Siyaset

Cehennemin kapılarını kapatabilecek miyiz?

“Güçlü devlet efsanesini yıkan sınamaların ardından artık uluslararası yardım ve krediler olmadan ayakta duramayacak hale geldiğimizi görüyoruz. Doğru tercihte bulunursak ‘Cennetin kapıları açılmayacak fakat Cehennemin kapılarını kapatacağımız kesin'”. Fotoğrafta ABD Başkanı Joe Biden, Küresel Demokrasi Zirvesi’ne davet edilen ülke liderleri ile telekonferans yöntemi ile görüşüyor. (Foto: ABD/Beyaz Saray)

Son iki hafta içinde ülkesini seven herkesi üzmesi gereken iki önemli gelişmeye tanıklık ettik. Bunların her ikisi de basınımızın pek ilgisini çekmedi. Yayınlanan tek tük birkaç haber de, günlük hayatın sıkıntılarını yaşayan sokaktaki insanlar tarafından fark edilmedi.

Her iki gelişmenin de kesiştiği yer şu soruyu davet ediyor: Türkiye’nin siyasi ve ekonomik bağımsızlığı ne durumda? Türkiye, dünya devletleri arasında saygın bir konumda mı? Demokratik, çoğulcu, egemen, ekonomik ve mali bağımsızlığı olan bir ülke özelliğimizi koruyabiliyor muyuz? Ya da, şöyle soralım: Türkiye hakikaten nereye savruluyor?

Deprem neydi, ne oldu? Sonuçlarını nasıl yaşayacağız?

Henüz iki ay önce çok büyük bir depreme maruz kaldık. Yaşayan hafızalarda bunun karşılığı yok. Afetin boyutlarını tanımlamakta zorlanıyoruz. Bilinebilen can kaybı 50 bini geçti, sonra bu seviyede takıldı, kaldı. Çünkü hâlâ kaldırılamayan büyük bir enkaz yığını yerinde duruyor. Deprem çok tartışıldığı için bu konuya girmek belki gerekli değil. Fakat sessiz sedasız başka çok önemli bir gelişme yaşandı geçen hafta, 20 Mart’ta…

Türkiye tarihinde görülmemiş bir şeydi bu: bir bağışçılar konferansında Türkiye’ye yardım için dünya ülkeleri ve uluslararası kuruluşlar aralarında para topladılar.

Hakkında NATO’ya alınır mı, alınmaz mı tartışmasını başlattığımız İsveç’in AB Dönem Başkanı sıfatıyla Brüksel’de düzenlediği bir toplantıda yaşandı bunlar. Toplantı, BM ve AB ortaklığında yapıldı. Resmi adı, “AB-BM Türkiye ve Suriye’ye Bağış Konferansı”. 65 ülke, 26 uluslararası teşkilat ve finans kuruluşları katıldılar. Toplantı öncesi BM Kalkınma Programı Türkiye’nin deprem sonrası gereksinim duyduğu acil yardım tahminini  “en az 100 milyar dolar” olarak açıkladı. Ardından, biz de resmen “en az 103,6 milyar dolara ihtiyacımız olduğunu” açıkladık. Bu ilk tahminler Suriye’yi kapsamıyor. Toplantıda, Türkiye ve Suriye için toplam 7,5 milyar dolar yardım taahhüdü yapıldı. Bunun yaklaşık 6,5 milyar doları Türkiye’ye, kalan 950 milyon doları Suriye’ye yönelik olacak.

100 milyar dolara yakın açık var

Peki, en büyük bağışçımız kim? Her fırsatta kötülemeyi marifet saydığımız Avrupa Birliği (AB). AB Komisyonu, Birlik üyesi 27 ülke, Avrupa Yatırım Bankası ile Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası toplam bağışın yarısını üstlendiler. Kalan yarısını BM dahil uluslararası kuruluşlar ile yine her fırsatta kötülediğimiz ABD’nin başını çektiği ülkeler taahhüt ettiler. Bağışların üçte ikisi uygun koşullu kredi. Bu krediler somut ve denetlenebilir projelerde kullanılacak. Kalan üçte birlik bölüm kontrollü nakit para bağışı. Denetime neden ihtiyaç duyulduğu yoruma açık.

“Başarılı bir dayanışma örneği” deyip geçtiğimiz Bağışçılar Toplantısının ardından hala 100 milyar dolara yakın açık var. Bu parayı nereden, nasıl bulacağız? Tahminen üçte birini pek de uygun olmayan yüksek piyasa faizleriyle dışardan borçlanacağız. Kalan bölümü için ek kaynak yaratmaya gayret edeceğiz. Eğer mevcut ekonomik koşullarda hâlâ ödemeye takatimiz kaldıysa, arttırılması kaçınılmaz olacak ek vergilerle tamamlamaya çalışacağız. Mümkün mü? Belki; ama çok zor.

Buraya nasıl geldiğimizi bir kenara koyalım. İki konuyu gözden kaçırmayalım:

1. Türkiye tarihinde eşi benzeri görülmemiş şekilde bir uluslararası bağışçılar konferansında toplanacak paraya muhtaç oldu.

2. O kadar büyük yardıma ihtiyacımız var ki, bunu toparlamamız sadece bağışla olacak gibi görünmüyor.

Egemenlik ve bağımsızlıktan söz edebilir miyiz?

Uluslararası Bağışçılar Konferansları nadiren ve olağanüstü durumlarda yapılır. Amaç bellidir: öz kaynakları yetersiz, savaş veya afette yıkılmış ve yoksul ülkeler için yardım toplanır. Afganistan, Güney Sudan, Somali ve benzerleri akla gelen ilk örneklerdir. Sözde “dünya lideri” olan, “dünyaya ayar veren” bir ülke için imece usulü para toplandığını duymuşluğunuz var mı? O halde, kronik muhtaçlık içindeki bu ülkelerle artık aynı kategoriye düştüğümüzü varsaymak yanlış olur mu?

Vaziyetimiz, Türkiye’nin 1958’deki resmi iflas ilanına benziyor. O dönemde borçlarımızı ödeyemez hale gelmiştik. Dünya Bankası, IMF ve OECD toplanıp, yeni krediler karşılığı borç ertelemesini ödeme takvimine bağlamıştı. AB henüz ortalıkta yoktu. Bu işin öncülüğünü Soğuk Savaş koşullarında ABD üstlenmişti. Unutmayı tercih ettiğimiz bir iflasın ilanıdır  bu.

Şimdi, şu soruyu soralım: Bu hale düşen bir ülkenin artık mali egemenlik ve bağımsızlığı olduğundan söz edebilir miyiz?

Tabloyu daha elim ve vahim hale getiren başka bir gerçeklik daha var: Deprem sonrası 100’ün üzerinde ülkeden telaş içinde, neredeyse sorgusuz sualsiz, para bağışı ve aynî yardım topladık. Banka hesapları açıldı, uçaklarla uzak ülkelerden yardımlar taşındı. Türkiye’nin bugüne kadar Afrika’dan, Pakistan’dan, Bangladeş’ten, Afganistan’dan, Orta ve Güney Amerika’dan kısacası dünyanın en az gelişmiş, yoksul bölgelerinden çadır, battaniye, jeneratör gibi temel ihtiyaç malzemelerini toplamaya çalıştığını, uzak ülkelerde cami cemaatlerinin Cuma namazı çıkışlarında toplandığı paralara el açmak zorunda kaldığını hiç gördük mü?

Daha bir kaç ay öncesine kadar “veren el, alan elden üstündür; kişi başına düşen gelir hesabıyla, dünyanın en fazla insani yardım yapan ülkesi biziz” diye övünürken, şimdi en az gelişmiş ülkelerin Türkiye’ye cömert yardımlar yaptıklarını Hükümetimizden öğreniyoruz. Büyük hünerle sakladığımız tükenmişliğin ve iflasın her yandan başını uzattığını şimdi görüyoruz. Böylesi bir ülkenin geleceğinin nasıl olacağının herhalde farkındayızdır. Peki, bundan biraz olsun rahatsızlık duyuyor muyuz?

Küresel Demokrasi Zirvesi

Bunlar olup biterken, ABD’nin girişimiyle 28-30 Mart tarihlerinde ikinci Küresel Demokrasi Zirvesi yapılıyor. Zirvenin ilki, 107 ülkenin katılımıyla Aralık 2021’de yapılmıştı. Bu defaki toplantıya 120 kadar ülke davet edildi. NATO üyeleri olan Türkiye ve Macaristan bunlar arasında yok. Üstelik Macaristan AB’nin de üyesi. Buradaki mesaj gayet açık değil mi? Başımızı kumdan çekip çıkarırsak, bunu görmemiz zor olmaz. Ayrıntılara girip taktik akıl yürütmelerin sanırım önemi yok, daha geniş ve stratejik bakışla durumu değerlendirelim.

Türk basınına yansıtılmaması, bu zirvenin önemini gölgelemiyor, bilakis dikkatlerden kaçırıyor. ABD’nin Türkiye’yle ilişkilerini uzun süredir sınırlı ve odaklı angajman siyasetiyle yürütme tercihini biliyoruz. Mesajlar açık, yorum gerektirmiyor. Dikkat edilirse, ABD bu politikasını Avrupa Birliği ile eşgüdümlü yürütüyor. Bu durum, bizim demokratik Batı dünyasıyla ilişkilerimizin geldiği yeri ortaya koyuyor.

Türkiye demokrasi bloğunun neresinde?

Kusurlu bir demokrasinin yarattığı demokrasi eksiğimiz belli. Diğer davetlilerin ne kadarı Batılı manada demokratik, bunun fazlaca önemi yok. Bizim davetli edilmeyişimizin yarattığı sonuçların önemi var. Şimdi bunlara bakalım:

Demokrasi demek, hukuk devleti, şeffaflık ve öngörülebilir olmak demek. Bu koşulları taşıyan ülkeler düşük faizli kredi ve borçlanma yapabiliyor, yatırım çekebiliyor. Durum böyleyken, üstelik depremden sonra ortaya çıkan acil finansman ihtiyacımızı nasıl karşılayacağız? İşte önümüzde devasa bir sorun. Buyurun, çözümünü bulun. Bu, yakın vadeli sonuç.

Bir de uzun erimli etkisi var bu halin yazılıp, çiziliyor. Önümüzdeki yılların saflaşması Batılı ‘demokrasi bloku’ ile Avrasya merkezli ‘otoriter blok’ arasındaki cepheleşme üzerine yükselecek. Türkiye, demokrasi blokunun neresinde? Ya da nerede olmak istiyor? Durduğumuz yerde bizim tercihlerimizin, ısrarlı hatalarımızın, otoriterleşme eğimi iyice dikleşen bir patikada hızla aşağı doğru kaydığımızın farkında mıyız? Bu kayma nerede, hangi çarpmayla bitecek? Giderek daralan bir özgürlük ve tartışma alanı, özlenen otoriter kalkınmayı, gelişmeyi mi sağlayacak sanıyoruz? Öyleyse, aldanıyor olabiliriz. Otoriter ve içine kapanan, demokratik hesap verme yollarından âzâde hale gelmiş bir ülkenin perde gerisinden rahatça güdülebildiğini, siyasi bağımsızlığının kalmayacağını görüyor muyuz? Görüyorsak, bundan rahatsızlık değil miyiz?

Hızla yaklaşan seçim virajı ve cehennemin kapıları

Kendilerine benzedikçe daha sıcak kucaklaşmalarda buluştuğumuz Avrasya ülkelerinin güçlü bir devlet yapısı yok. Aksine yapısal zaaflarının  üzerini, halklarının üzerine battaniye gibi çektikleri baskıcı otoriteyle  kapatmaya çalışıyorlar. Devletlerin gerçek gücü, büyük afetler, ekonomik krizler, sıcak çatışmalar gibi çetin sınamalarla açığa çıkıyor. Türkiye bu sınamaların tamamını maalesef yıllardır tecrübe etti, yüzleşti. Güçlü devlet efsanesini yıkan sınamaların ardından artık uluslararası yardım ve krediler olmadan ayakta duramayacak hale geldiğimizi görüyoruz.

Daha kötüsü olabilir mi? Elbette olabilir. Önümüzdeki seçimler nereye, hangi yöne gitmeyi tercih edeceğimizi gösterecek, daha iyiye veya daha kötüye geçme eşiğinde sınanacağız. Eğer hakiki, sağduyulu, soğukkanlı ve tarafsız gözle bakarsak, önümüzde duran sert virajı görebiliriz. Bu virajda ya tarihi bir kırılmayla savrulacağız, ya da umut dolu bir geleceğe direksiyon kıracağız. Doğru tercihte bulunursak “Cennetin kapıları açılmayacak fakat Cehennemin kapılarını kapatacağımız kesin”. Aklımızı başımıza toplamamız için sanırım bu şansı kullanmamız gerekiyor. Zira, bir başka şans karşımıza çıkmayabilir.

Namık Tan

(E) Büyükelçi

Recent Posts

İYİ Parti’nin yeni lideri Musavat Dervişoğlu

Seçim yenilgilerinin ardından iç çalkantılarla gündemden düşmeyen İYİ Parti'nin 5. Olağanüstü Kurultayında, partide Grup Başkan…

11 saat ago

Türkiye aslında çok zengin bir ülke. Yeni bir 2030 vizyonu gerekiyor

Türkiye aslında çok zengin bir ülke. Yeni bir 2030 vizyonu gerekiyor. Gerçekten de öyle. Hiç…

12 saat ago

Bir Türk yetkili: Erdoğan’ın ABD ziyareti ertelendi

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın 9 Mayıs'ta yapması beklenen ABD seyahatinin ileri bir tarihe ertelendiği bildirildi. İsminin…

1 gün ago

ABD’de Columbia, Türkiye’de ODTÜ: öğrenciler neden ayakta?

"ODTÜ'de bugün de bir kez daha Devrim Stadyumu'nun adını söyleyemeyen Rektörlük, Bahar Şenliği'ni Devrim'den soyutlamak,…

1 gün ago

Şimşek’in iki zorlu sınavı: vergi reformu ve kamuda tasarruf

Seçim bitti. Seçim Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın hedeflediği gibi değil CHP lideri Özgür Özel’in istediği gibi…

1 gün ago

Dünya fikri mülkiyet günü: Adalet, yaratıcılık ve hakikat

Bugün 26 Nisan Dünya Fikri Mülkiyet Günü. Dünyayı fikirlerin ve bu bağlamda kararların yönettiği düşünülürse her…

2 gün ago