Editörüm Murat Yetkin’in 6 siyasi partinin bir masa etrafında toplanarak birlikte başka bir Türkiye hayali ile yola çıkmasının iyi bir şey olduğu görüşüne katılıyor olmakla birlikte hayal edilen Türkiye’nin daha iyi olup olmadığına ilişkin soru işaretlerim var. Altılı Masanın 28 Kasım’da sunduğu anayasa değişikliği önerisindeki bazı önemli konulardaki risklere dikkat çekmeyi bir görev biliyorum.
Öneri ideal bir anayasa metnine ulaşmayı hedeflemiyor, onun yerine “elimizde olsaydı devletin kurumlarına parlamento vasıtasıyla nasıl hâkim olmak isterdik” anlamında değerlendirilebilecek bir paket. Altılı Masanın seçimlerde anayasayı değiştirecek çoğunluğa erişeceği beklenmediğine göre sorulmayı hak eden birkaç soru akla geliyor: Bu öneri bu aşamada neyi gerçekleştirmek için hazırlanmıştır? Öneriyi getirenlerin gerekçesi nedir? Öneri muhalefete veya halka bu aşamada ne yarar getirecektir?
Cumhurbaşkanının yetkileri, yürütme yetkisini hükümetle paylaştığı duruma göre oldukça geri çekilerek sembolik seviyeye getirilmiş. Halkın seçtiği siyasi parti liderinin başbakan olarak hükümeti kurması, hükümetin basit çoğunlukla güvenoyu alması, salt çoğunluğun güvensizlik oyu ile düşürülmesi öngörülmüş. Pratik bir yöntem öngörülüyor. Ancak güvenoyu için salt çoğunluk, düşürmek için (güvensizlik oyu) için 3/5 çoğunluk gibi, kemikleşmiş blokların dışından bir partinin de katılmasını sağlayacak bir çoğunluk hükümetin istikrarını güçlendirebilirdi.
Öneri parlamenter hükümeti kurma görevi verilen liderin 15 gün içinde hükümeti kurup güvenoyu almasını, oy oranına göre sırayla görev verilecek üç lider 45 gün içinde hükümeti kuramazsa yeniden seçime gidilebileceğini öngörüyor. Buna göre beklendiği oranda oy alırsa ilk hükümet kurma görevi AK Parti liderine verilecek, güvenoyu alamazsa diğerlerine sıra gelecek onlar da kuramazsa seçimler yeniden yapılacak. Bu arada her hükümet kurdum diyen, güvenoyu almadığı halde sırayla geçici olarak hükümet edecek, ülke fetret devrine, çalkantılı hükümet kuramama günlerine geri dönecek, her yeni gelen kişi davula başka türlü vuracak.
Anayasa değişikliği önerisinin 99. maddesinde Başbakan veya Bakanlar Kurulu aleyhine verilecek güvensizlik önergelerinin işleme konulması yeni başbakanın ismini içermesi ya da meclisin salt çoğunluğu tarafından imzalanması şartına bağlanmış. Güvensizlik oyu verilmesi halinde TBMM önergede ismi belirtilen kişiyi “yeni başbakan” olarak seçmiş oluyor. Madde gerekçesindeki “yeni hükümeti kurmakta birleşemeyen bir Meclis çoğunluğu, mevcut hükümeti düşüremeyecektir” ibaresinin de gösterdiği gibi “güvensizlik” oyu ile birlikte yeni başbakanın mecliste güvenoyu almış olması hükümetin kurulması için yeterli değil. Bakanlar kurulunun oluşturulması ve güvenoyu alması gerekiyor. Genel gerekçedeki “yeni hükümetin kurulmasını sağlamadıkça görevdeki hükümetin hukukî varlığını sona erdiremeyecektir” ibaresi bu durumda hükümet boşluğu olmaması için düşürülen hükümetin yeni başbakan yeni hükümeti kuruncaya kadar geçici olarak görevine devam edeceğini açıklıyor.
Bu durum istenmeyen, meşruiyeti kalmamış dolayısıyla yetkisi elinden alınmış bir geçici hükümetin görevde kalmaya devam etmesi anlamına gelmektedir. Yeni başbakan hükümet kuramazsa, kuracağı hükümet güvenoyu alamazsa ne olacaktır? Güvenoyu almış yeni başbakan güvensizlik mi almış olacak yoksa zaten güvenoyu aldığı için tek başına hükümet mi olacaktır? Bu durumun neden olabileceği sorunların kapsamı ve sınırları kestirilemez bile. Bu durumun “olumlu güvensizlik” olarak takdimini doğru bulmuyorum.
Oysa “hükümet görevde iken meclisin yeni bir kabine kurulmasına güvenoyu vermesi halinde eski hükümet düşer, yenisi hemen göreve başlar” şeklinde bir düzenleme 6’lı Masanın “olumlu güvensizlik” diye adlandırdığını çok daha kolay ve kesintisiz olarak sağlar ve ayrıca “gölge kabine” mefhumunun da Türkiye’de de hayata geçirebilir.
Anayasa değişikliğinde temel hak ve özgürlükler alanında önerilenleri, devlet penceresinden değil de vatandaş penceresinden bakan ve henüz anlamı tam oturmadığı düşünülen bir kısım yeni terimlerin eskileri kullanılarak yapılan daha olumlu ifade geliştirmeleri olarak değerlendiriyorum.
CHP İstanbul Milletvekili Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu da TELE1 televizyon kanalında Zeynel Lüle ile yaptığı söyleşide özgürlükler alanındaki sorunların uygulamadan kaynaklandığını bu öneri içine konulmasını gerekli görmediğini ifade etti. Bence de bu aşamada bu kozmetik değişiklikleri gündeme getirmeyi gereksiz, aynı zamanda hem muhalefetin uzmanlarının hem de okuyucuların emek ve zamanının israfı olarak görüyorum.
Anayasa mahkemesinin sorunları yüzeysel ve arızi olarak belirlenmiş, önerilen 22 üye ve 4 daire çözümleri arasında sebep sonuç ilişkisi kurulamıyor. Siyasi parti mali denetiminin formalite ve kayıtları tutturmaktan ibaret olduğu, illegal finansmanı ortaya çıkarıp gidermeyeceği göz ardı edilmiş, aynen tekrar ediliyor.
İptal davaları açma hakkı eskiden olduğu bir elin parmaklarından bir az sayıda kişinin elinde, yenilikçi bir çözüm yok. Mahkemedeki siyasallaşmayı ve neden olduğu çelişkileri giderecek ele gelir bir çözüm yok. Eldeki üyelerin yoğunluğunu seyreltme amacından başkası görülmüyor. Aynısını yapmaya devam ederek yeni iktidara gelenler de mahkemede etkin olabilsinler gibi bir düşünce hissediliyor.
Hakimler Kurulunun 15 üyesinden 8 adedini TBMM seçecek. TBMM, birinci turda 2/3 nisapla, ikinci turda en çok oy alan 2 üye arasında kura çekerek bu seçimi yapacak. Geri kalan 7 üyenin 2 adedini cumhurbaşkanı, 2 adedini Yargıtay, 2 adedini Danıştay ve 1 adedini Türkiye Barolar Birliği seçecek.
Savcılar Kurulunun 12 üyesinden 5 üyeyi TBMM seçecek. Doğal üyeler olan Adalet Bakanı ve müsteşarı ile birlikte Savcılar Kurulunun 7 üyesini siyasiler seçecek ve atayacak.
Hakimler Kurulu ve Savcılar Kurulunun sadece mesleğe kabul ve disiplin kararlarına karşı yargı yoluna gidilebilir, diğer kararlarına karşı yargı yolu kapalı. Bu iki kurulun terfi ve tayin kararlarına karşı dava açılamayacak olması, İtalya’da ve Slovakya’da olduğu gibi iç bağımlılıklar oluşmasına neden olacak, hakimlerin tayinlere karşı teminatlarını dolanmaya imkân verecek nitelikte.
Hâkim ve savcılardan birinci sınıfa ayrılmış olanlara coğrafi teminat getirilmiş; kendileri istemezse veya bir mahkeme kararı yoksa ya da kanunda öngörülen başka bir sebep yok ise başka yere atanamazlar. Hakimler ve Savcılar Kurulunun atama kararları yargı denetimine tabi olmadığı için bunun siyasilerin hışmına karşı bir teminat sağlamasını mümkün görmüyorum. Öte yandan hemen sormak gerekiyor neden sadece birinci sınıfa ayrılmış olanlara teminat var da diğerlerine teminat verilmiyor? Neden bu çelişki var? Pek çoğu henüz birinci sınıfta olmayan hâkim ve savcıların için bu sorunun cevabı çok kritik.
Adalet Bakanını Hakimler Kurulundan çıkarırken Danıştay’ın üyelerinin dörtte birini TBMM’nin doğrudan seçmesi kaşıkla verirken kepçeyle geri almak gibi olmuş. Öte yandan TBMM’nin bu iki kurula seçeceği üyelerin kurulların başkanlıklarının garanti olacağı da şimdiden kestirilebilir.
Siyasi partilerdeki oligarşik sistemin, lider ve merkez yönetim sultasını ortadan kaldıracak, örneğin merkezin yetkilerini daraltacak, üye tabanlarını genişletmeye yönlendirecek, arkaik delegelik sistemini ilga veya terbiye edecek öneriler yok.
Hazinenin mali yardımında da toplumun yararına, akılcı bir sistem yok. Küçük bir kısmı baraja girenler arasında paylaştırılırken büyük bölümü yani dörtte üçü büyük partilere oy oranına göre dağıtılıyor. Oysa mali yardım iki veya 3 banda ayrılarak her bant içindekilerin eşit rekabetini temin edecek bir dağıtım sistemi milletin daha çok yararına olabilirdi.
Kapatma davalarını açmaya TBMM’nin izni şartı getirilmiş. Hukuki bir yaptırıma siyasilerin konjonktüre göre izin vermesi şartı getirilmiş. Yargının işlevi siyasilerin izin vermesi şartına bağlanmış.
Dünden beri ABBA’nın “kazanan hepsini alır” anlamındaki meşhur şarkısı “The Vinner Takes it All” aklımda dönüp duruyor. 6’lı Masa farklı bir Türkiye hayali ile yola çıkmış ama eskisinden de kötü bir Türkiye hayal ediyorlar. Önceki dönemde tarafsız cumhurbaşkanına verilen yetkiler meclisi güçlendirmek adına partili cumhurbaşkanından alınıp TBMM’deki siyasi çoğunluğa teslim ediliyor. Yargı da bundan nasibini alıyor. Siyasetin yargıya daha çok el sokacağı, yargıyı tek partinin kontrolünde olacağından daha derin ve parçalı bir şekilde siyasallaştıracak değişiklikler öneriliyor.
Her yetkiyi TBMM’ne ve siyasi çoğunluğa vermek Parlamentoyu güçlendirmez, tersine devletin yönetim sistemini zayıflatır, istikrarı bozar. Kurumlar, işlevleri ve yetkileri arasında bir denge oluşturmak gerekir. Bu dengeyi en son noktada sağlayan yargıyı siyasilerin etki alanının dışında tutmak zorunludur.
Yargıtay’ın 2016’da Atatürk Havalimanını basarak 45 kişiyi öldüren, 236 kişiyi yaralayan DEAŞ (IŞİD) üyesi 7…
MHP ile DEM Parti düşman çatlatmaya devam ediyor. Kötü anlamda söylemiyorum. Kürt işleri özellikle Suriye’de…
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in yeni yönetim döneminde Türkiye'ye ilk ziyareti Suriye'de Esad…
Donald Trump’ın “Türkiye Suriye’ye çöktü” ifadesini Türk medyasındaki haberlerin pek çoğunda bulmanız mümkün değil. Trump’ın…
Asgari ücret yine gündemimizde. Bu kez temel tartışma konusu asgari ücret ve enflasyon ilişkisi. Asgari…
Suriye’de gelişmeler baş döndürücü bir hız kazandı. Beşar Esad’ın 7 Aralık akşamı Moskova’ya kaçmasından yalnızca…