Orta Doğu’nun politik yapısı ile iklim değişimi arasında bir bağlantı kurulabilir mi? Bu sorunun cevabını Kadir Has Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim görevlisi Soli Özel’e sordum. Söyleşinin tamamı önümüzdeki günlerde Açık Radyo’daki programım Antroposen Sohbetler’de yayınlanacak. Söyleşinin satırbaşlarını program yayınlanmadan önce Yetkin Report için özetledim.
Orta Doğu’nun zorluk faktörü: Kuraklık
İklim değişikliği ve Orta Doğu’daki su varlığı ve su kaynaklarının sürdürülebilirliği, uzun vadeli çevresel değişikliklerle karşı karşıya olan toplumların uyum kabiliyetlerini anlamak açısından önemli.
Hidrolojik istikrarsızlığın uzun süreli (1000 yıl gibi) etkisinin insan dışı canlı dinamiklerini, insanın coğrafyayı kolonize etmesini ve insanın arazi kullanımı üzerindeki etkilerini nasıl şekillendirdiği konusunda hala bilgi eksikliği var. Orta Doğu’nun kuru ve yarı kurak alanlarında yüzyıllık ve bin yıllık zaman ölçeğinde insan yerleşimi ve nüfus göçlerini kontrol eden ana parametrelerden biri yağıştaki değişkenlik olmuş. İklim göstergeleriyle arkeolojik-tarihi veriler ve polen temelli kayıtlar birleştirildiğinde, yağıştaki değişkenliğin, tarım verimliliği ile ekonomik sistemler için önemli bir faktör olduğu ortaya çıkmış. Ayrıca yağışın Orta Doğu’nun kuru ve yarı kurak alanlarında yüzyıl ve bin yıllık zaman ölçeklerinde insan yerleşimi ve nüfus göçlerini kontrol eden ana parametrelerden biri olabileceğini de düşündürmüş. Mesela 1400’lü yıllarda daha kurak koşullara ani bir geçiş, endüstri öncesi dönemde Osmanlı topraklarında yerleşik köy yaşamından bölgesel terk edilme ve göçebeleşmeye doğru bir değişime eşlik etmiş ve bu da iklim değişikliğini Osmanlı İmparatorluğu’nun “düşüşüne” neden olan sebepler arasına katmış. Kuraklık Orta Doğu’da tekrarlanan bir zorluk faktörü gibi.
Peki, iklim değişikliği Orta Doğu’daki su kaynaklarına olan talebi artırarak gerilimi tetikler mi?
Soli Özel bu soruma aşağıdaki alt başlıkları da kapsayacak şekilde şöyle cevap verdi:
Orta Doğu su fakiri bir yer. Önce suyu bulacaksınız da ondan sonra çatışmayı önleyeceksiniz. Benim bildiğim Yemen dünyada ilk suyu bitecek ülke. Mısır’ın yer altı suları Mısır’ın patlayan nüfusunu karşılayabilecek durumda değil. Mısır bildiğiniz gibi Nil’in armağanı olarak kabul edilen bir ülkedir. Nil’in üzerinde de bugüne kadar yapılmış tek dev baraj Assuan Barajı idi. Bu da Mısır’ın tarımının devam edebilmesini sağlayan en önemli etkenlerden birisiydi. Şimdi Etiyopya’da bir baraj inşa ediliyor, Nil oradan çıkıyor. Mısır daha önce Sudan’la savaşa dahi gireceğini ilan etmişti, Etiyopya ile de bir kavgaları var, şimdilik tatlıya bağlanmış gözüküyor ama Dünya’da suyun giderek azaldığı bir ortamda Etiyopyalılar oraya barajı yaptıkları takdirde Mısır’a ne kadar su kalacak, açıkcası onu tam olarak bilmiyorum. Fakat bunun bir problem yaratacağına şüphe yok. Bu arada Mısır’ın topraklarının yüzde altısı ekilebilir topraklardır, yani Nil’in sulayabildiği kadarı. Orada da giderek artan bir çölleşmeden bahsediliyor. 1991 yılında, soğuk savaş bitip de insanlar kafayı kaldırıp başka konulara baktıklarında ilk akla gelen sorunlardan birisi Orta Doğu’daki su meselesiydi. Hatta o zaman petrol yerine artık su savaşları mı yapılacak gibi tartışmalar vardı. Aradan 30 sene geçti bu sorun muhtemelen de daha beter bir hale geldi.
Suriye örneğine bakalım
Suriye’de savaş 2011 yılında başladı. 2006 yılından 2011 yılına kadar geçen beş yılın dördü Suriye açısından kuraklık yıllarıydı. Bunun bir sonucu hasatta yüzde 65’lere varan bir azalma, özellikle kuzeydoğu bölgesinde. Hayvanları besleyemedikleri için yaklaşık 850 bin baş hayvanın kesilmesi, telef edilmesi ve o zamanki nüfusun yüzde beşine tekabül eden 1 milyon insanın da bulundukları yerlerden başka yerlere göç etmesi. Suriye çok istihdam üreten bir yer de değil. Böyle bir arka plan olmadan da açıkçası Suriye’deki savaşın şiddetini tam olarak değerlendirmek bana göre mümkün değil. Halen de bu kuraklık Suriye’de devam ediyor. Hatta ilginç de bir anekdot duymuştum. Dönemin İngiliz sefiri sürekli olarak dış işleri bakanlığına burada çok kötü bir kuraklık var, bunun sonuçları olacak diye rapor gönderiyor. Kimse bu durumu dikkate almıyor. Suriye yanılmıyorsam iki kere bu meseleyi birleşmiş milletler gündemine sokmaya kalkıyor, ancak çok makbul bir rejim sayılmadığı için orada da bu tartışılmıyor. Dolayısıyla bugüne kadar kimse aslında su sorunu üzerinde tutarlı bir şeyler yapabilmiş değil.
Düşünülenin aksine Türkiye su zengini bir ülke değil
Ama bütün Orta Doğu, ki bu bölgedeki en su zengini yerin Irak olması beklenir. Biz bir ara Türkiye diye düşünüyorduk ama Türkiye değil. Orada dahi su problemleri artık artıyor. İsrail komşularına göre çok yüksek miktarda su kullanan bir ülke ve hatta Lübnan’a olan ilgisinin Litani nehrinin sularını kendisine çekmek için olduğu da zaman zaman söylenmişti. Ürdün nehri üzerinde de tabii o suların nasıl paylaşılacağı konusunda bir sıkıntı var. Özetle, ne bu nüfus yoğunluğunu ne bu şehirleşmeyi kaldırabilecek bir durum vardı, şimdi ise buna iklim koşulları ve giderek suyun azalması ve toprağın kuraklaşması da eklendi. Şimdi diyorsunuz ki, yönetimlerle ne ilgisi var?
Yönetimlerin ortak tarafı toplulukları önemsememeleri
Orta Doğu yönetimlerinin ortak tarafı yönettikleri toplulukları pek de önemsememeleridir diyeyim. Hani onlara doğru dürüst hizmet, onlara doğru dürüst yönetişim sunmak gibi bir dertleri özellikle de son 20 ila 30 yıl içinde yok. Ondan önce, koloniyal dönemin bittiği zamanlarda, işte Baas Partisi gibi partiler nispeten hala ideolojik birtakım heyecanlarını muhafaza ederlerken bunlar olabiliyordu, ama artık o da yok. Sevmiyorum bu terimi kullanmayı, ama yani neo-liberal dönemlerde yönetimlerin kendi toplumlarıyla, özellikle de toplumun varsıl olmayan bölümleriyle olan ilişkileri de daha çok koptu.
Çarpıcı örnek şudur, Dera kenti ya da kasabası (burası Suriye’deki isyanın başladığı yer). Burası bir zamanlar Baas Partisi’nin en güçlü olduğu yerlerden ya da dayandığı kitleyi barındırdığı bir yerdi. İşte Baas Partisi’nin o Dera kentine, o çocuklar cami duvarına yazıları yazdıktan sonra neler yaptıklarını da gördük. Mısır’da da su konusunda bir şeyler yapıldığını sanmıyorum.
Uzun lafın kısası, eninde sonunda Arap isyanlarına yol açmış olan yönetişim koşullarını, vatandaşlıkla ilgili problemleri hiçbirini halletmemiş olan yönetimler, su meselesinin de katkısıyla yeniden bir başkaldırı dalgasıyla karşılaşabilirler. Bunu yaşamaması ihtimali olan ülkeler de körfezin zengin ülkeleridir. Onlar bir şekilde paraları oldukça suyu bulmanın, suyu getirmenin yolunu bulurlar. Hatta ümit ediyorum Suudi Arabistan kendine yeterli olmak istemişti tarımda ve tabii deli gibi su harcıyorlardı çölde, bu işleri yapacaklar diye, onlardan vazgeçiyorlar. İsrail’i bir kez daha söylemek lazım. İsrail tabii su fakiri de bir yer olduğunu bildiğinden, dünyada suyu en iktisatlı kullanarak tarım yapan ülkelerden birisi ve bu konulardaki becerisini bütün dünyaya ihraç ediyor. Sanırım Türkiye’de de İsrail’in o sulama teknolojilerinden yararlananlar var.
İklim değişikliği, Orta Doğu’daki tarım ürünleri ve gıda güvenliği üzerinde etkili olabileceği yazılıyor, tartışılıyor. İklim değişikliğinin bölgedeki tarım ürünlerini etkileyerek gıda üretimini azaltması da gündemdeki konulardan biri. Bu durum, Orta Doğu’daki gıda güvenliği sorunlarını daha da kötüleştirebilir gibi görünüyor.
Peki bu durumun politik yapıya etkisi sizce nasıl olur?
Mısır dünyanın en büyük buğday ithalatçılarından birisi. Orta Doğu’daki diğer ülkeler de o ölçekte olmasalar bile benzer durumda olabilirler. Unutmayın, Mısır’ın nüfusu 110 milyonu geçti. Sadece geçtiğimiz 12 yılda, yani Arap Baharından bu yana Mısır’ın nüfusu en az 16-17 milyon kişi yükseldi. Yani doğrusunu isteyecek olursanız bu güneşe de kar dayanmaz. Yemen yıllardır bir iç savaşta ve bu korkunç tüketici bir iç savaş, ama hala nüfusu deli gibi artıyor. Dediğim gibi, suyu ilk bitecek yerlerden birisi.
Gıda meselesi önümüzdeki 10-20 yılın en önemli meselelerinden birisi olacak. Bir dönem, 60’lı 70’li yıllarda o meşhur yeşil devrimle tarımda verimlilik çok arttırılmıştı. Ondan dolayı dünyada bu bakımdan bir açlık meselesi kalmamıştı. Şimdi Ukrayna sorunu da hatırlattı ki çok büyük üreticilerin birisi piyasadan çekildiği takdirde sadece gıda sorunu yaşamakla kalmıyorsunuz açlık sorunu da dünyanın gündemine geliyor, dünyanın da nüfusu hızla artıyor, bu topraklar daha az mümbik hale geliyorlar… O nedenle bu gıda işinin ve başka bir nokta da bütün bu Orta Doğu Arap ülkelerinde, en azından fakir olanlarında hükümetlerin kendi toplumlarıyla zımnen yaptıkları anlaşma şudur: biz size ucuz ekmek vereceğiz, yani başka bir şey yemeseniz bile ucuz ekmek alacaksınız. Bu sözü tutamayabilirler artık. Mısır tarihine de baktığınızda en büyük isyanlar hep ekmek fiyatları yükseldiğinde gerçekleşmiştir.
Orta Doğu patlamaya hazır bir barut fıçısı olacak
Soli Özel bölgenin Çin ve Hindistan’la birlikte dünyanın en eşitsiz bölgesi olduğunu vurguladı ve bölgedeki istikrarsızlığın çevresel sebepler nedeniyle önümüzdeki yıllarda katmerlenerek kötüye gideceğini söyledi. Ve esasında en önemli noktalardan biri de Orta Doğu yönetimlerinin piyasacı ekonomi politikalarına yönelmeleriyle birlikte toplumlarıyla aralarındaki akitlerin birer birer iptal edildiğiydi.
Söyleşinin sonunda Özel’in altını çizdiği noktalardan biri Orta Doğu’nun önümüzdeki yıllarda Dünyada bir barut fıçısı olarak kendini göstermesiydi:
“Önümüzdeki 20 ila 25 yıl gazın ve petrolün önemi Orta Doğu’da devam edecek, ama önümüzdeki dönem gerek susuzluk ve gerekse bunun yol açtığı kuraklık ve bütün bunların katkısıyla da yaşanacak olan gıda eksikliği, yoksulluk vs… gündemde olacak. Tüm bunlar Orta Doğu’yu her an patlamaya hazır bir barut fıçısı olarak tutuyor. Bizim de yamacımızda.”