Tutuklu Türkiye İşçi Partisi (TİP) Milletvekili Can Atalay’ın tahliyesi talebi ile başlayan yasal süreç Türkiye yüksek yargısı içinde akut bir krize dönüştü. Yargıtay 3. Ceza Dairesi bir kez daha Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) tahliye talebini reddederek AYM’yi ağır ithamlarla eleştirdi, Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesi başvurusunda bulundu.
Mayıs Ayında TİP Hatay milletvekili seçilen Can Atalay’ın yasama dokunulmazlığı çerçevesinde tahliyesi talebiyle İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yapılan başvuru, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay arasında eşi görülmemiş bir krize sebep oldu.
Anayasa Mahkemesi, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nin Atalay’ı tahliye etmemesinin ardından iki kez hak ihlali kararı vererek tahliye istedi ancak Ağır Ceza iki kez tahliye talebini reddederek dosyayı Yargıtay’a gönderdi. (Süreci buradan okuyabilirsiniz)
Yargıtay 3 Ocak’ta verdiği kararıyla, 2. kez AYM’nin tahliye talebini reddetti. Yargıtay 3. Ceza Mahkemesi üyeleri AYM’yi yine ağır dille eleştirdi, AYM’nin “yüksek temyiz merci” gibi davrandığını, kararının “hukuki bir değeri olmadığını” savundu.
Yargıtay kararında, “AYM’nin Can Atalay hakkında vermiş olduğu ihlal kararına hukuki bir değer ile geçerlilik izafe edilemeyeceği, ortada uyulması gereken bir yargı kararının bulunmadığı karar altına alınmıştır,” ifadelerini kullandı.
Pakistan’da hükümetin AYM kararıyla düşürüldüğünü not düşen karar, mahkemenin bireysel başvurularda “Cumhurbaşkanının meşruiyetini bile sorgulayabilecek” bir pozisyona geldiğini söyledi.
Karar, Atalay’ın vekilliğinin düşürülmesi için TBMM’ye gönderildi.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi 3 Ocak’ta verdiği kararda “ihlal kararına hukuki bir değer ve geçerlilik izafe edilemeyeceği, ortada uyulması gereken bir yargı kararının bulunmadığına” hükmettiğini belirtti.
“AYM’nin Can Atalay hakkında vermiş olduğu ihlal kararına hukuki bir değer ile geçerlilik izafe edilemeyeceği, ortada uyulması gereken bir yargı kararının bulunmadığı karar altına alınmıştır. Verdiğimiz bu karar, kesin nitelikte değişik iş kararıdır. Bir hüküm değildir. Yargıtay, kesin nitelikte olan ve hüküm niteliğinde bulunmayan değişik iş kararları verebilir.
Anayasada “hiçbir organ, makam, merci veya kişi yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz” hükmü olduğunu belirten Yargıtay şu ifadelerle AYM kararına uymayacağına karar verdi:
AYM tarafından verilen ihlal kararı, bir tespit niteliğinde olduğu için, derece ve temyiz mahkemeleri tarafından verilen ihlali meydana getiren hükmü kendiliğinden ortadan kaldırma gücüne sahip değildir. Ayrıca AYM, yetkisini kullanırken yerindelik denetimi yapmamalı, idari eylem ve işlem niteliğinde karar vermemelidir.
Buna rağmen AYM, denetlenmemenin verdiği cesaretle, anayasada düzenlenmeyen ancak görev kanununda yer alan yetkisinin de dışında, anayasaya aykırı olacak şekilde, ilk derece mahkemesine yol göstermenin çok ötesinde, “yeniden yargılama yap, durma kararı ver ve ilgili hükümlüyü tahliye et” şeklinde adeta emir ve talimat verircesine karar verdiği hususu dikkat çekici bulunmuştur.
Keza AYM, hangi yasal düzenlemeden aldığı yetkiyle süper temyiz merci gibi davrandığını ortaya koyamamıştır. Bu kapsamda AYM, anayasanın özüne ve sözüne aykırı davranmıştır.
Kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciinin Yargıtay olduğuna dair anayasal düzenlemeyi yok saymıştır.
Yargıtay ile AYM arasındaki kriz, Anayasa’nın milletvekili dokunulmazlığını düzenleyen 82. maddesi ile Anayasal hürriyetlerin kısıtlandığı 14. maddenin yorumu üzerinden çıkmasına rağmen, siyasi bir şekil aldı.
AYM, Anayasa’nın 82. maddesine göre Atalay’ın tahliye edilmesi ve Gezi Parkı davası çerçevesinde aldığı 18 yıl hapis cezasına milletvekilliği döneminin sona ermesinden sonra devam etmesi kararı veriyor.
Ancak Yargıtay, Anayasa’nın 14. maddesinde belirtilen “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz,” hükmünün Can Atalay’ın cezası kapsamına girdiğini belirterek Atalay’ın dokunulmazlık hürriyetinden faydalanamayacağını belirtiyor.
Yasalara göre bir uygulamanın Anayasaya uygunluğunu denetleyebilecek tek yetkili merci Anayasa Mahkemesi. Anayasa’yı değiştirme yetkisi de TBMM’de bulunuyor. Ayrıca “Anayasa Mahkemesi kararları … yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri” bağlıyor.
AYM daha önce 14. maddenin kapsamının geniş olduğuna hükmetmiş, TBMM’den içeriğin netleştirilmesini istemişti. Yargıtay ise içeriğin hangi kapsama gireceğinin yargı tarafından belirlenebileceğini savunmuştu.
Yargıtay’ın iki kez AYM kararına direnerek Anayasal tartışma açması bu sebeple yargı krizi olarak nitelendiriliyor. Ancak Yargıtay bu kararında hem AYM’nin kararlarının tartışmaya açıyor, hem de AYM’ye yapılan bireysel başvuruların kapsamını sorgulayarak başvurulara da “meşruiyet krizi” üzerinden tepki koyuyor.
T24’ten Gökçer Tahincioğlu’nun yorumuna göre, “bu karara karşı yapılacak çok bir şey yok.” Tahincioğlu’na göre Yargıtay “bir anlamda TBMM’yi Anayasa Mahkemesi’nin yetkileri konusunda harekete geçmeye zorluyor. Aynı mantıkla AİHM kararlarını da uygulamamak mümkün… Sorunu artık siyaset dışında çözebilecek bir yer yok.”
Tahincioğlu şu değerlendirmede bulunuyor:
“Belli ki AYM, aynı ihlal kararını sürekli verse de Yargıtay’ın tutumu değişmeyecek. AYM’nin kararlarına uymama eğilimine, Yargıtay’ı gerekçe göstererek diğer mahkemeler de katılabilecek. AİHM kararları da yine benzer riskler gerekçe gösterilerek görmezden gelinebilecek ve zaten aslında geliniyor. Atalay, özgürlüğünden mahkum biçimde bu tartışmaları cezaevinden izliyor. TBMM Başkanlığı’nın nasıl bir tutum alacağı artık daha kritik önemde. AYM’yi dinleyip Atalay’ın hak ihlaline uğradığına mı karar verecek, yoksa Yargıtay’ı dinleyip vekilliğini mi düşürecek, göreceğiz. Ancak her koşulda, AYM’nin eski kudretinde yoluna devam edemeyeceği anlaşılıyor.”
Yargıtay kararının öne çıkan başlıkları şöyle:
Ülkemizde Arap baharının yansıması ve uyarlaması olarak gerçekleştirilen ve temelleri 2011 yılının ortalarında atılan Gezi Parkı eylemleri nedeniyle cezalandırılan ve hükümlü sıfatını kazanan Can Atalay’ın, bir plan ve gevşek de olsa bir organizasyon dahilinde yürütülen kalkışma hareketinin başlaması ve tüm ülke sathına yayılarak derinleştirilmesi kapsamında faaliyetlerinin bulunduğu, şiddet olaylarının tırmanmasına neden olan Taksim Dayanışması’nı yöneten ve yönlendiren kişilerden olduğu, dosya kapsamındaki eylemlerinin hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etme kapsamında kaldığı dairemiz tarafından kabul edilmiştir.
Bu suçun anayasanın 14. Maddesi kapsamında yer alması ve soruşturmasına seçimden önce başlanmış olması dikkate alındığında yasama dokunulmazlığından faydalanamayacağı kanaatine varılmış, yargılamanın devam etmesine, tahliyesinin ve yargılamanın durmasına ilişkin taleplerin reddine karar verilerek temyiz incelemesi yapılmış ve Atalay hükümlü sıfatını kazanmıştır.
AYM, bireysel başvuru sonucunda ihlalin ve sonuçlarının nasıl giderileceği hususunda belirleme yapma yetkisine sahip olsa da anayasa hükümleri ile bağlı olarak, Atalay hakkında kurulan hükmün onanmasına dair kararda, Gezi eylemlerinin bir darbe girişimi olduğu kabul edildiği halde, süper temyiz merci gibi davranarak, Gezi Parkı eylemlerinin hükümeti ortadan kaldırmaya yönelik suç oluşturduğu kabulünü yok sayarak, bu vahim eylemlerin bir nevi toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı kapsamında kabul edilmesi gerektiği sonucuna matufen delil ve suç vasfı değerlendirmesi yapmak suretiyle yasal yetkilerini, anayasal ve yasal düzenlemelere aykırı olacak şekilde aşmıştır.
AYM, bu tespitleri henüz dosya kesinleşmemişken ve kanun yolu incelemesindeyken yapması gerekirken hüküm kesinleştikten sonra yapmıştır. Kaldı ki o zaman bile süper temyiz merci gibi davranılması sonucunu doğururdu.
Ayrıca AYM’nin ihlal kararı konusunda değerlendirme yapacak olan mahkemeler, istisnasız tüm durumlarda ilk verdiği kararın aksi yönünde karar vermek zorunda değildir. İlk kararının aynısını veya benzerini verebilir.
AYM’nin yaptığı gibi yorum farklılığı gerekçe gösterilerek, anayasadan alınmayan bir yetki ile anayasa hükümleri uygulanamaz hale getirilemez. Böylece, anayasanın diğer hükümlerinin de AYM tarafından, anayasa hükümlerini sadece şekil bakımından inceleyebileceğine ilişkin yetkisine aykırı olarak, önüne gelen başkaca bireysel başvurularda yorum farklılığı gerekçe gösterilmek suretiyle uygulanamaz hale getirilmesi tehlikesi de bertaraf edilmek istenmiştir.
Aksi takdirde anayasanın 14. Maddesi gibi anayasanın, cumhuriyetin temel niteliklerini koruyan ilk 4 maddesi de dahil olmak üzere başka hükümlerinin içeriğinin de bu şekilde yorum yoluyla defacto olarak uygulanamaz hale getirilmesi ile karşı karşıya kalınma tehlikesi ortaya çıkacaktır. Zira 14. Madde de ilk 4 maddedeki hükümleri koruyucu niteliğe haizdir.
Yüksek mahkeme olan Yargıtay, temyiz merci olarak görev ve yetki alanına müdahale edilip edilmediği yönünden değerlendirme yapma konusunda yetkili ve görevli olduğu gibi bu bağlamda AYM kararının hukuki değerden yoksun olup olmadığını da belirleyebilir. Yargıtay, anayasa gereği, kendi yetki alanını diğer yüksek mahkemelere karşı koruyabilir.
AYM, kendisini denetleyebilecek bir merci olmadığını kabul etmek suretiyle keyfi kararlar vermemeli, hukuki değerden yoksunluk durumu da gözetilerek, yeniden yargılamaya hükmedilmesi yoluna gitmemelidir. Yargıtay ve Danıştay kararlarını yeniden yargılama görüntüsü altında dosyanın esasına da girerek, bozmak suretiyle, yasal yetkilerini aşacak şekilde yetkilerine anlam yüklememelidir. Bu durumda astlık üstlük ilişkisi mevcut olmadığından Yargıtay, ihlal kararının hukuki değerden yoksun olup olmadığı hususlarını denetleyerek uygulanması gereken bir karar olup olmadığına karar verebilir.
Hukukçu bakış açısı ile kanuncu bakış açısı farklı kavramlar olup, kanuncu bir yaklaşım gösteren AYM’nin anayasayı sadece kendisinin yorumlayabileceğine ve kararlarına sadakatle uyulması gerektiğine yönelik yaklaşım ile hukuki sorunlara çözüm getirmeye çalışması yasal yetkilerini aşmasına neden olmuştur.
Mevcut sorun herhangi bir şekilde denetlenmemenin kendisine tanıdığı yasal boşluğu kullanan AYM’nin anayasa hükümlerini uygulanamaz hale getirmesinden kaynaklanmaktadır.
Görevli olduğu konusunda tartışma bulunmayan, oluşturduğu içtihatlarla terör örgütlerinin de hedefi haline gelen dairemizin tabi hakim ilkesine aykırı hareket ettiği belirtilerek sanki sonradan oluşturulan bir mahkeme olarak gösterilmesi, terör örgütlerinin de söylemleri ile uyum göstermiştir.
AYM’nin süper temyiz merci gibi davranarak Yargıtay ve Danıştay’ın anayasal yetki alanlarına müdahale etmesi halinde ortada hukuki değerden yoksun ve yasal yetkiler aşılmak suretiyle verilen bir karar bulunacağından, anayasayı ihlal eden AYM’nin kararına uyulmayacaktır.
AYM’nin süper temyiz merci gibi davranarak verdiği Atalay kararına hukuki bir değer izafe edilemediği için uyulmaması nedeniyle anayasanın 148. Maddesinde öngörülen bireysel başvuru hakkını ihlal eden Yargıtay değil, önüne gelen başvurularda yasal yetkilerini aşarak bir nevi süper temyiz merci gibi davranması nedeniyle sürekli iş yükü artan ve bu nedenle iş yapamaz hale gelen Anayasa Mahkemesi’nin bizatihi kendisidir.
AYM’nin Atalay ve Ömer Faruk Gergerlioğlu kararlarındaki mantığın kabul edilmesi durumunda vahim sonuçların da ortaya çıkması mümkündür.
Laiklik ilkesinin uygulanamaz hale getirilmesi, devletin şeklinin cumhuriyet olduğunun tartışmaya açılması gibi… Cumhurbaşkanı’nın usulüne uygun olarak seçilmediğini ve kendisini göreve atama ile görevden almaya yetkisinin bulunmadığını bir kişinin bireysel başvuruda ileri sürmesi halinde iddiayı kabul ederek, anayasayı kendisine göre yorumlayabileceği, Cumhurbaşkanı’nın meşruiyetini dahi tartışmaya açabileceği anlaşılmaktadır.
Anayasanın 14. Maddesiyle ilgili AYM yorumunun kabulü halinde Fethullah Gülen, Adil Öksüz, Ekrem Dumanlı, Cemil Bayık, Murat Karayılan, Duran Kalkan, Sabri Ok gibi isimlerin, haklarındaki hüküm kesinleşmeyen darbeci generallerin TBMM’ye girmelerinin önü açılır ki bu durumun hukuken isabetli olduğunu savunmanın izahı kabil olduğunu söylemek mümkün değildir.
Gelinen noktada AYM’nin anayasa ve kanunlar ile çizilen görev ve yetki sınırlarını aşarak hukuk dışı kararlar vermek suretiyle kendisine belirsiz ve sınırsız bir misyon yüklediği, vermiş olduğu hukuk dışı kararlara uyulması konusunda anayasa ve yasalarda bulunmayan ve hukuk literatüründe de yer almayan sadakat kavramının arkasına sığındığı, hukukun genel geçer bir ilkesi olan kesin hüküm kavramını görmezden geldiği… kesinleşen kararları işin esasına girip tekrardan ele alarak değerlendirdiği, bu uygulamalarının hukuk güvenliğini tehdit ettiği ve kaos oluşturduğu anlaşılmıştır.
Hukuki değer içermediğinden, ortada uyulması gereken bir karar bulunmadığı daha önce tespit edilmiştir. Kesin nitelikte bir karardır. AYM, anayasal yetkisini sürekli arttırmak ve kötüye kullanmak suretiyle kendisinin daha önce norm denetimi sırasında sıkça dile getirilen yasama organı üzerinde vesayet organı olduğuna yönelik eleştirilerin, bireysel başvuruya ilişkin yetkinin verilmesi üzerine tüm yargı üzerinde de ortaya çıkmasına neden olmuştur.
AYM’nin yetkilerini sınırlama eğilimi içinde olmaması halinde, yüksek mahkeme olan Yargıtay tarafından görev ve yetki sınırları hatırlatılacak, hatırlatılmaya devam edilecektir.
AYM’nin önünde birçok dosya bulunmasına rağmen Atalay’ın ikinci başvurusunu birçok önemli dosyanın önüne alarak incelemesi de dairemizce manidar bulunmuştur.
Resmi Gazete’de kararın yayımlanma zorunluluğu yokken yayımlanması da AYM’nin süper temyiz merci olarak vesayet makamı haline gelmesini sağlamaktadır.
Dairemiz de bu denetimsizlik nedeniyle adeta juristokrasiyi andırır şekilde yorumla anayasa hükümlerini uygulanamaz hale getiren keyfi kararlar verilmesine dikkat çekmiştir. Örneğin Pakistan’da 2022’de Meclis’te çoğunluğu ele geçiren muhalefet tarafından güvensizlik oylaması yapılarak seçilmiş, meşru başbakan İmran Han değiştirilmek istenmiş, Pakistan Anayasa Mahkemesi, siyaseti dizayn etme çabasının ürünü olarak Pakistan Anayasa Mahkemesi, Başbakan tarafından alınan erken seçim ve Meclis’in feshi kararını yok saymak suretiyle güvensizlik oylamasının yapılmasına karar vermiştir. Oylama sonunda İmran Han, görevden alınan ilk başbakan olmuştur.
ABD’nin seçeceği 47’inci Başkan, Türkiye’nin 12 Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın çalışacağı 5’inci Başkan olacak. AK Parti…
İçişleri Bakanlığı 4 Kasım sabahı Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk’ü, Batman Belediye başkanı Gülistan…
Karl Marx’ın meşhur sözüdür: tarihte olaylar ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekrarlanır. CHP’li İstanbul Büyükşehir…
ABD’nin Orta Doğu’dan da sorumlu Merkezi Komutanlığı (CENTCOM) 1 Kasım’da gönderileceği duyurulan ilk B-52 stratejik…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer'in tutuklanmasını protesto etmek için düzenlenen mitingdeki…
Avrupa Komisyonu'nun üyeliğe aday ülkelerin son bir yıl içindeki gelişmelerini değerlendiren yıllık raporu, 30 Ekim…