Almanya Federal İçişleri ve Yurt Bakanı Nancy Faeser, geçtiğimiz gün Hürriyet Gazetesi’ne verdiği mülakatta Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki göç anlaşmasının yenilenmesi gerektiğini söyledi.
Faeser, AB’nin Türkiye’ye daha fazla mali destek verebileceğini ifade ederken, Türkiye’den de “sorumluluklarını sürdürmesini” beklediklerini dile getirdi.
Bu açıklamanın yapıldığı gün AB üye ülke temsilcileri Ortak Avrupa Göç Sistemi’nin yeni maddeleri için verilen teklif üzerinde anlaşmaya varmışlardı.
Öneri, yeni bir göç krizinde alınacak önlemleri içeriyor, ancak düzenlemelerde dikkat çeken bir konu var, o da “üçüncü bir ülke veya gücün göçmenler aracılığı ile Birlik üyesi ülkeleri destabilize etmeye çalışması” durumunda yapılacaklar.
Bu “üçüncü ülke veya güç” vurgusu Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı mı işaret ediyor? Ardında ne gibi endişeler yatıyor? Avrupa yeniden Erdoğan’ın kapısını mı çalacak, yoksa Erdoğan “kapıyı açarım” dediğinde kapılar kapalı mı olacak?
Önce düzenlemenin ne içerdiğine bakalım.
Avrupa Birliği ülkeleri göçmen ve mülteci başvurularında “Dublin Kriterleri” olarak adlandırılan kriterleri temel alıyor. Bu sistemde başvuruları değerlendirme sorumluluğu, mültecinin ilk ayak bastığı ve “ilk ülke” olarak adlandıdan ülkenin sorumluluğunda. Bu sebeple bir kere Avrupa Birliği içerisindeki ülkelerden birisinden kabul alırlarsa birlik içerisindeki seyahat serbestliğini kullanarak diğer ülkelere geçiş yapabileceklerini düşünen mülteciler, AB sınırındaki ülkelerde yığılma yaratıyor. Özellikle 2015’teki göç krizi bu sınır ülkelerde ciddi maddi ve bürokratik yüke; göçmenlere yapılan muamelelerde ise insan hakları ihlallerine sebep oldu.
Bu düzensiz ve kontrolsüz göçün birlik ülkelerinin iç politikasında yarattığı etkinin yanında özellikle Yunanistan ve daha sonra İtalya’ya ulaşan mültecilerin maruz kaldığı muamelelere dair tepkiler ve iklim değişikliklerinin bir sonucu olarak önümüzdeki yıllarda ciddi bir göç dalgası beklentisi Birlik üyelerini göç politikası konusunda bir reform yapmak zorunda bıraktı.
Bu sebeplerle yeni ve ortak bir göç politikası geliştirmek üzere Eylül 2020’de anlaşmaya varan AB üye ülkeleri o tarihten beri devam eden çalışmalarda en son geçtiğimiz Haziran ayında göç politikasına dair ortak bazı kararlar almıştı. Ancak kararlar, alınmalarını takiben gerçekleşen ve yüzlerce göçmenin hayatına mal olan tekne faciasının gölgesinde kaldı.
Nisan 2024’te tüm unsurları tamamlanarak yürürlüğe girmesi planlanan göç politikası üzerindeki çalışmalarda son adımlardan birisi geçtiğimiz çarşamba günü atıldı.
Öneri, olası bir göç krizi, “force majeure” (savaş veya doğal afet benzeri bir felaket), veya “Göçmenlerin üçüncü bir ülke veya devlet dışı bir aktör tarafından Üye Devletin istikrarını bozmak amacıyla kullanılması” durumunda şu ana kadar üzerinde anlaşılmış maddelere getirilecek istisnalardan oluşuyor.
Bilim insanları önü alınamaz hale gelen iklim değişikliği ve etkilerinin önümüzdeki yıllarda özellikle 3. Dünya ülkelerinde ciddi açlık krizleri, doğal afetler ve bunların sonucu olarak siyasi istikrarsızlıklara sebep olacağını düşünüyor. 2050 yılı itibari ile bir milyardan fazla kişinin yaşadıkları yeri terk ederek göç etmek zorunda kalacağı öngörülüyor.
AB üyesi ülkeler de 2015’te yaşanan krize benzer sıkıntıların yaşanmaması için bu beklenen göç dalgası için hazırlık yapıyor.
Çarşamba günü alınan kararlar ile olası bir büyük göç durumunda ülkelerin göçmenlerin başvurularının değerlendirilmesi, barınma ve güvenlik önlemlerinin sağlanabilmesi için diğer birlik ülkelerinden yardım ve destek almalarının önünü açıyor ve bu durumlarda göç prosedürlerine ne gibi istisnalar getirilebileceğini belirliyor.
Üzerinde anlaşılan maddeler ile AB üyesi bir ülke, başa çıkamadığı bir göç dalgasının etkisinde kalması halinde AB konseyine yardım için başvurabilecek. Konseyin değerlendirmesi olumlu olursa, göç yığılması yaşanan ülke diğer üye ülkelerden destek talebinde bulunabilecek. Anlaşmaya göre talep edilen “dayanışma ve destek tedbirleri yeniden yerleştirmeler, sorumluluk paylaşımı, mali katkılar, alternatif dayanışma tedbirleri veya geri dönüşü desteklemek için işbirliği de dahil olmak üzere kriz durumuna yanıt vermeyi amaçlayan tedbirler veya bunların bir kombinasyonu şeklinde olabilir.”
Anlaşma ile konseyin “istisnai göç durumu” olduğunu onayladığı durumlarda başvuruları sınırda değerlendirilebilecek (dolayısı ile sınırdan geri çevirilecek) göçmenlerin kapsamı ve bu göçmenlerin değerlendirilmesi için belirlenen süre genişletiliyor. Bu sayede olası göçmenlerin AB sınırları içerisine girmesinin engellenmesi ve “geçerli” başvuruların daha rahat değerlendirilmesi için imkan yaratılması planlanıyor.
Ancak bu “istisnai göç durumu”nun üye ülkenin sınırlarında yaşanan birikme, veya toplu akın seviyesine ulaşmayan göçten kaynaklı olamayacağının, daha ciddi bir kriz ve kitlesel göç koşulları oluşması gerektiğinin altı çiziliyor.
Teklif ile sınıra gelen çocuklar ve ailelerinin işleme konma süreçleri için de koşullar getiriliyor. Çocukların ebeveynleri veya velilerinden ayrılmamaları ve aileleri ile birlikle gözaltında değil daha uygun konaklama şartlarında tutulmaları şartı getiriliyor.
Ayrıca sivil toplum kuruluşlarının sınırda tutulan mültecilere erişimine izin verilmesi gerekliliği de üzerinde anlaşılan maddelerden. Madde (36f) “Başta Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği olmak üzere Birleşmiş Milletler kuruluşları ve başta Uluslararası Göç Örgütü ve Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonu olmak üzere Üye Devletler tarafından belirli görevlerle görevlendirilen diğer ilgili ortak kuruluşlar”…”sınıra etkili bir şekilde erişebilmelidir. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin, sınırdakiler de dahil olmak üzere, uluslararası koruma için başvuranlara erişimine izin verilmelidir. Bu amaçla, ilgili Üye Devlet bu kuruluşlarla işbirliğini sürdürmelidir.” diyor.
Bu düzenleme ile Yunanistan ve İtalya sınırında yaşananlara benzer insan hakları ihlallerinin önünün alınmaya çalışıldığı açık. Ancak göçmen yığılması yaşanan ülkelerin STK’larla arası hiç de iyi değil. Geçtiğimiz günlerde Alman sivil toplum kuruluşlarının İtalya açıklarında yaptığı arama kurtarma çalışmalarına İtalyan Başbakanı’nın tepkisi haber olurken İtalyan makamları Perşembe günü arama kurtarma çalışmaları yapan İspanyol bir sivil toplum kuruluşuna para ve faaliyet durdurma cezası verdi.
Anlaşmada geniş yer verilen bir diğer konu da “Üye Devletin veya Birliğin istikrarını bozmak amacıyla üçüncü bir ülke veya devlet dışı bir aktör tarafından göçmenlerin kullanılma” durumu.
Göçmen akımının Avrupa birliği ülkelerinin iç politikalarında yarattığı gerilim ve bu gerilimin aşırı sağcı akımlar ile sosyal medya üzerinden yayılan dezenformasyon ile bu ülkeleri destabilize etmek için ne şekilde kullanıldığına daha önce değinmiştik.
Özellikle Rusya’nın sosyal medya üzerinden yürüttüğü dezenformasyon kampanyalarında kullandığı temel araçlardan birisi yabancı düşmanlığı. Rusya, aşırı sağcı akımlar ve komplo teorilerine verdiği gizli destek ile hem AB ülkelerinin hem de ABD’nin iç dengelerini sarsıyor.
Yeni AB göç anlaşmasındaki bu “göçmenlerin kullanılması” vurgusu da olası yeni bir göç dalgası ile bu iç karışıklıkların tamamiyle kontrolden çıkmasından endişe edildiğini gösteriyor.
Ancak burada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AB’ye karşı bir koz olarak kullandığı “kapıları açarız” ifadesine karşı da bir önlem söz konusu.
Anlaşma ile Konseyin “Üye Devletin veya Birliğin istikrarını bozmak amacıyla üçüncü bir ülke veya devlet dışı bir aktör tarafından” göçmenlerin kullanıldığına dair karar alması halinde gelen göçmenlerin sınırdan geri çevirilebilmesinin önü açılıyor. Diğer bir deyişle yeni göçmen politikasının Nisan 2024’te devreye girmesi ile birlikte Türkiye “kapıları açsa” bile karşı taraf kapılarını kapatmış olacak.
Alman İçişleri Bakanı Faeser’ın Türkiye’ye “daha fazla mali destek verebilecekleri’ne” dair açıklamaları AB ülkelerinin göçmen akımını insani yollardan halletmek istedikleri ve sınırda bir insanlık dramı yaşanmaması için her türlü önlemi alma iradelerinin bir göstergesi. Ancak üzerinde anlaşılan maddeler, siyasi amaçlarla göçmenlerin sınıra yığılması halinde insan bedelini gözardı ederek kapıları kapatmayı planladıklarını açıkça ortaya koyuyor.
Zarar görecek olan ise gittikleri her yerde 2. Sınıf insan muamelesi, nefret ve ayırımcılığa maruz kalan mülteciler.
Üç MHP milletvekilinin istifası haberi 20 Kasım akşam saatlerinde siyaset kulisine bomba gibi düştü. Beklenen…
Ankara’nın Nallıhan ilçesinde bulunan Çayırhan Termik Santrali’nde yaklaşık 500 madenci özelleştirme kararına karşı kendilerini maden…
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın üç MHP milletvekilinin istifasının istendiğini, istifa…
Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın beraberindeki heyet ile birlikte CHP Genel Merkezi'ne gitti,…
Almanya, Fransa, İtalya, İspanya ve İngiltere dışişleri bakanları Polonya Dışişleri Bakanının ev sahipliğinde 19 Kasım’da…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in yeni bir nükleer doktrin imzalamasıyla ilgili…