Uzun bir süredir uygulanmakta olan ekonomik programın sürdürülebilir olmadığı ortada. Bu savın bariz kanıtlarından biri, seçim öncesinde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının (TCMB’nin) döviz rezervlerinin erimesi pahasına tam saha baskıyla kontrol edilmeye çalışılan döviz kurunun, seçimden sonra naçar dik bir yokuşu çıkmaya başlaması. Olanaklar izin verdiğince bu yokuş yukarıya tırmanışın kontrollü olmasına çalışılıyor; ancak olanaklar da çok sınırlı.
Mantık, seçimler bittiğine göre, sürdürülebilir olmayanın değiştirilmesi gerektiğine işaret ediyor.
Bugünlerde dikkatler ekonominin yeniden Mehmet Şimşek’e emanet edilip edilmeyeceğine yoğunlaştı. Peki, nasıl bir ekonomik program bekliyor bizi? Önce şunu belirtmekte yarar var: Nasıl bir kabine ortaya çıkarsa çıksın hem geçmiş deneyim hem de yapılan açıklamalar ekonomik programın yapısal reform ayağının eksik olacağını anlatıyor bize.
Hatırlarsanız, daha önceki yazılarımda ekonomi programının makule dönmesi halinde, tüm bozukluklara karşın, ekonomide işlerin uzun sayılmayacak bir sürede yoluna girebileceğini iddia etmiştim. Makule dönüşün üç bileşeni vardı: Ekonomik istikrar, ekonomide kurumsal değişiklikler, ekonomi dışındaki alanlarda kurumsal düzenlemeler. Sözünü ettiğim yazılanlardan alıntılayarak biraz daha açayım bu bileşenleri.
Kura baskıyı ortadan kaldırmanın, risk priminin ve enflasyonu çarpıcı biçimde düşürmenin olmazsa olmazı istikrara yönelik adımların atılması. Şöyle: TCMB enflasyona odaklanacak. Hazinenin gelir ve borç garantileri gözden geçirilecek ve azaltılmaya çalışılacak. Vatandaşlarımızdan döviz cinsi borçlanmaya son verilecek. Şatafatlı projeler rafa kaldırılacak ve öncelik deprem harcamalarına verilecek. Vergi kayıpları azaltılacak. BDDK, bankacılık sektörünün röntgenini çekecek ve sonuçlarını şeffaf biçimde açıklayacak. Bu çerçevede, özellikle banka bilançolarının, faiz artışına karşı ne ölçüde hassas olduklarının değerlendirilmesi gerekiyor. Ayrıca hem TCMB hem de BDDK özellikle Eylül 2021’den bu yana aldıkları ve banka bilançoları ile şirket bilançolarını bozma potansiyeli taşıyan bir dizi kararı yürürlükten kaldıracaklar.
Hem istikrara yönelik adımların kalıcı olacaklarına dair güveni artırmak hem de Türkiye’nin yüzde 4,5 civarında olan potansiyel büyüme oranını yükseltmek için yapısal reformlara da ihtiyaç var. Bu reformların ekonomiye yönelik olanları, makule dönüş programının ikinci ayağı olmalı. Şunlar: TCMB’nin politik açıdan bağımsızlığı yeniden sağlanacak. BDDK ve Rekabet Kurumu gibi kurumlar için de benzer düzenlemeler düşünülmesi gerekiyor. Yayınlanan istatistiklere güven duyulmasını sağlayacak düzenlemelere ihtiyaç var. Kamu kesiminin ‘düşünce kurumu’ niteliğinde, mülga DPT’nin yerini alacak bir kuruma ihtiyaç var. Arazi rantının vergilendirilmesi, ihale yasasının sil baştan yeniden yazılması gibi adımlar atılmalı.
Ekonomi dışındaki alanlarda atılacak yapısal reform adımları da özetle şöyle belirtilebilir: Öncelikle bağımsız, adil ve hızlı çalışan bir yargı sistemi kurulması gerekiyor. Güçlü sendikalar, güçlü bir sosyal güvenlik sistemi, depreme dayanıklı binaların inşa edilmesini sağlayacak bir kurumsal yapı, müsteşarlıkların yeniden oluşturulması, liyakate dayalı atamalar…
Makule dönüşün üç bileşeninden son ikisinin yeni ekonomi programında yer almayacağı kesin gibi. Belki birkaç tanesinin ismi ‘adettendir’ babından zikredilebilir; o kadar. Bu durumda, şu iki noktayı belirtmek mümkün: Birincisi, Türkiye’nin yüzde 4,5 civarında olan potansiyel büyüme oranının artması söz konusu değil. Dolayısıyla, Dünya Bankasının dört gruba ayırdığı ülkeler sınıflamasında ikinci ligde kalmaya devam edeceğimiz kesin. Önemli olan ikinci ligden düşmemek olacak. İkincisi, risk priminde çarpıcı bir düşüş –mesela 100 baz puan civarında bir CDS düzeyi, beklememeli.
O zaman şu sorulara yanıt aramak gerekiyor: Ekonomide istikrarı sağlayabilecek miyiz? Yani; enflasyon tek haneye düşecek mi? Büyüme oranımız yüzde 4,5 etrafında fazla oynamadan kalacak mı? Risk primimiz daha makul düzeylere inecek mi? İşsizlik oranımız son yıllardaki en düşük düzeyi olan yüzde 8’lere düşecek mi? Cari işlemler açığını kabul edilebilir bir düzeye çekecek ve finansmanında sorun yaşamayacak mıyız? Bankalarla şirketleri zor duruma düşüren kararlar kaldırılacak mı? Kredi, mevduat ve tahvil faizleri ile TCMB politika faizi birbirleriyle uyumlu düzeylere yönelecek mi? Dolarlaşma gerçekten liralaşmaya dönüşecek mi?
Ekonomide istikrarı sağlamanın olmazsa olmaz koşulu para politikasında makule dönülmesi.
Ama o da yetmez; piyasanın işleyişini bozan çoğu düzenlemenin kaldırılması gerekiyor.
Maliye politikasında ise önceliğin depremin yerle bir ettiklerinin yeniden inşasına verilmesi şart.
Yerleşiklerden döviz cinsinden borçlanılması uygulamasından vazgeçmek lazım.
Kur korumalı mevduat belasına son vermek gerekiyor. Finansal istikrar adı altında yapılan –özellikle de makro ihtiyati olduğu iddia edilen, düzenlemelerden bir an önce kurtulmak lazım.
Seçim sürecinde yapılan açıklamalara bakınca, bu saydıklarım arasında gerçekleştirmesi en güç olanın para politikasının normalleşmesi olduğu anlaşılıyor. Sözde düşük politika faizinden nasıl vazgeçilecek? ‘Sözde’ diyorum, çünkü dönüp dolaşıp geldiğimiz noktada hem mevduat hem kredi faizleri oldukça yüksek düzeylere çıkmış durumda. O zaman o düşük politika faizi, enflasyonu ve risk primini sıçratmaktan başka ne işe yarıyor?
Kaldı ki yukarıda vurguladığım gibi politika faizinin artırılması da tek başına çare değil. Hadi politika faizinin artırılmasına yeşil ışık yakıldı diyelim. Yeşil ışığın kuvveti ne kadar olacak? Mayıs ayında yüzde 35-40 arasında bir yerde gerçekleşmesi beklenen enflasyonla ve makul bir ekonomi programına dönülmeyeceği için yılsonunda bu düzeyden çok da fazla aşağıda olmayacak bir enflasyon düzeyiyle uyumlu bir yere çıkartılacak mı faiz? Bir çırpıda değil elbette, kademeli olarak.
Bir de kimler uygulayacak bu programı? İsimler, en azında programa ilk başlarda elzem olan güvenin bir miktar da olsa sağlanması için önemli. Ama iş sadece isimle bitmiyor. O isim (isimler) hiç olmazsa makule dönüşün istikrar ayağını uygulayabilecekler mi? Hangi süreyle? Bu süre içinde işlerine müdahale olacak mı? Yakın geçmişteki Naci Ağbal-Lütfü Elvan deneyimi ne yazık ki bu açıdan iyimser olmamızı engelliyor. Bu defa farklı olabilir mi? Göreceğiz.
ABD’nin seçeceği 47’inci Başkan, Türkiye’nin 12 Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın çalışacağı 5’inci Başkan olacak. AK Parti…
İçişleri Bakanlığı 4 Kasım sabahı Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk’ü, Batman Belediye başkanı Gülistan…
Karl Marx’ın meşhur sözüdür: tarihte olaylar ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekrarlanır. CHP’li İstanbul Büyükşehir…
ABD’nin Orta Doğu’dan da sorumlu Merkezi Komutanlığı (CENTCOM) 1 Kasım’da gönderileceği duyurulan ilk B-52 stratejik…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer'in tutuklanmasını protesto etmek için düzenlenen mitingdeki…
Avrupa Komisyonu'nun üyeliğe aday ülkelerin son bir yıl içindeki gelişmelerini değerlendiren yıllık raporu, 30 Ekim…