Muhalefet seçim yenilgisiyle aldığı darbenin ardından ikinci bir darbeyi bu kez kendine vuruyor. Muhalefette seçim öncesi iktidara yönelen öfke, yaşanan mağlubiyet sonrası kendine yönelmiş durumda. Hemen hemen her gün muhalefet partilerinin birbirleri hatta kendi partileri içindeki isimlerle ilgili yıkıcı sözler sarf etmesini, ayrılık kararları almasını izliyor, okuyoruz.
Seçmenler de farklı durumda değil. Belki de sağlıklı bir özeleştiri ve yapıcı bir değişim yerine bu kendine küsmüş, yıkıcı tabloyu görerek, onlar da muhalif partilerden ümidi kesmek üzere. Dün iktidar aktörlerini ekranlarda gördüğünde kanal değiştiren muhalif seçmen bugün henüz bir ay önce oy verdiği isimleri ekranlarda görmeye, duymaya tahammül edemiyor.
Muhalefet öfke oklarını kendine çeviriyor
Önceki gün, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in partisinin kurultayında hem kendi partisi, hem de 6’lı masa ile ilgili sert ifadeleri ve ittifak sürecinde üstlenmiş olduğu rolle ilgili pişmanlık sözleri bu ruh haline en son örnek oldu.
2024’te yapılacak yerel seçimler öncesindeki bu gelişmeler pek çok kişi tarafından muhalefet ittifakının çözüldüğü ve dolayısıyla 2019 seçimleri sonrası muhalefetçe kazanılan büyükşehir belediyelerinin AK Parti’ye geri geçme ihtimalinin arttığı şeklinde yorumlanıyor.
Bu yorumlar haksız da değil. Muhalefetlerin baskın iktidar partilerine karşı başarı elde edebildiği neredeyse tüm örneklerde ittifak stretejilerinin benimsendiğini biliyoruz. Ancak 2023 seçimlerinde de görüldüğü gibi, partiler arası ittifak kurmak bu partilerin tüm seçmenlerini ittifağa taşıyabileceklerini garanti etmiyor.
Bu durumda partiler ittifaktan güçlenmek şöyle dursun, zararla da çıkabiliyor. İYİ Parti’nin başına gelen de aşağı yukarı bu oldu. İYİ Parti seçmeni, partisinin 6’lı masada görünmezleştiğini, sesinin duyulmaz, mesajının silik hale geldiğini hissetti. Akşener’in “kuyruk siyaseti” diye tanımladığı da aslında bu.
Peki bu kaçınılmaz mıydı?
İttifaklar ne zaman boğucu, ne zaman kazandırıcı olurlar?
İttifaklar ve toplumsal uzlaşı gibi konularda öğrencilerimle konuşurken çocukluğumda duyup çok etkilendiğim “Yunus ve çocuk” hikayesinden bahsederim.
Bu hikayeyi -ki kaynağı aslında bir Ege miti imiş- annem mi anlatmıştı, kendim mi okumuştum bilmiyorum ama biz üç kardeş hepimizin bu hikayeden çok etkilendiğini, ve evimizde bu hikayeye çeşitli vesilelerle sık sık referans verildiğini hatırlıyorum.
Hikaye, bir çocuğun denizde karşısına çıkan bir yunusla kurduğu sıra dışı ve hazin arkadaşlığı anlatır. Çocuk ve yunus bir dostluk kurar, birlikte zaman geçirmek, ayrılmamak isterler. Fakat çocuğun hayatta kalmak için sık sık suyun yüzüne çıkmaya yunusun ise sık sık suyun altına inmeye ihtiyacı vardır. Çözüm olarak çocuk yunusun sırtına biner ve kâh suya dalıp kâh çıkarak günlerini geçirmeye başlarlar. Çocuk ve yunusun bu şaşırtıcı arkadaşlığı herkesin ilgisini çeker ve merak uyandırır. Ne var ki, bir gün, ikisinin de bedenleri kıyıya vurmuş halde bulunur.
İttifak partileri kendi seslerini yitirmeden bir arada olabilmeli
Bu hüzünlü hikayeyi siyasi açıdan muhafazakar bir biçimde yorumlamak elbette mümkün. Bu muhafazakar mesaj, “öteki” ile yol yürümeye çalışmanın tüketici, iyi niyetin ise yetersiz olduğu şeklinde olabilir.
Bugün gerek CHP gerekse İYİ Parti içinde 2023 başarısızlığını ittifak siyasetine bağlayanların, yaşananlara bu çeşit bir muhafazakar yorumla baktıklarını düşünüyorum.
Oysa “Yunus ve çocuk” metaforunun farklı siyasi yorumları mümkün.
Bana göre hikayenin ana mesajı ötekiyle yol yürümenin değil, kendi sesini yitirmenin öldürücü olduğuyla ilgili. Nitekim, CHP içindeki “Ne olduysa, soldan/laiklikten/cumhuriyetçilikten vb. uzaklaştığımız için oldu” yahut İYİ Parti içindeki, “Milliyetçi mücadele veremedik” türünden eleştirilerin -doğrulukları tartışılır olsa da- bu “özgün sesini yitirme kaygısını” yansıttığını görmek gerek.
Muhalefet partilerinin aynılaşmaya değil sinerjiye ihtiyacı var
Ne var ki, birlikte yürümenin şartı aynılaşmak ve kendi mesajından vaz geçmek değil. Aşırı uyum çabası tüketici olabilir, ama uzlaşı için bu bir gereklilik olmadığı gibi, aslında sağlıklı da değil. Kaldı ki ortaklığın en güzeli, aktörler “kendileri” olmaya devam ederken birbirini kabullenebildiğinde oluyor zaten. Resim derslerinden hatırlayan olacaktır, tüm renkleri karıştırınca ortaya bir renk cümbüşü filan değil, boğuk bir kahverengi çıkar.
Nitekim Akşener’in CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığıyla yahut HDP ile ilişkilerle ilgili bariz ama etkili bir eyleme de dönemeyen rahatsızlığı; Kılıçdaroğlu’nun HDP, PKK, ve sığınmacılar gibi konularda muğlaklığı ve “savunmada” kalma hali; 6 partinin de cinsiyet eşitliği, cinsel azınlıklar ve hatta ekonomi yönetimine kadar, birçok konuda zoraki sessizliği, bir uzlaşı ortamından çok boğucu ve bir baskılayıcı bir atmosfere işaret ediyordu. Herkesi memnun etme çabası fikirlerin bastırılması yoluyla olunca kimse sonuçtan pek memnun olmadı ve seçmene ilham verecek bir sinerji oluşmadı. İttifak tümüyle başarısız olmadı ama potansiyelinin gerisinde kaldı.
Peki şimdi ne olur? 2024 seçimlerine ittifaksız girecek bir muhalefetin başarı sansı olur mu?
2024’te ittifaksız bir muhalefetin başta İstanbul olmak üzere büyük şehirleri iktidara kaptırma ihtimalinin yüksek olacağına inanıyorum. İttifaktan vazgeçmek, 2023’te yaşanan sorunlara çözüm değil.
Bana göre 2024’te sağlıklı bir muhalefet ittifakının kurulabilmesi için başta CHP ve İYİ Parti olmak üzere, ittifak bileşeni partilerin öncelikle, tek tek kendi ayakları üzerinde sağlıklı bir biçimde durabilir hale gelmeleri gerekli. Bunun için bu partilerin ülkenin önemli konuları ile ilgili duruşlarının ve vizyonlarının ne olacağı ile ilgili bir netleşmeye ihtiyaçları var.
Muhalefet ilham verici bir liderle yeniden birleşebilir
İkinci, ve bununla bağlantılı olarak ise, muhalefete liderlik edecek ve partiler arası sinerji yaratabilecek bir aktöre ihtiyaç var. Muhalif eğilimli seçmen gruplarını bir araya getirmenin, liderler arası anlaşma sağlamakla olamadığını; muhalefetin güçlü, ilham verici ve sürükleyici bir liderliğe ne denli ihtiyacı olduğunu Mayıs seçimlerinde gördük.
Bu lider CHP’den mi, İYİ Parti’ten mi, yoksa bambaşka, hatta belki de yepyeni bir siyasi hareketten mi çıkar henüz bilemiyoruz. Ama bu gerçekleşmezse, muhalefette 2023 seçimleri sonrası başlayan çözülmenin devam edeceğini, 2024 seçimlerine AK Parti’nin rakipsiz gireceğini ve Türkiye siyasetinde “muhalefetsiz iktidar” döneminin başlayacağını öngörmek mümkün.
Bu nedenle bugün, muhalefetin kendine yönelmiş öfkeye değil sağlıklı özeleştiriye ve yıkıcı enerjiyi yapıcı eyleme çevirebilecek, cesur ve ilham verici siyasi aktörlere ihtiyacı var.