve yeterli diye düşünüyor. İyimser bakış açısını verdiği her cevapta görmek mümkün, belki de çocukluğunda yaşadığı travmaya rağmen bugün dimdik bir kadın olmasını bu iyimser yapısına borçlu.
İklim Krizi bir sistem sorunu ve neoliberalizmin sonucu
İklim krizinin bütün dünyayı etkilemeye başladığını, bunun bir sistem sorunu ve neoliberal politikaların sonucu olduğunu düşünüyor. Bir ada ülkesi olarak yaklaşan tehlikelerin farkındalar ancak alınan kararlarda enerji lobilerinin etkili olması nedeniyle yapabileceklerinin kısıtlı olduğunun da bilincinde. Özellikle nükleere karşı olduğunun altını çiziyor.
“Başka kaynaklarımızı geliştirmek varken, nükleeri seçmek saçma, gereksiz ve tehlikeli,” diye düşünüyor.
“Medeniyetin insanlığın sonunu getirmek yerine gezegeni kurtarmak için hizmet etmesi gerekir” dediğinde, belki de sohbetimiz içerisinde iyimser olmadığı tek konunun bu olduğunu farkediyorum.
Umut gençlerde
Minou Mirabal son sözünü gençlik ve umut üzerinden söylüyor: “Gençler elbette bizden farklılar, ama çok güçlü ve katılımcılar, o nedenle de gelecekte, bugün konuştuğumuz bir çok sorunun çözümü için umut var.”
Her 25 Kasım gününde, Dominik Cumhuriyeti’nin tarihi değiştiren kelebekler kadar güzel ve güçlü bu üç kadını ve onların mirasını başarıyla taşıyan Mirabal Kardeşlerin kızı Minou’yu hatırlayalım. Hatırlamakla kalmayıp, şiddetle mücadelede dayanışmamızı büyütelim ki bu yolda mücadele veren bütün kadınlar huzur içinde uyusunlar.