Categories: Siyaset

İklim finansmanında tüm yollar Bakü’ye mi çıkıyor?

Gelecek yıl gerçekleştirilecek Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, 29. Taraflar Konferansı, (COP29) Azerbaycan‘ın Bakü kentinde yapılacak.

Bildim bileli iklim değişikliği ve gezegenimizi 2050’ye kadar karbondan arındırma çabalarında Napolyon’un “para, para, para” sözleri kulakları çınlatıyor.

Onca bilimsel rapor, konferans, zirve bildirisi, yüzlerce yazılı ve sözlü taahhüt var ortada ama yeterli para olmadığı, zengin ülkelerden yoksullara iklim yatırımı kanalize edilemediği için hepimizin etkisini şimdiden hissettiği, yaşadığı iklim değişikliğinde hedeflere ulaşmakta ciddi güçlük çekiyoruz.

Dubai’deki Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı COP28 zirvesinden para müjdesi çıkacağı ümit ediliyordu ama sizlere Londra Enerji Kulübündeki toplantımızda bir araya getirdiğim Amerikalı ve Avrupalı liderlerden para çıkmayacağı ön bilgisini paylaşmıştım. Vuslat başka bahara, daha doğrusu Bakü’de yapılacağı ilan edilen COP29’a kaldı.

Orada da somut sonuç göreceğimizden şüpheliyim. İnsanlık kendi eliyle mezarını kazmaya devam edecek!

İklim değişikliği gerçek ve gelecekte başımıza gelecek bir şey değil

Aşırı iklim olayları arttı. İklim şu anda, bugün değişiyor. Sınırları aşan sular gibi, tek bir ülkeye ait bir sorun değil ve her ülkeye etkisi farklı olacak. Bazı ülkelerin ekonomik sistemleri iklim değişikliği yüzünden çökecek iken bazı ülkeler bundan sadece minimal zarar görecek. İklim değişikliğinden en çok etkilenecek ülkeler arasında Afganistan, Moğolistan gibi karasal ülkeler ve okyanus kıyısındaki Dominik, Sri Lanka, Costa Rica gibi iklim değişikliğine etkileri çok küçük ancak bu durumdan en çok zarar görecek ülkeler yer alıyor. İklim değişikliğine bağlı olarak gelecek zaman içerisinde tarımla, hayvancılıkla veya balıkçılıkla uğraşan insanlar kuraklık, verimsizlik, yükselen sular veya deniz ekosisteminin bozulması nedeniyle ülkelerinde yaşayamaz hale gelecekler ve zorunlu göçler başlayacak.

Düşük gelirli ülkeler ve gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliğine karşı mücadelesini desteklemek ve/veya sera gazi emisyonlarını azaltmak amacıyla 2008 yılında kurulan İklim Finansmanı Fonları’nın (Climate Investment Funds, CIF) dört adet programı var:

  • Orta gelirli ülkeler için yenilenebilir enerji yatırımları ve enerji verimliliği çalışmaları gibi düşük karbon ayak izi projelerini desteklemek,
  • “Vulnerable-20” ülkeleri gibi ülkelerin iklim değişikliğine karşı olan direncini yükseltebilmek için yapılan yatırımları desteklemek,
  • Düşük gelirli ülkelerin yenilenebilir enerji projelerini desteklemek,
  • Gelişmekte olan ülkelerin ormanlarını korumak için sürdürülebilir orman yönetimi programlarını desteklemek.

Bu fon, sera gazi emisyonlarının toplamında en büyük paya sahip ülkelerin katkılarıyla oluşturuluyor ve programlar dahilinde ülkelere kredi veya hibe olarak dağıtılıyor.

ABD emisyon salımının yüzde 55’inin sahibi

Bu fona en büyük katkıyı en fazla emisyon salimi yapan ülkelerin yapması doğal. Ancak ülkelerin yaydıkları CO2 emisyonları kendi içinde dağıtıldığında en büyük etkinin yüzde 55’lik pay ile Birleşik Devletler tarafından yapıldığı görülüyor ancak buna rağmen fona katkıları yüzde 35 seviyesinde kalmış. İngiltere’nin ise karbon emisyon yüzdesi yüzde 5 iken CIF’e katkısı neredeyse 4 kat daha yüksek (yüzde 24).

Küresel ısınmanın 1,5 ile 2 derece arasında kalması ve neredeyse tüm ülkelerin kabul ettiği Paris Anlaşması doğrultusunda konulan hedeflerin tutturulması doğrultusunda fona katkı miktarlarının adaletli olması için yasal zorunluluklar ve uluslararası yaptırımlar şart.

Aslında “kirleten öder” prensibi de mevcut durumda eksik kalıyor. Ülkeler kirletme derecesini yükseltmeden, yani saldıkları emisyon miktarını arttırmadan, önlemler almalı ve daha önce iklim değişikliğine yaptıkları etkilerin sonucunu çeken ülkelerin hayatta kalabilmesi için alınacak önlemleri teşvik etmeli.

Yenilenebilirde öne çıkan ülkeler

Şurası bir gerçek ki, dünyanın fosil yakıtlardan, düşük karbonlu enerji kaynaklarının hâkim olduğu bir enerji karışımına geçmesi tartışmasız bir gereklilik. Sorun, ne kadar hızlı ilerleneceği, temiz enerjiye geçişin enerji güvenliğine nasıl zarar vermeyeceği noktalarında düğümleniyor.

Nitekim, son yıllarda hızlanan büyük bir çaba var özellikle küresel ısınmanın yavaşlatılması, iklim değişikliğinin dizginlenmesi için.

Yenilenebilirin payı küresel elektrik üretiminde 2010’dan bu yana geçen sürede yüzde 10 artış kaydederek 2022 sonu itibariyle yüzde 30’a ulaştı. Bu ilerleme tabii ki ülkeden ülkeye değişiyor. Sözgelimi, yaşamakta olduğum Birleşik Krallık’ta 2022’de elektriğin yüzde 42,3’u fosil yakıtlardan gelirken, yüzde 36’sı güneş, rüzgâr, hidroelektrik, nükleer enerji ve (gıda, bitki ve organik maddelerin yakılmasıyla elde edilen) biyokütle gibi yenilenebilir kaynaklardan geliyordu.

Yeni teknolojiler ve Çin

Diğer ülkelere bakarsak olursak İzlanda, enerjisinin yüzde 87’sini yenilenebilir kaynaklardan sağlıyor; Onu, yüzde 72 ile Norveç, yüzde 51 ile İsveç izliyor. Bu ülkelerin yüksek yüzdeleri büyük ölçüde jeotermal, hidroelektrik ve rüzgâr enerjisi gibi bol doğal kaynakları nedeniyle. Temmuz 2023 itibarıyla hidroelektrik, dünya çapında en temiz enerji üretim kapasitesine sahip ülkelerin elektrik şebekelerinde hâkim konumda. Latin Amerika’da Paraguay’in enerji kapasitesinin yüzde 100’u hidroelektrik santrallerinde kurulu.

AB 2022’de 2.641 TWh (terawatt-saat) elektrik üretti. Bunun neredeyse yüzde 40’i yenilenebilir kaynaklardan geldi. Fosil yakıtlar yüzde 38,6’yi, nükleer elektrik ise yüzde 20’yi oluşturdu. Elektrik üretmek için kullanılan başlıca fosil yakıt gaz (yüzde 19,6) idi, onu kömür (yüzde 15,8) izliyordu. Tabii ki enerji sadece elektrik üretimi ile alakalı değil, aynı zamanda sanayi üretimi, kara ve demir yolu taşımacılığı, tarımsal üretim, hanelerin ısıtılması, soğutulması, deniz tankerlerinin, uçakların yakıt gereksinimi için de kullanılıyor.

Yeni teknolojiler oyunu değiştiriyor. Çoğunda da sanılanın aksine ABD, AB ya da Japonya değil Çin önde gidiyor.

Çin nasıl dönüştü?

Yeni bir konu değil bu. Onlarca yıldır finans, iklim değişikliğini yavaşlatma eyleminin (çoğunlukla dile getirilmeyen) temel taşı oldu. İEA’de çalıştığım yıllarda Çin işbirliği programını kurmak için 1994’de Pekin’e gittiğimde kömür kullanımını azaltmaları, temiz teknolojiler kullanmaları gerektiğini ifade ettim.

Akıllıca bir kıvrak yanıt aldım: “Tamam, azaltalım ama bize alternatif enerji kaynaklarına az maliyetle ulaşmamız için yardımcı olun. Tamam temiz teknoloji kullanalım ama bize bu teknolojiyi az maliyetle sağlayın”. Tabii ki gelişmiş dünya fikri mülkiyet hakkına sahip olduğu teknolojiyi ucuza vermek istemiyordu, Çin’in enerji arzını temiz tutacak kaynakları açmaya da hiç istekli değildi. Çinli liderler de temiz enerji baskısının hızla sanayileşmelerinin dizginlenmesine yönelik bir komplo olduğunu düşünüyordu.

Bugün devir değişti. Çin, temiz enerjide dünyaya liderlik yapıyor, ABD ayak diretiyor.

Yenilikçi vergi mekanizmaları ve diğer teşvikler rüzgar ve güneş enerjisinin finansmanına yardımcı oldu, onları bugünkü güç santrallerine dönüştürdü. Küresel iklim görüşmelerinde, gelişmekte olan ekonomilere yönelik fon vaadi, zorlu anlarda iklim müzakerelerinin ilerlemesine katkı sağladı.

COP-29 Bakü Gündemi

Bakü’deki zirvede finans yine iklim tartışmalarının merkezinde yer alacak, kuşkusuz. Merkez bankaları faiz oranlarını artırmayı bıraksa veya hatta düşürse bile, sermaye artırmanın maliyeti yine de yüksek kalmaya devam edecek, bu da finansmanı proje geliştiricilerin üstesinden gelmesi gereken önemli bir zorluk haline getiriyor.

Gelişmekte olan küresel ekonomiler, temiz enerjiye geçiş süreçlerini finanse etmek için fon akışı talep etmeye devam edecek. BM iklim zirvesindeki müzakerecilerin, finansın Küresel Güney’e akması için yeni bir kolektif hedef belirlemesi bekleniyor.

Yeni teknolojilerin finansmanı, özellikle de gelişmekte olan ekonomilerde, daha az karmaşık ekonomik dönemlerde bile zor. Ancak küresel finans dünyasındaki son gelişmeler, yaratıcı düşünmeye istekli firmalar için de bir fırsat sunuyor.

Temiz enerji dağıtımında finansmanın bu kadar önemli olmasının temel nedeni, sektördeki altyapı için ön maliyetlerin önceliği. Bu altyapı inşaat maliyetlerinin genellikle finanse edilmesi gerekiyor. Fosil yakıt projelerinin elbette ön maliyetleri de var, ancak fosil yakıtlardan enerji üretmenin maliyeti büyük ölçüde ihtiyaç duyulduğunda gaz, petrol veya kömür satın alınmasına bağlı olduğundan (ki bu genellikle finansmana dayanmıyor) bunlar daha düşük olma eğiliminde.

Gelişmekte olan ekonomilerin emisyon durdurma çabası

Artık birkaç faktör bu gerçekleri doruğa çıkarıyor. Birincisi, yüksek faiz oranları, daha bir yıl önce bile iyi sonuç veren projelerin rakamlarını sarstı. İkincisi, gelişmekte olan ekonomiler emisyonları durdurma yönünde artan bir baskıyla karşı karşıya kalıyor ancak aslında bunu yapmalarını sağlayacak borçlanma maliyetini karşılayamıyorlar.

Gerçekten de, Dubai’deki COP-28’de gelişmekte olan ülkeler, yeterli finansman olmadan daha büyük karbonsuzlaştırma sözü veremeyeceklerini açıkça ortaya koydular. 2025’teki COP-30’da tüm ülkelerin emisyonları azaltmaya yönelik yeni ulusal taahhütler sunması bekleniyor. Bu yüzden Bakü, ülkelere taahhütte bulunma konusunda güven verecek paranın orada olup olmadığını test edecek bir COP zirvesi olarak görülmeli.

2009’da Kopenhag’da düzenlenen COP-15’te yapılan en son mali taahhüt, zengin ülkelere 2020’den itibaren Küresel Güney’e yıllık 100 milyar dolar iklim finansmanı gönderme çağrısında bulunuyordu. Bu vaat yerine getirilmedi bugüne kadar, bol bol konuşuldu, yazılıp çizildi sadece.

Kamu-özel ortaklığı mümkün mü?

2024’te yapılacak finans görüşmelerinin çoğu, muhtemelen ABD gibi zengin ülkelerin hükümetlerinden ve Dünya Bankası gibi kurumlardan gelen fonlara odaklanacak, ancak asıl amaç, karma bir finans yapısı kullanarak özel sermayeyi harekete geçirmek olmalı. Kısacası bu yaklaşım, özel sektörden gelen sermayeyi, daha düşük getiriyi kabul eden veya başarısız olan bir projede ilk kaybı üstlenen imtiyazlı parayla (örneğin hükümetlerden veya hayırseverlikten) birleştirebilir.

Bu yapıları doğru şekilde kuran firmalar kendilerini hızla büyümeye hazır bir pazarda lider olarak konumlandıracaklar.

Örneğin BlackRock, böyle bir projenin nasıl başarılı bir şekilde yapılandırılabileceğini göstermek için 2021’de hükümetlerden ve hayır kurumlarından gelen parayı kurumsal yatırımcılardan gelen sermayeyle birleştiren bir fon başlattı. Firma, fonun hem piyasa oranında getiri elde etmek isteyen yatırımcılardan hem de piyasayı harekete geçirmek için ek risk almak isteyen yatırımcıları etkilemekten “büyük ilgi” aldığını söylüyor. Artık hükümetlerin ve özel kurumların sadece buna uygun ürün teklifleri yaratması gerekiyor.

“Yeşil yıkama”

Tıpkı yıllar önce dünyanın İSO standartlarıyla ürünlerin, hizmetlerin ve sistemlerin kalitesini, güvenliğini ve verimliliğini sağlamak için uluslararası kabul görmüş kriterler oluşturması gibi şimdi bir de ESG var. ESG kapsamında şirketler bu defa, karbon salimini düşürmek için faaliyetlerinin çevresel etkilerini azaltmak, sosyal sorumluluklarını yerine getirmek ve iyi yönetişim standartlarına uymak zorunluluğuna doğru adım adım ilerliyor.

Şirketler sadece karbon kredisi satın alarak çevresel sorumluluklarını yerine getirmiş gibi görünebilir, “yeşil yıkama” yapabilirler. Zengin şirketler ve ülkeler, karbon kredisi satın alarak sorumluluklarından kaçabilirler. Şirketlerin karbon emisyonlarını azaltmak için gerekli yatırımları yapmalarını geciktirebilirler. Bu uygulama emisyonların azaltılması yerine başka bir yere transfer edilmesine neden olabilir.

Sonuç olarak, karbon ticareti, iklim değişikliğiyle mücadelede önemli bir araç, ancak, karbon ticaretinin olumsuz etkilerinin farkında olmak ve bu etkileri azaltmak için gerçek önlemler almak önemli.

Türkiye örnek ülke olabilir mi?

Neden olmasın ki. Türkiye en çok karbon dioksit salimi yapan dünyadaki ilk 20 ülke arasında yer alıyor. Bu salimların yüzde 73’u enerji sektöründen kaynaklanıyor. Enerji sektörünün neden olduğu emisyonların azaltılması için hali hazırdaki fosil yakıt bağımlısı durumdan yenilenebilir enerji üretimine daha çok ağırlık verilmesi gerektiğini herkes kabul ediyor.

Daha da ileriye gidilmesini teminen Türkiye’ye sağlanan CTF kredisi ile güneş, jeotermal, biokütle, rüzgar, hidro enerji gibi yenilenebilir enerji teknolojilerine yeni yatırımlar yaparak yıllık 10 milyon ton sera gazi salınımını engellemek amaçlanıyor. Bu amaçla Türkiye’ye toplamda 600 milyon dolar kredi sağlandı. Bu krediler ile;

  • 30 adet Hidroelektrik Santralı (HES),
  • 26 adet enerji verimliliği projesi
  • 5 adet rüzgar enerjisi santralı
  • 1 tane jeotermal enerji santralı projesi yapıldı.

Bu fonda en çok pay hidroelektik santrallere sağlandı ancak rüzgar çok küçük bir pay alabildi; güneş ve biyokütle işe kendine yer bulamadı. Hidroelektrik santraller yenilenebilir enerji kaynağı olarak kabul ediliyor ancak gelecekte kuraklık çekeceği öngörülen bir ülke için ne kadar sürdürülebilir olacağı tartışma konusu. Nehirlerin akış rejimini değiştiren HES’ler ekolojik dengeye zarar verebiliyor.

Bir diğer iklim finansmanı yardım mekanizması da TurSEFF kredileri. Bu krediler özel sektöre 642 milyon dolar değerinde sürdürülebilir enerji kredisi sağlıyor. Bu TurSEFF kredileri sayesinde 2010 yılından beri atık gazından 13 adet enerji üreten santral kuruldu.

Yakıt tüketmeyen ve sıfır karbon salınımına sahip yenilenebilir enerjiler Türkiye’de halen yeni bir teknolojiymiş gibi algılanıyor ve bu da güvenilirliği azaltıyor. Halbuki bu teknolojiler 30 yıldan daha fazla bir geçmişe sahip ve Türkiye’nin bu teknolojileri kurabilecek, işletebilecek ve yönetebilecek teknik eleman potansiyeli oldukça yüksek. Türkiye genç mühendis nüfusunu bu alana yönlendirebilir, hem karşılaştırmalı üstünlük sağlar hem de yeni istihdam sahaları yaratabilir.

Maliyetler düşüyor

Yenilenebilir enerji fonlarının doğru yönlendirilememesi aslında bazı ön yargıların kırılamamasından da kaynaklanıyor. Güneş ve rüzgâr panelleri Türkiye’de hala pahalı, daha doğrusu öyle algılanıyor. Ancak bu enerjilerin yakıtı tüketimi maliyeti yok ve bu konuda yapılan çalışmalar fosil kaynaklı enerji üretiminin yenilenebilir enerjiden çok daha pahalı olduğunu ortaya koyuyor. Nitekim güneş enerjisi ile üretilen elektriğin fiyatı 19,5 centten Karapınar YEKA (Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanları) Güneş Enerji santralı ihalesiyle 6,99 dolar cent/kWh’e düşmüş durumda. Bu neredeyse 1/3’lük bir düşüş ve zamanla bu fiyatlar daha da düşecek gibi görünüyor.

Örneğin son zamanlarda yapılan yıllık 3 GWh elektrik üretim kapasiteli YEKA rüzgar enerjisi santralinde elektriğin üretim fiyatı 3,48 sent/kWh oldu. Yenilenebilir enerji pahalı değil, enerji santrallerini devlet ve özel sektör kuruyor olabilir ama bunların maliyetleri her ay ödediğimiz elektrik faturalarına yansıyor. Burada karar alıcı veya en azından karar alıcıları etkileyen mekanizma her ay faturasını ödeyen sıradan insanların da bilinçlenmesi olabilir.

İklim değişikliği var ve bir gerçek, beklenen senaryolar ise çok korkutucu. O yüzden, önlem alınması, harekete geçilmesi gereken gün bugün; gelecek bugün başlıyor.

Türkiye temiz enerjide iyi durumda

Yeşil Mutabakat ve yakın dönemde Türkiye’nin de taahhütlerini devreye aldığı Paris İklim Anlaşması ile tüm ülkelerin sürdürülebilir enerji yatırımlarına yönelmesi bir gereklilik olarak karşımıza çıkıyor. Zaten fosil yakıt fukarası (doğal gazda yüzde 98, petrolde yüzde 92 ithalata bağımlı) öldüğü için temiz enerji kaynaklarına süratli yönelim Türkiye’yi aslında çok fazla sarsmayacak, yormayacak.
Yani, teknoloji, finansman, tarife, mevzuat ve iklim değişikliği taahhütleri senkronize edilebilse aslında doğru ve akıllı bir strateji çerçevesinde yeşil enerjiye geçiş sürecini Türkiye’nin başka ülkelere kıyasla daha süratle ve az maliyetle tamamlaması mümkün.

Şu anda 2023 itibarıyla Türkiye’nin yenilenebilir enerji kurulu gücü 56 bin 838 MW. Toplam elektrik üretiminde temiz enerjinin payı yüzde 54,30’a yükselmiş vaziyette. Bu hiç azınmayacak bir başarı. Birçok AB ülkesinden ileri bir konumda olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye Ulusal Enerji Planı gereğince, 2035 yılına kadar elektrik kurulu gücünde yenilenebilir enerji kaynaklarının payını yüzde 64,7 seviyesine çıkarması bekleniyor.

Yenilenebilir enerjide kurulu güç bakımından Avrupa’da 5. ve Dünyada 12. sırada Türkiye. Dünya genelinde güneş panellerine yatırım yapanlar ve kullananlar arasında da ilk 10 arasında. Panel üretiminde Avrupa birincisi, dünyada ise dördüncü. Jeotermal potansiyeli bakımından da Avrupa’nın birinci ülkesi, kurulu güç bakımından ise dünya 4uncusu. Aynı şekilde geçen yıl ilave edilen 867 MW rüzgar enerjisi kapasitesi ile toplam kurulu gücünü 11 bin 969 MW’a yükselerek kurulu güç sıralamasında Avrupa 6’ncisi oldu.

Türkiye gibi yıllık toplam ithalatının yaklaşık dörtte birini fosil enerji ithalatı oluşturan (ve de bu ithalat oranı enerji ihtiyacının dörtte üçüne karşılık gelen) bir ülkede yenilenebilir kaynaklardan yeterince yararlanılamaması, enerji verimliliği çalışmalarının etkinliğinin zayıf kalması ne yazık ki birincil enerji arzında dışa bağımlılığının sürmesini kaçınılmaz kılıyor. Ve fosil yakıtları azaltarak temiz enerjiye kayış sürecinin hızlandırılmasını da.

Ankara’nın önündeki fırsatlar

Küresel düzlemde temiz enerjiye son 20 yılda yapılan yatırım fosil yakıtların üç katına çıkmış durumda. 2030 hedeflerine ulaşabilmek için temiz enerjiye daha 4 trilyon dolarlık yatırım yapılması gerektiği hesaplanıyor. Bu hedefi gerçekleştirebilmek için devletin ya da uluslararası finansal kurumların kaynakları kesinlikle yetmez.

Özel sektörü daha güçlü şekilde mobilize etmek, yatırım ortamlarını iyileştirmek, istikrarsızlıkları, riskleri en aza indirmek şart. Devlet-özel sektör-uluslararası fonlar arasındaki ortaklıkları da daha yaratıcı yöntemlerle, özellikle de kazan-kazan temelinde geliştirmek zorundayız.

Bir yanda sanayide AB Yeşil Mutabakat uyum çalışmaları devam ederken özellikle fosil yakıt yatırımlarını aksatmamak, ithalata finansman bulmak oldukça zorlaşıyor. Yeşil finansman modelleri gün geçtikçe yerli yerine oturuyor, bankalar artık kredi kriterlerinde karbon emisyonlarını da değerlendiriyor ama daha alınacak mesafe çok uzun.

İçeride sağlanan desteklerin ötesinde siyasi bağlantı, uluslararası kuruluşlardaki manivela gücünün yönlendirilmesi, finansman kolaylığı, sigorta ve mevzuatın yarattığı güçlüklerin hafifletilmesi gibi hususlarda en azından başlangıçta, dünya pazarlarında etkinlik sağlanana kadar devlet desteğine gerek olacaktır.

Yeşil dönüşümü güçlendirmek

Ekonomileri verimli bir şekilde elektriklendirmek, hemen her alanda yeşil dönüşümü süratle gerçekleştirmek için yenilenebilirin megawattlardan gigawattlara çıkarılması, şebekelerin iyileştirilmesi ve fosil yakıtlardan yeşile dünya enerji piyasalarını altüst etmeden yumuşak geçiş yapılması devletin teşvik, destek mekanizmalarının, stratejik yönlendirmesinin devreye girmesini zorunlu kılıyor.

Üç aşağı beş yukarı her ülke benzeri mekanizmaları kullanıyor yeşil dönüşümü güçlendirmek ve enerji geçiş sürecini hızlandırmak için. Bence teşvik ve desteklerde en büyük sorun geçici bir süre için yürürlüğe konulması gerekirken vergi mükelleflerinin Hazine’de toplanan parasının performansa bakmadan, nihai sonuç hedeflenmeden, elektrik üreticilerine cömertçe dağıtılması, uzun vadeli alım garantileri verilmesi.

İlginçtir ki, (devletin stratejik amaçlarının da olduğu, bu yüzden tamamen piyasa güçlerine terkedilemeyecek) enerji piyasasında tam serbestiyi savunan özel sektör firmaları, iş devlet desteği ve teşvikine gelince neredeyse bunların ilelebet devamını savunuyor. İkisi arasındaki orta yolun bulunması enerji geleceğimiz bakımından yaşamsal.

Türkiye’ye yol haritası gerekiyor

AB önümüzdeki dönemde tüm politikalarını yeşil dönüşüm temelinde şekillendirirken, ticaretinin yarısına yakınını AB ile gerçekleştiren Türkiye’nin, ticaret ve sanayi başta olmak üzere ilgili tüm alanlardaki politikalarına AB’nin atacağı adımları yakından takip ederek yön vermesi hem AB ile bütünleşmenin sürdürülmesi ve derinleştirilmesi için bir gereklilik, hem de uluslararası rekabetçiliğin korunması bakımından bir zorunluluk.

AB başta olmak üzere dünya ekonomisinde meydana gelmekte olan bu dönüşüm politikaları ile uyumlu, yeşil yatırımları teşvik eden, küresel değer zincirlerinin dönüşümüne katkı sağlayacak ve bu suretle katma değerli üretimi de destekleyecek bir yol haritası gerekiyor Türkiye’ye.

Türk firmaları zengin bir deneyim kazandılar yenilenebilir enerjide. Önemli yenilenebilir projeleri gerçekleştiren yetkin firmalarımız var. Akfen, Enerjisa, Akenerji, Zorlu, Aydem gibi. Şişecam, İsEnerji, YEO ve BGN de hızlı büyüme stratejilerini uyguluyor sadece Türkiye’de değil çevredeki ülkelerde, hatta Avrupa’da, Atlantik’in ötesinde ve Afrika’da.

Nasıl Türk müteahhitleri dünyanın dört bir tarafında milyarlarca dolarlık projelere imza atıyorlarsa aynı şekilde anahtar teslimi çalışma kapasitesi yaratmış olan yenilenebilir enerji şirketleri için de cazip fırsatlar var yurtdışında.

Mehmet Öğütçü

Londra Enerji Kulübü YK Başkanı

Recent Posts

DEM Parti’nin üç “normalleşme” ölçüsü: ilki Kobani davası

AK Parti’nin başlattığı yeni Anayasa girişimine muhalefetten en açık desteği veren Halkların Eşitlik ve Demokrasi…

9 saat ago

Çiğdem Toker: TÜİK yargı kararına rağmen bilgi karartmayı sürdürüyor

Hayat pahalılığı ve enflasyon ülkenin bir numaralı sorunu. Enflasyon oranlarını açıklamakla görevli Türkiye İstatistik Kurumu…

13 saat ago

Diyalog sürecini her iki taraf da baltalamaya çalışiyor: Ne yapmalı?

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in önce Cumhurbaşkanı Erdoğan, ardından da iktidarın gayrıresmi koalisyon ortağı MHP…

14 saat ago

CHP Lideri Özel MHP Lideri Bahçeli’yi mecliste ziyaret etti

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet…

1 gün ago

Namık Tan, Mehmet Uçum’a karşı: Gezi, Erdoğan’ın samimiyet sınavı

CHP lideri Özgür Özel’in 7 Mayıs’ta MHP lideri Devlet Bahçeli ile görüşeceğinin açıklanmasından birkaç saat…

1 gün ago

Boğaziçi Olayı, komplo teorileri ve milli paranoya

Hatırladığıma göre sene 1981. Boğaziçi Üniversitesi Siyasal Bilimler ve Uluslararası İlişkiler Bölümüne Amerika’da Michigan Üniversitesinden…

2 gün ago