Anayasa Mahkemesi (AYM) kadınların evlenmeden önceki soyadlarını kullanabilmeleri için tarihi bir iptal kararına imza attı.
28 Nisan’da Resmi Gazetede yayımlanan kararla AYM, Türk Medeni Kanunu’nun 187’inci Maddesi’ndeki “Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir” hükmünü eşitliğe aykırı bularak iptal etti.
Tarihi diyorum çünkü bu karar 25 yıllık bir hukuki mücadelenin ürünü.
Kadının adı, soyadı
2015 yılında bir aile mahkemesi hakimi, bir kadının evlendikten sonra önceki soyadını kullanmaya devam edebileceğine hükmetmiş, Milliyet gazetesinin Ankara bürosunda elimde bulduğum bu mahkeme kararına sevinmeli miyim, kızmalı mıyım, heyecanlanmalı mıyım bilememiştim.
Mevzubahis kadın bir akademisyendi, evlenmeden önce pek çok makale yayınlamış, doğumda ona verilen ismi ile toplumsal hayatta tanındığı ve bir kimlik edindiği için bu ismini kullanmaya devam etmesi mahkemece uygun görülmüştü.
Karar ilk değildi, daha önce verilen benzer bir karar ve uluslararası anlaşmalar emsal alınmıştı. Zaten kadınlar istedikleri takdirde erkeğin soyadının önüne kendi soyadlarını da kullanmaya devam edebiliyorlardı. Bu akademisyen kadın, eşinin soyadını almadan da hayatına devam edebilecekti; bunun için mahkemeye başvurmuş, kazanmıştı.
Peki ama “bir kimlik” edinmemişsem, bir akademisyen değilsem, tanınmadı, bilinmediysem, bir kadınsam, adım yoksa, soyadım da olmayacak mıydı?
Soy kütüğünde kadın
Boşanmış bir kadın, soyadı tekrar doğumda aldığı soyadı olmuş, bir çocuğu var, eski eşinin soyadını taşıyor. Bir havaalanındalar. Yurt dışına gidecekler. Soyadları farklı. Çocuk küçük, annesi olduğunu ispatlamasını istiyorlar. Kimlikteki isim yeterli olamıyor. Doğum belgesi istiyorlar. Kadının adı yok, geçersiz.
Bir örnek daha, diyelim ki evlat edinmek istiyorum, kadınım, tek başımayım. Kütük açamam. Babamın kütüğündeyim, oraya kayıt açtırıyorum. Çünkü bir kadının kütük açma hüviyeti yok, çünkü soyadı yok. Soyadları erkeklerin sahip olduğu bir şey. Kadınlara ise verilen bir şey. Kadınlar evlendiklerinde eşlerinin kütüklerine taşınıyor, boşandıklarında tekrar babalarının kütüğüne geri dönüyor. Kadının kütüğü yok.
Soy kaydının bu şekilde tutulması belki yüzyıl başlarında metodolojik olarak daha elverişli bulunmuş olabilir. Medeni kanun, miras kanunu, nüfus işleri bakımından en uygun metodolojinin bu olup olmadığı tartışılır. Ancak, uzmanlar, dijital bir dönemde, nüfus ve soy kaydının tutulması için, soyadı benzerliği ve erkek soy kütüğü aktarımının tek koşul olmadığını belirtiyor. Kadının soyu da yok.
Ama kadının mücadelesi var. İşte bu mücadele ile adına, soyadına, soyuna ve kütüğüne sahip çıkıyor.
Anayasa Mahkemesi’nde verilen iptal kararı da bu mücadelenin sonucu. Mahkeme salonlarında, hastane koridorlarında, meclis sıralarında elde edilen her bir kazanımın ardında da bu mücadele var.
Hukuki değil, anlayış sorunu
Soyadı mücadelesinin fikir öncülerinden olan Avukat Nazan Moroğlu, “Kadının soyadı kuralı, erkek egemen zihniyetin kapılarını açan anahtardı. İptal kararı sadece kadının kimlik sorununa çözüm getirmekle kalmayacak, toplumsal cinsiyet eşitliği için zihniyet dönüşümünün de yolunu açacak,” diyor.
Çünkü meselenin ardında, hukuki bir gereklilikten çok bir “eşitsizlik” sorunu var. Anayasa Mahkemesi üyesi Muammer Topal’ın son karar ile ilgili kullandığı karşı oy gerekçesinde de bu açıkça görülüyor.
Topal, “kadın-erkek eşitliği modern hurafelerden biridir” diyor:
“Kadın ve erkeğin anatomik, fizyolojik, psikolojik ve cinsiyet farklılıkları sosyal anlamda da eşitliği imkansız kılan bir özelliğe sahiptir. Kısacası kadın erkek arasında yaratılış gerçekliği olarak yapısal eşitsizlik vardır. Bu durum genel olarak toplumda konumları itibarıyla kadın ve erkeğin eşitliğine engel olarak görülmektedir. Dolayısıyla üzerinde söz söylemeye fırsat bile verilmeden kabullenilmesi gereken dogmatik bir değer olarak öne sürülse de kadın/erkek eşitliği, modern hurafelerden birisidir ve ne ailede ne de toplumda huzuru, adaleti ve mutluluğu sağlayabilecek bir özelliğe sahiptir.”
Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu, Topal’a verdiği cevapta da meselenin hukuki olmadığını, bir anlayış sorunu olduğunu gösteriyor:
“Kadın ve erkeğin fizyolojik farklılıklarını eşitliğe aykırı bir durum olarak anlatma çabası içinde olmak yüzlerce yıl öncesinde kalmış çağdışı bir anlayış biçimidir. Bu anlayış insanlık tarihi boyunca yaşanan pek çok trajedinin de kaynağı ayrımcı, ırkçı, nefret suçlarından beslenmektedir. Bu düşünceye sahip kimseler farklı ayrımcılık türlerini de destekleme, yurttaşları çeşitli farklılıklarından ötürü sınıflandırmaya ve hukuk önündeki statülerini bu farklılıklara göre belirleme eğilimindedir.”
Şimdi ne olacak?
Anayasa Mahkemesi’nin kararı 9 ay sonra yürürlüğe girecek. Bu arada iptal edilen 187. madde ile bağlantılı çocukların soyadı, boşanma sonrası soyadı gibi maddelerde de değişikliğe gidilecek.
Moroğlu, YetkinReport’a verdiği yorumunda bu eşitlik paketinin bir bütün olarak ele alınması gerektiğini, Nüfus kütüğü dahil olmak üzere daha eşitlikçi bir anlayışla yeniden değişmesi gerektiğini söylüyor.
Biz de anayasayı tekrar hatırlatıyoruz:
Madde 10 – Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür’