Cumhuriyetimizin yüzüncü yılının anlamı büyük. Demokrasi ve dış politika bağlamında öne çıkan boyutlardan biri Türkiye’nin uluslararası konumu. Bugüne değin stratejik bir hedef olarak görüldüğü ifade olunan Avrupa Birliği’ne (AB) üyelik yolunda nasıl bir vizyon ortaya konulacağı bu açıdan önem taşıyacak. Mevcut siyasi söylemler arasında dikkati çeken iki yaklaşım üzerinde durulmasında yarar var:
Bunlardan birincisi, Türkiyesiz bir AB’nin stratejik aktör olamayacağı, bunun da ötesinde “stratejik körlük” içinde kalmaya mahkûm olacağı görüşü.
İkincisi, Türkiye’nin demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti bağlamında tüm eksikliklerini gidermesi halinde AB’nin üyeliğimizi engellemek için elinde artık bir bahanesi olamayacağı ve bizi üye yapmak zorunda kalacağını öne süren bakış açısı.
AB üyesi ülkelerde de sıklıkla görülebilen AB karşıtlığını bir an için kenara bırakırsak, Türkiye’de öne çıkabilen bu iki yaklaşımın anlaşılabilir temelleri bulunmakta.
Avrupa ve “Stratejik konum” söylemi
Nitekim jeopolitik Avrupa’nın tanımlanmasındaki parametrelerin masaya yatırıldığı ve karşılaşılan sınamaların en iyi ne şekilde nasıl aşılabileceği yönünde hararetli tartışmaların olduğu bir uluslararası konjonktürde “stratejik konumumuz” haliyle odak noktalarından biri. Demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarını esas alan bir yaklaşımdan hareket edildiğinde ise, köklü ve somut bir ilerleme sağlanmasının altının çizilmesi ve bu sorunların aşılmasının AB üyeliği bakımından öneminin ortaya konulması doğal.
Hal böyleyken AB üyeliğine karamsar bakışı ve AB yolunda mesafe alınamayacağı inancının güçlenmesi esasen bu iki yaklaşım açısından da geçerli. Bunun da anlaşılabilir nedenleri var. Rahmetli Özal’ın deyimiyle “uzun ince” AB yolunun iniş ve çıkışlarının, yarattığı düş kırıklıkları ya da umutlarının, yarım yüzyılı aşan çabalarımızın ve ortadaki açmazların önemli etkenler olduğu muhakkak. Artık bir yol ayırımına gelindiği ve sürecin böyle devam edemeyeceği görüşü aklı selim çevrelerde dahi ağır basabilmekte. Önemli olan, Cumhuriyetin yüzüncü yılında stratejik hedeflerimiz doğrultusunda ivme sağlayacak güçlü bir vizyonun nasıl bulunacağıdır.
“Büyük Kıta” ne demek?
Avrupa Birliği çevrelerinde “Büyük Kıta” olarak da tanımlanabilen coğrafyaya, bir başka deyimle AB ve ötesindeki Avrupa mimarisine bakışta bir dönüm noktasına gelindiği görüşü öne çıkıyor.
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı sonrasında ve savaşın Kıtaya geri dönüş yaptığı bir ortamda AB yaşamsal bir sınama karşısında. AB kurumsal mülahazaları da göz önünde tutacak sürdürülebilir bir yanıt arayışında. Genişleme ve derinleşme diyalektiği böyle bir ortamda yeni dengesini bulacak. Prag ve Kişinev’den sonra Üçüncü Zirvesi Granada ’da 5 Ekim’de yapılan Avrupa Siyasi Topluluğu (ASİ) gibi yeni zeminleri bu çerçevede tartmak doğru olur. Her halükârda Avrupa’nın yapılanması açısından hassas bir sürecin içinde bulunulmakta.
Avrupa’nın geleceğinin inşasında Türkiye’nin uluslararası konumunun daha da önem taşıyacağını söylemek mümkün. İsrail-Filistin cephesinde yaşanan vahim gelişmeler Orta Doğu coğrafyasının kilit önemini ve çözümsüz bırakılan sorunların geniş bir bölgeyi etkileme potansiyelini çarpıcı şekilde yeniden gündeme getirdi.
Geniş Avrupa ve Türkiye
Böylesi kırılgan bir uluslararası ortamda, Türkiye’nin hareket tarzı, itidal ve teenni çağrıları ve barışçıl çabalara katkısı büyük önem kazanıyor. Türkiye bölgede barış ve istikrarın önemli bir aktörü olma konumunu pekiştirmeli.
Hedeflerimiz açısından bir fırsat penceresi varsa bunu biz nasıl değerlendirmeliyiz? Başka bir ifadeyle, siyasi söylemlerde öne çıkabilen yukarıda işaret olunan iki yaklaşımın ortaya koyduğu fotoğrafı Türkiye-AB birlikteliğinin anlamının güçlendirilmesi boyutuna nasıl yerleştirebiliriz? Avrupa- Atlantik ve Avrasya coğrafyalarını, ayrıca Çin etkeni dolayısıyla daha da geniş bir yelpazeyi Avrupa’nın Geleceği boyutunda Türkiye olarak nasıl bir vizyon dahilinde ele alabiliriz?
Yüzüncü yılda bu sorulara akılcı ve gerçekçi yanıtlar vermeliyiz.
İklim değişikliği, enerji kaynaklarının ve yollarının çeşitlenmesi açısından ortaya çıkan temel sınamalar ile COVİD örneğinin çarpıcı şekilde ortaya koyduğu küresel düzeyde sağlık sorunların, uluslararası terörizmle, siber saldırılarla ayrıca yasadışı göçle küresel düzeyde mücadelenin önündeki zorlukların geniş analiz tablosunun bütünü içinde yer aldığını unutmamalıyız.
“Demokratik Güvenlik” kavramı
Böyle geniş bir yelpazenin ve yüklü bir tablonun karşısında iki kavramın içinin yeniden doldurulması ve güçlendirilmesi önem taşımakta. Bu iki kavram, “demokratik güvenlik” ile “kapsamlı ve işbirliğine dayalı güvenlik” kavramlarıdır. Avrupa Konseyi (AK) ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) zeminlerinde yükselen bu iki kavramın sahiplenilmesi zamanı.
AK ve AGİT, Türkiye’nin içinde yer aldığı, başından itibaren çalışmalarında aktif olarak bulunduğu iki uluslararası örgüttür. Dördüncü AK Zirvesi 16-17 Mayıs 2023’te İzlanda’nın başkentı Reykjavik’te Rusya’nın katılımı olmadan toplandı. Bu Zirvede demokratik güvenlik kavramının önemi yeniden vurgulandı. Helsinki’nin Ellinci Yıldönümü ise yaklaşıyor; 1975 Helsinki Nihai Senedi ve 1990 Paris Şartı yükümlülükleri tarihe karışmamalı. Türkiye bu yolda katkı sağlamalı.
Normatif süreçlerdeki aksama uluslararası örgütlerin bugün temel sorunu. Bu sorun ancak ortak çabayla aşılabilmeli. Etkin çok taraflılığın aktörü olma konumumuzu şimdi daha da güçlendirmeliyiz.
Öfke bir çıkış yolu olamaz
Öte yandan Türkiye, başından itibaren, AB’nin genişleme ve derinleşme yolunda attığı adımlar açısından kendi imkanları ölçüsünde bir senkronizasyonu yapabilmeye çabaladı. 1963 Ortaklık Antlaşması, 1973 Katma Protokol, 1987 tam üyelik başvurumuz, 1995 Gümrük Birliği, 1998 Helsinki Zirvesi ve aday ülke statümüz, 2005 tam üyelik müzakerelerinin başlaması, hatta yasa dışı göç sınaması sonrasında 2015-2016 Türkiye- AB Zirveleri, dikkatle incelendiğinde böyle bir anlam taşıyor.
2023 ve Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında, Türkiye olarak Avrupa mimarisinin geleceğine geniş anlamda güçlü bir vizyon ortaya koyabilmeli ve bunu somut adımlara dönüştürebilmeliyiz. Karamsarlık ve öfke bir çıkış yolu değil. Temelsiz bir iyimserliğin ve saf idealizmin pek bir katkısı olmadığı da açık. Kararlı olunmalı. Kararlılık ancak somut bir eyleme dönüşürse ivme sağlar.
Temel özgürlükler, laiklik, hukuk
Türkiye-AB birlikteliğinin kaybolan tılsımını tekrar bulmalıyız. Sivil toplum dahil tüm aktörlerle bu yönde çaba sarf etmeliyiz.
Türkiye-AB müktesebatının gücü, insan kapasitesi fazlasıyla mevcut. Yeter ki insanımıza değer verelim. Temel özgürlükleri esas alalım. Laikliği koruyalım. Demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti sacayaklarını önde tutalım. Böyle bir anlayışla ekonomik gücümüzü arttıralım, güvenlik, refah ve istikrarı hedef alalım. Özellikle de gençler nezdinde ufuk açıcı bir pencere açalım.
Türkiye’nin potansiyeli kuşkusuz büyük. Avrupa’nın geleceğine katkısı da kuşkusuz güçlü olacaktır. Avrupa’nın mevcut topoğrafyasını daha yakından görebilmeli, anlayabilmeliyiz. Diyalog, uzlaşma ve birlikte düşünme yollarını en iyi şekilde kullanmalıyız.
Türkiye’nin AB’ye üyeliğine yönelik argümanları kendimizi dayatan anlatılarda değil, Avrupa Projesi’nin kendi gücünde bulabilmeliyiz. Bu güç esasen Türkiye-AB birlikteliğinin anlam yelpazesinin her bir ayağında yankılanabilecek, Avrupa’nın geleceğini zenginleştirebilecek bir niteliktedir. Avrupa, sürekli oluşum halinde kalacaktır. Avrupa’nın inşası statik değil, dinamik bir süreçtir. Riskler ve fırsatlar iç içe olacaktır. Belirsizlik ise Avrupa’nın inşası dinamiğinin ayrılmaz parçası olarak kalacaktır.
Yeni bir ivme mümkün
Bu süreçte “biz” ve “onlar” ayırımının aşılmasının bir anahtarı söylem değişikliğindedir. Anlatıları değiştirmenin yolu ise karşılıklı olarak inanılırlığı arttırmaktan ve güven inşasından geçer. Algılar kolay yerleşir, zor aşılır.
Cumhuriyetimizin yüzüncü yılı tek başına temel bir mesaj niteliğinde. Dış politikamızın temelindeki “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesi, yankısı güçlü anlam dolu bir mesaj. Avrupa bütünleşme sürecinin taşıdığı barış mesajı ile kesişen, geleceğe umut aşılayan bir an olmalı yüzüncü yıl.
Halkımızın tüm kesimleriyle ve özgüvenle, stratejik hedef olarak hala telaffuz edebildiğimiz AB boyutunu böylesi kapsamlı bir çerçevede tartışmalı ve süreci canlandıracak yeni bir ivme yaratabilmeliyiz. Hedeflerimizden uzaklaşma değil, hedeflerimize sarılma zamanıdır. Cumhuriyetimizin kazanımları zemininde geleceğe güvenle bakmak elimizde. Atatürk’ün vizyonu bize her zaman güç katacak.