Çeyrek asırdır Ankara’da sessizce varlığını sürdüren ve Türkiye’nin ilk kadın filmleri festivali olma özelliğine sahip Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali, bu yıl 26. kere perdelerini Ankaralı izleyiciler için açtı.
Kadın sinemacıların imzasını taşıyan uzun metrajlı, belgesel ve kısa filmleri izleyiciler ile buluşturan festival 31 Mayıs – 7 Haziran tarihlerinde Kızılay Büyülüfener Sinemasında olacak. Film gösterimlerinin yanı sıra festival boyunca panel ve etkinlikler de düzenlenecek.
Uçan Süpürge, Cannes, Berlin, Rotterdam gibi dünyanın en önemli festivallerine jüri gönderen FIPRESCI jürisine sahip ilk kadın filmleri festivali. FIPRESCI jürisi her yıl festivalde Her Biri Ayrı Renk bölümünü değerlendirip ödül veriyor. Bu yılın ödülleri 7 Haziran’da verilecek.
İran’dan mesaj var: Mania Akbari Rüzgârı
Sinematek/Sinemaevi ile sinema ve feminizm odaklı bağımsız dijital yayın organı Another Gaze / Another Screen işbirliğiyle hazırlanan, festivalin bu yıla özel bölümlerinden “İranlı Kadınlar Konuşuyor: Tarih, Sanat, Direniş” adlı bölüm kapsamında İranlı yönetmen, sanatçı, yazar ve oyuncu Mania Akbari Ankara’daydı.
Akbari, Amsterdam Uluslararası Belgesel Film Festivali’nin (IDFA) de aralarında olduğu birçok saygın festivalde gösterilen, İran sinema tarihinden klipler üzerinden kadına yönelik sömürüyü ve nesnelleştirmeyi gözler önüne seren filmi Ne Cüretle Bunu İstersin? gösterimi sonrasında da filme dair merak edilenleri yanıtladı.
20 yıldır Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri festivali ile aile gibi olduklarını söyleyen Akbari filmine dair;
“Bu film kadın, yaşam, özgürlükle alakalı. Benim buradaki ideolojim kadın bedeni ve kadın bedeninin sinemadaki temsili ve erkeklerin kadın bedeni üzerindeki hegemonyasını, bakışını göstermekti. Bu bakışı nasıl kırabilir ve düzeltebiliriz diye çalışmaya başladım. Benim burada yapmak istediğim şey kendi bedenim ile başka bedenler arasında diyalog kurabilmekti. Filmde görmüş olduğunuz kadınlar erkek yönetmenlerin bakış açılarından çıktıktan sonra bir kadın yönetmen olarak benim bakış açıma girdiklerine sanki özgürlüğe kavuştular. Aslında dünyanın pek çok yerinde sinemada kadın temsiliyeti benzerlik gösteriyor. Bu filmdeki bir önemli nokta da Avrupa’nın İran’ın böyle bir sineması olduğundan habersiz oluşuydu ve gördüğünde şok oldu. Filmde yer alan arşiv görüntülerinin nerede olduğu çok belli değil, bu görüntülere ulaşmak gerçekten çok zor. Emin olduğum bir şey daha var ki; İran sinema tarihi rejim tarafından yok edildi. Bu görmüş olduklarımızdan çok çok daha fazlası var aslında,” dedi.
“Kadın bedeni üzerinde her zaman söz sahibi olunmaya çalışılıyor”
Mania Akbari, kadının ve kadın bedeninin üzerindeki diktatör yapıların kendilerine yön vermesinin, ataerkil baskının ve karar verici olma gücünün İran’da her dönemde var olduğunun altını çizerek başladığı konuşmasına kadın bedeninin film afişlerinde kullanımı ile başladı.
Başta cinsel bir obje olarak kullanılan kadın bedeninin sonrasında buzlanan, yok sayılan hale dönüştüğünü, daha da sonrasında fotoğraf ve görüntülerden tamamen yok edildiğinin altını çizdi. Akbari, İslam Cumhuriyeti öncesi dönemde yapılanla, sonrasında yapılan arasında fark olmadığının, her zaman kadın bedeni üzerinde söz sahibi olunmaya çalışıldığını sözlerine ekledi. Sosyal medyanın gücüyle son dönem seslerini tüm dünyanın duyduğu İranlı kadınların, İran Devrimi sonrasında hatta çok daha öncesinden bu direnişin temelini attığını söylerken, İran’ın kadınların sadece başlarını ya da bedenlerini değil savaşlar ve uygulanan politikalar ile zihinlerini de kapatmaya çalıştığını dile getirdi.
Kendi sinemaya başlangıcının sebebi ilk hocasının bir kadın sinemacı Mahvash Sheikholeslamiolmasına rağmen, biyografilerinde adının asla geçirilmediğini Kiarostami’nin ilk hocası sayıldığını söyledi ve tüm bu baskı ve bakışın etkilerinin kendi sinemasına yansımasını anlattı:
“Sinemada kadın olgusunu ve kadını yok ettiler. Sinemada güç tamamen erkeklerin eline geçti, afişlerde bile kadın yok oldu. İran Devrimi sonrasında ise sinemada kadın temsili sadece fedakâr, yemek yapan, çocuk bakan, erkeğe aşık hale geldi. Kendi olmasını istediği gibi, kendi ideolojilerini empoze ederek var ettiler kadını. Ben kendime derman olarak sinemayı seçtim. İlk uzun metraj filmim 20 Parmak’ta çığlıklarımı duyuyorsunuz aslında. Kamera arkası ve önünde bulundum. Her detayıyla kendim ilgilendim. Bu da benim aslında feryadımdı. Filmlerimde kadınları dayatılan güzellik algısı dışında tasvir etmek istedim.”
Festivalin gösterim programı için tıklayınız