Eski Amerikan Ulusal Güvenlik danışmanı ve BM Büyükelçisi John Bolton’un 16 ocak’ta The Wall Street Journal’da çıkan ve “Erdoğan seçimi kazanırsa Türkiye’nin NATO’dan çıkarılmasını” öneren yazısının yarattığı tepkiler tazeyken The Economist dergisi 19 Ocak tarihli “Türkiye Diktatörlüğün eşiğinde olabilir” başlıklı sayısında “Seçimler öncesinde Biden ve müttefiklerinin Erdoğan’a daha sert bir mesaj vermesi” gerektiğini savunan bir yazı yayınladı.
Bolton’a ilk tepki Cumhurbaşkanı Başdanışmanı İbrahim Kalın’dan geldi. Kalın, “Türk milletinin demokratik iradesini vesayet altına almaya çalışmak beyhude bir çabadır. Sömürge valiliği oynadığınız günler geride kaldı,” ifadelerini kullandı.
Kalın’ın ardından siyasilerden gelen açıklamalar Türkiye’nin bağımsızlığına vurgu yapıyordu. CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel “Ne NATO ne ABD ne başkaları ülkemize müdahale edemez, müdahaleyi aklından bile geçiremez,” mesajı paylaştı. İYİ Parti lideri Akşener “Büyük Türk Milleti bağımsızlığına sahip çıkacak ve iradesini hiçbir ülkenin ve yapının kirli siyaset oyunlarına alet etmeyecektir” derken, Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in sosyal medyada paylaştığı “NATOdançıkalım” etiketi birden en çok paylaşılan başlık oldu.
Peki üst üste gelen bu açıklamaların ardında ne gibi politik endişeler var? Trump sonrası Amerikan dış politikasında Bolton ve benzerlerinin temsil ettiği sert müdahaleci tavrın yeri nedir? Türkiye gerçekten NATO’dan çıkartılabilir mi? Kongre’de F-16’lar ile ilgili oylamaların yapılmasının beklendiği günlerde Biden’in İmamoğlu ve HDP soruşturmaları üzerinden Erdoğan’a sert mesajlar vermesi veya Türkiye’ye herhangi bir yaptırım uygulanması bekleniyor mu?
Economist makalesi: Neden şimdi?
Bolton’un açıklamaları daha taze iken Economist dergisinin “Türkiye Diktatörlüğün eşiğinde olabilir” başlıklı sayısı gündeme bomba gibi düştü. Türk bayrağı ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın profilini bir araya getiren kapağı dikkat çeken sayıda, kapak yazısı batılı liderlerin Erdoğan’ı kızdırmaktan korktukları için yeterince sert çıkmadıkları ve sustuklarını iddia ediyor ve bu sebeple batılı liderleri eleştiriyor. Türkiye’nin batının teknoloji ve silahlarına muhtaç olduğunu ve bu ihtiyaçların pazarlık konusu yapılarak Erdoğan’a özellikle İmamoğlu ve HDP’ye açılan davalar konusunda baskı yapılması gerektiğini savunuyor.
Dış müdahalelere karşı direndiği için yabancılar tarafından sevilmediği, baskılara boyun eğmediği ve tepkiler ne olursa olsun Türkiye için en iyisini korkmadan yaptığı iddiasında olan Cumhurbaşkanı Erdoğan için bu kapak ve müdahale çağrısı adeta seçim öncesi “evet, gerçekten de öyle” diyen bir hediye. Erdoğan’ın kapağa ilişkin kullandığı “Türkiye’nin kaderini İngiliz dergisi mi tayin ediyor. Benim milletim ne derse, Türkiye’de o olur. Türkiye’nin kaderini İngiliz dergisi tayin edemez” ifadeleri de Cumhurbaşkanının, politik duruşunu destekler görünen bu fırsatı değerlendirdiğini gösteriyor.
Ne İmamoğlu hakkında verilen hapis cezası ne de HDP’ye açılan kapatma davası yeni konular değil. The Economist’in Türkiye’ye koca bir sayı ve özel dosya ayırmasına sebep olabilecek en güncel gelişme 12 Ocak’ta Biden yönetiminin Türkiye’ye F-16 satışı konusunda olumlu görüşünü Kongre’ye bildirmiş olması. Ancak Senato Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Senatör Menendez bu satışa karşı olduğunu açıkça belirtiyor.
Çavuşoğlu ve Blinken’in bu haftaki görüşmeleri sırasında da Türk heyetine Türkiye’nin Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliklerine onay vermesinin Kongre’nin görüşünü olumlu yönde etkileyeceği ifade edildi.
Bu diplomasi trafiği devam ederken Economist’in yayınladığı bu makale Biden yönetiminin F-16 satışı için Türkiye’den taleplerinde daha ısrarcı bir dile geçiş yapacağının bir işareti olabilir mi?
Kim bu John Bolton?
1948 doğumlu tecrübeli bir bürokrat olan John Bolton, Irak savaşının mimarlarından ve hala en ateşli savunucularından birisi ve Amerikan hükümetinin, gerekirse açıktan veya gizli güç kullanarak diğer ülkelerde yönetim değişiklikleri sağlama hakkı olduğunu savunan bir dış politika stratejisti.
Bu müdahaleci politikaların önünde engel olarak gördüğü Uluslararası kurumlar ve antlaşmalara özel bir antipatisi olan Bolton, Birleşmiş Milletler’i “Sovyet manipülasyonu ve Üçüncü dünya radikalizminin umutsuz bir esiri” olarak tanımlıyor ve Bush yönetiminde çalıştığı dönemde Amerika’nın Uluslararası Suç Mahkemesi (ICC) gibi kurumlardan ve pek çok uluslararası antlaşmadan çıkmasına önayak olmakla övünüyor.
Trump döneminde Ulusal güvenlik danışmanlığı sırasında İran ve Kuzey Kore’nin bombalanmasını savunan Bolton’un Venezuela’ya müdahale edilmesi ve Amerikan güçlerinin Suriye’den ve Afganistan’dan çekilmemeleri için çaba gösterdiği biliniyor. “America First” (Önce Amerika) sloganı ile Amerika’nın ortadoğu’daki askeri güçlerini geri çekmek vaadiyle Başkanlığa gelen Trump ile yıldızı barışmayan Bolton, Eylül 2019’da görevden alınmasının ardından görevi süresince şahit olduklarını kitaplaştırdı.
Kitabının basılmasını beklediği sırada, Trump hakkında yapılan ilk Meclis soruşturmasında ifade vermeyi “kitap satışlarını etkileyeceği” gerekçesiyle reddeden Bolton, bu davranışı ile demokratların, Beyaz Saray görevi sonrasında hemen olayları ifşa eden kitap yazmış olması ile de cumhuriyetçilerin tepkisini çekti.
Temmuz ayında CNN’e verdiği bir röportajda “Darbe düzenlenmesine yardımcı olmuş birisi olarak -burda değil, başka yerlerde tabii- diyebilirim ki çok fazla çalışma gerektiren bir konu” diyerek herkesi dehşete düşüren Bolton en son 16 Ocak’ta verdiği bir video demeçte Amerika’nın İran’a askeri müdahalede bulunması gerektiğini savunuyordu.
Trump sonrası dönemde Amerikan dış politikası
Bağımsız bir düşünce kuruluşu olan Dış İlişkiler Konseyi (Council of Foreign Relations), Covid sonrası dönemde Amerikan Dış politikası için öncelikler arasında şunları sıralıyor:
- Uluslararası Kurumlara yatırım yapmak
- Rusya ile mülakat koşulları belirlemek
- Orta Doğu’ya müdahalenin azaltılması
- Ulusal ekonomilerin yeniden inşasının açık ve karşılıklı fayda sağlayan global bir ekonomiyi koruyacak şekilde gerçekleşmesi için diğer ülkelerle ortak çalışılması
Bu önceliklerden de görüldüğü üzere Bolton ve fikirdaşlarının görüşleri Amerikan politik çevrelerinde artık pek rağbet görmüyor. Bunun en öncelikli sebebi Bolton’un savunduğu saldırgan ve müdahaleci dış politikaların Irak’ın işgali ile başlayan ve hala devam eden kaos sürecinde Amerikan devletine de hem maddi hem de insani açıdan çok pahalıya mal olmuş olması.
Dışarıda Amerikan devletinin güvenilirliği azalırken içeride de Amerikan halkı dünyanın öbür tarafındaki savaşlarda ne işleri olduğunu sorgulamaya başladı. Trump’a destek veren aşırı sağ militan gruplar bile Amerikan müdahaleciliğinin son bulmasını istiyor.
Diğer yandan soğuk savaş sonrası doğan ve komünizm korkusundan nasibini almayan yepyeni bir nesil artık politikada söz sahibi ve onlar da Amerika’nın dünyanın dört bir köşesinde savaşlara karışmasını istemiyor. Örneğin mecliste Progresif Kongre Takımı (Congressional Progressive Caucus) yeni gelen üyelerle 100 kişinin üzerine çıkan sol eğilimli bir grup, bu grubun dış ilişkilerde müdahaleci yaklaşımlara destek vermesi beklenmiyor.
Türkiye NATO’dan çıkartılabilir mi?
NATO bir antlaşma olduğu için imzalayan üyelerden herhangi birisinin “çıkarılması” gibi bir mekanizmaya sahip değil. Ancak antlaşmanın koşullarının sağlanmaması halinde Viyana Hukukunun 60. Maddesi uyarınca kısmen veya tamamiyle feshedilmesi mümkün. Bu maddeye göre:
Madde 60 – 2. Çok taraflı bir antlaşmanın akit taraflardan birisi tarafından esaslı bir şekilde ihlali
a – diğer tarafların oybirliği ile andlaşmanın yürürlüğünü tamamen veya kısmen askıya almalarını veya andlaşmayı,
i- kendileriyle kusurlu Devlet arasındaki ilişkiler bakımından, ya da,
ii- bütün taraflar arasında, sona erdirme hakkını verir.
Diğer bir deyişle antlaşmanın temelinde yatan ilkelerin ihlali, eğer ihlalci ülke tarafından bu ilkelerin reddedildiğini ortaya koyacak şekilde şiddetli ve tekrar eden bir hal alırsa ve diğer üye ülkeler arasında oybirliği sağlanırsa bu madde kullanılarak ihlalci ülke antlaşmadan çıkarılabilir.
Bu bağlamda, NATO antlaşmasının önsözündeki “Demokrasi, bireysel özgürlük ve hukukun üstünlüğü ilkeleri temelinde bütün halkların özgürlüklerini, ortak miraslarını ve uygarlıklarını korumakta kararlıdırlar,” ifadesinin antlaşmanın yarattığı müttefilik için bir temel teşkil ettiği varsayılırsa bu ilkelerin (demokrasi, bireysel özgürlük ve hukukun üstünlüğü) reddi antlaşmanın feshi için gerekçe gösterilebilir.
Ancak NATO içerisinde müttefiklerin davranışlarına dair endişeler öncelikli olarak diplomatik yollar ve politik baskı aracılığı ile çözümlenmeye çalışılıyor. Atlantik Konsey Politik Enstitüsü’nden Jorge Benitez’e göre bu yöntemler işe yaramazsa “NATO liderleri zaman içerisinde ittifak değerleri ile uyumlu liderlerin yönetime gelmesini bekleme eğiliminde”.
Türkiye, NATO için vazgeçilebilir değil
Türkiye’nin antlaşmadan yukarıdaki yöntem ile çıkartılması için bütün NATO ülkelerinin oybirliği ile Türkiye’de hükümet ve devlet kuruluşlarının demokrasi ve hukukun üstünlüğü değerlerine açık ve geri dönülemez biçimde karşı olduğu, gelecek yönetimlerde de bir değişim olmayacağına ikna olmaları gerekiyor.
Diğer yandan, 2022 yılı itibari ile NATO ülkeleri arasında 1,35 milyon askeri personel ile 1. Sırada olan Amerika’nın ardından 2. en büyük ordu 447.000 askeri personel ile Türkiye.
Türkiye, 207.000 personel ile 3. sırada olan Fransa ve 188.500 personel ile 4. sırada olan Almanya’nın toplamından daha fazla askere sahip. Türkiye askeri uçak sayısında da Amerika’nın ardından 2. Sırada. Hem askeri güç hem de coğrafi konumunun özellikle Rusya ile olası bir sürtüşmede savunma açısından sağladığı avantaj sebebi ile NATO kuvvetleri içerisinde hayati bir öneme sahip. Özellikle Amerikan güçlerinin Afganistan’dan çekilmesi ve Suriye’de varlıklarını azaltması süreci sonrasında Doğu’da muhafız görevi gören Türk ordusu NATO için vazgeçilebilir bir unsur değil.
Sonuç olarak; Bolton’un Türkiye ile ilgili ifadeleri, emeklilik yaşı geçmiş bir bürokratın savaşçılık oynamaktan vazgeçememesinin hazin bir sonucundan öte birşey değil. Kendisini dinleyen her türlü kanala bıkmadan Amerika’nın şuraya, buraya ve oraya, hemen ve derhal askeri müdahalede bulunması gerektiğine dair demeç veren Bolton’un fikirlerinin Amerikan dış politikasında artık bir yeri yok gibi görünüyor.