Geçtiğimiz hafta 19 milyondan fazla öğrenci, ara dönem karnesini aldı. Son dönemlerde verilen karneleri inceleme fırsatı bulduysanız başarı puanlarının ve değerlendirmelerin artık gerçek durumu yansıtmadığını ve karnelerde çocuğun ilgi, bilgi, yetenek, gelişim ve genel gidişatıyla ilgili özgün anekdotların yer bulmadığını sizler de fark etmişsinizdir.
Bugün geldiği haliyle karneler, çocukların öğrenme yolculuğunun somut bir örneği olmanın çok uzağında kalmış, yalnızca eğitim öğretim döneminin bitişini simgeleyen temsili bir belgeye dönüşmüş vaziyettedir.
Peki, okullarda ve eğitim sisteminin genelinde yapılan ölçme ve değerlendirmeler bugün bizlere neden eskisi kadar gerçekçi gelmiyor? Bu soruyu yanıtlarken okuldan ve eğitimden ne beklediğimiz sorusunu öncelikli olarak masaya yatırmamız gerekiyor.
Eğitim “sınav kazanma” amacına dönüştü
Okulun sınava hazırlanma yeri haline gelmesinin ve eğitimin temel amaçlarının arka planda kalmasının doğal bir sonucu olarak okul başarısının çocuğun yaşamında eskisi kadar güçlü bir karşılığı olmamaya başladı. Karne notlarına artık göstermelik ve sembolik bir değer atfediliyor.
Bugün okullarda verilen eğitim, maalesef “sınav kazanma” amacına hizmet etmeye dönüşmüş durumda. “Sınavı kazanmaya faydası yok” diye meşrulaştırılan, ancak çocuğun sağlıklı ve bütüncül gelişimi için kritik derecede önemli olan tüm diğer öğrenme deneyimleri, her geçen gün daha da değersiz görülüyor.
Beden eğitimi, resim, müzik, yabancı dil, insan hakları gibi dersler, daha fazla test çözmek amacıyla etüt saatlerine dönüştürülüyor. Atölye, deney, gezi-gözlem çalışmaları gibi anlamlı ve derin öğrenmeleri sağlayan etkinlikler ise özellikle sınava hazırlanılan son yılda okul müfredatlarından adeta siliniyor.
Ölçme ve değerlendirme işlevsiz
Hiç kuşkusuz ki ölçme ve değerlendirmenin olmadığı, öğrenmenin değerlendirmeye tabi tutulmadığı bir eğitim sistemi düşünülemez.
Çocukların neyi yapabilmeye, neyi öğrenmeye ihtiyacı var? Çocuklar, öğrenmesi ve yapması gerekenlerin ne kadarını öğrenmiş? Eksikler nasıl telafi edilebilir? Eğitim öğretim süreçlerinin nitelikli olmasını sağlayacak bu soruların yanıtını, ölçme ve değerlendirme aracılığıyla bulabiliyoruz. O halde, sorun tam olarak nerede?
Sorun, Türkiye’de herkes tarafından kabul gören tek ölçme ve değerlendirme yönteminin çoktan seçmeli testler olmasında yatıyor. Ülkemizde “sıralama” ve rakibini “eleme” amacıyla gerçekleştirilen çoktan seçmeli testler, öğrenme sürecinin olağan bir parçası olarak işlev göstermenin ötesine geçmiş durumda. Okulun ve eğitimin tüm gayesi, çocuklara sınavda çıkacak bilgileri ezberletip soru çözdürerek onları sınava hazırlamak. Kısacası, bugün “sınav için eğitim” anlayışı tüm eğitim sistemini esir almış durumda.
Bir üst sınıfa ya da kademeye geçmenin yolunun 4-5 şık arasından doğru olanı bulmaya indirgenmiş olması, şu sorunun peşine düşmemizi zorunlu kılıyor:
Okulların amacı; çocuklarımıza nefes aldırmadan sürekli test çözdürerek ve diğer tüm yaşam deneyimlerini askıya alarak onları sınava hazırlamak mı? Yoksa çocuklarımızı ülkesine, milletine faydalı olacak, bugünün ve yarının sorunlarını çözebilecek, donanımlı ve iyi vatandaşlar olarak yetiştirmek mi?
Yarınlarımızı tehlikeye atıyoruz
Seçimlerin arifesinde olduğumuz bugünlerde, ülkesini seven herkesin üzerinde önemle düşünmesi gereken bir soru bu, çünkü sınav odaklı eğitim sisteminin tüm paydaşlara verdiği zarar, her geçen gün katlanarak artıyor.
Eğitimi; sınavların, yayınevlerinin, sınava hazırlık kurslarının tekeline bırakmakla yalnızca bugünümüzü değil yarınımızı da tehlikeye atıyoruz. Nasıl mı? Şöyle açıklayayım:
- Sınavların esir aldığı eğitim sistemimizde; hataya, yanlışa, kendi hızında öğrenmeye hiçbir şekilde tahammül yok. Çocuklarımız, girdiği sınavdaki bir soruyu heyecanla ve kaygıyla anlamadığı için yanlış yanıtladığında buna nasıl tepkiler verdiğimizi bir düşünelim. Her zaman anlayışlı olduğumuzu söylemek güç, değil mi?
- Çocuklarımız, sistemin dayattığı akranlarla rekabet etme anlayışıyla okul öncesi eğitimden itibaren karşılaşıyor. Bu da çocuklar arasındaki sosyal ilişkilere zarar veriyor, çocuklarımızı depresyona ve doğasına aykırı davranışlara itiyor.
- Çocuklarımızın düşünce sistematikleri; testler, puanlar ve şıklar üzerine kurgulanıyor. Zaman içinde zihin esnekliğini kaybeden, seçeneklerin dışında düşünemez hale gelen çocuklarımızın kişilik gelişimleri de bu durumdan olumsuz biçimde etkileniyor. Çocuklar, yaratıcı doğalarından gittikçe uzaklaşıyor.
- Özellikle lisede açık öğretime geçerek sınava hazırlık kursuna devam eden öğrenci sayısı gittikçe artıyor.
- Öğretmenliğin toplumsal statüsü de değişikliğe uğruyor; öğretmenlik mesleği teknik sınav hazırlayıcılığı ve mekanik bilgi aktarıcılığına indirgeniyor. Öğretmenlerin saygınlığı; sınavlarda alanından kaç soru çıktığıyla doğru orantılı. Sınavda soru sorulmayan dersler ise diğerlerine göre daha önemsiz olarak görülüyor.
- Her türlü maddi ve manevi kaynağı kullanan ailelerin gayesi ve eğitimden en büyük beklentisi, çocuğunun sınavda akranlarından daha başarılı olması.
7 çocuktan 1’i “öğrenme yoksulu”
Sınav odaklı eğitim sisteminin bugünümüzü ve yarınımızı tehlikeye atan daha pek çok olumsuz etkisi sıralanabilir. Ancak en önemlisi, sanıyorum ki, çocuklarımızın sınav uğruna yaşamlarının en güzel yıllarından vazgeçiyor olması. Bu, üzerinde dikkatle düşünmemiz gereken en öncelikli mesele.
Çocuklarımızın en güzel yıllarını ipotek altına alan sınav rüzgârı, onları olmaları gereken yerin çok uzağına fırlatıyor.
Çağın gerektirdiği becerilere odaklanmayan bir eğitim ve bunu takiben girilen sınavlar sonucunda düşük beceri düzeyinde sıkışıp kalan, işsiz ya da eğitimine devam etmeyen genç nüfus, ülke için açık bir tehdit haline geldi. Bunun en somut örneği, Türkiye’nin 2022 yılında, 18-24 yaş aralığında ne eğitimde ne istihdamda olan gençlerin oranının (yüzde 32,2) en yüksek olduğu OECD ülkesi olması.
Sınavlarda hiçbir soruyu doğru yanıtlayamayan öğrenci sayısı da azımsanamayacak kadar fazla. Bu da bize sahip olduğumuz eğitim sisteminin, öğrencilere asgari düzeyde bilgi ve becerileri dahi öğretmeye yetmediği anlamına geliyor.
2022 YKS’ye giren yaklaşık 97 bin adayın, TYT’de (Temel Yeterlik Testi) 1 neti dâhi yok, yani sınavdan sıfır çektiler. Üstelik bu sayı, bu yıl geçen yıla kıyasla 4 kat artmış durumda.
UNESCO, UNICEF ve Dünya Bankasının ortak raporuna göre Türkiye’de ilkokulu bitirmiş yaklaşık her 7 çocuktan biri öğrenme yoksulu, yani okuduğu basit bir metni anlayamıyor.
Özetle, Türkiye’de tüm çocukların, okula devam ediyor olmasına rağmen, standart bilgi, beceri ve tutumları en azından asgari düzeyde de olsa kazanmalarını garanti altına alan bir eğitim sistemi yok.
Halk eğitim sisteminden memnun değil
Peki sınavların gölgesinde kalmış böyle bir eğitim sisteminden gençler ve toplumun geri kalanı memnun mu?
TEDMEM’in geçen yıl gerçekleştirdiği kamuoyu araştırmasının sonuçları eğitim sisteminden memnun olmayanların çoğunlukta olduğunu gösteriyor. Araştırmaya göre “eğitimin sınavlara dayalı olması”, eğitim sisteminin temel sorunlarının başında geliyor.
Toplumun yüzde 52’si “lise ve üniversiteye giriş sınavlarının kademeli kaldırılmasını” önemli ya da çok önemli buluyor. Gençlerin ise yüzde 64’ü bu vaadi önemli ya da çok önemli buluyor.
Tarihsel açıdan bakıldığında da çeşitli siyasi partilerin yıllar içinde mütemadiyen seçmenlere “sınavları kaldırma” sözünü verdiğini görüyoruz.
“Ortaöğretime geçiş ya da üniversiteye giriş sınavlarının kaldırılması” vaadi sıklıkla tekrarlanan vaatler arasında olmasına rağmen bu sınavların kaldırılması için eğitim sisteminde gerekli ön koşul düzenlemeler yapılmıyor. Örneğin; okullar arası başarı farklarının azaltılması ya da lise ve üniversite arasındaki organik bağın kurulmasına yönelik adımlar atılmıyor.
Sınavların Gölgesinde Eğitim Sistemi
Türk Eğitim Derneği olarak, toplumsal mutabakat sağlamamız gereken öncelikli mesele olarak gördüğümüz milli eğitimin; daha nitelikli, kapsayıcı ve çocukların bugününü ve yarınını kurtaracak, özgürleştirici özelliklere sahip olabilmesi için üretmeye ve eğitimin tüm meseleleriyle ilgili kamuoyunda farkındalık yaratma çalışmalarımıza var gücümüzle devam ediyoruz.
Bu kapsamda, geçtiğimiz haftalarda eğitim sistemimizin üzerine kâbus gibi çöken sınavlar ve kademeler arası geçiş uygulamalarına dikkat çekmek amacıyla bir kampanya başlattık. “Sınavların Gölgesinde Eğitim Sistemi” başlıklı raporu ve “Çabala” şarkısını kamuoyunun ilgisine sunarak ezberci eğitime “Hayır!” diyen gençlerimizin sesini duyurmaya gayret gösterdik.
Seçimlerin arifesinde, eğitimle ilgili toplumsal beklenti ve taleplerimizi, önümüzdeki yıllarda eğitim politikalarında söz sahibi olacak siyasetçilerle paylaşabilmemizi sağlayacak bu tür çalışma ve girişimlere daha fazla ihtiyaç duyulduğunu belirtmek istiyorum. Bu gayeyle, gerekli etkileşim ortamlarını yaratmalı ve toplum ile siyasetçileri “eğitim” ortak paydasında buluşturmalıyız.
Son söz olarak, eğitim sistemimizi ve çocuklarımızın hayal dünyasını testlerin ölçebildikleriyle sınırlandırmaktan mümkün olan en kısa sürede vazgeçmemiz gerektiğini ve çocuklarımızı geleceğin becerileriyle donatabilecek yeni bir eğitim sistemi tasarlamak üzere toplumun tüm kesimleriyle birlikte çalışabileceğimiz ortak platformlar oluşturmamız gerektiğini vurgulamak istiyorum.