Murat Yetkin’in CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile yaptığı röportaj şu cümlelerle sona eriyordu:
“Kadın adayları seçilebilecek noktalarda göstermek gibi bir vaadi vardı Özel’in. Elinde anket sonuçlarını göstererek izah ediyor. Kadın ve erkek adayların seçilme imkanı aynı görünüyorsa, tercihlerini kadın adaydan yana koyduklarını söylüyor. Yaşayıp göreceğiz.”
Aslında temsilde eşitliğin yerel seçimler için de gerçekleşmeyeceğine dair ipuçlarını CHP’nin açıklanan 353 adayı arasından sadece 29’unun (yüzde 8.2) kadın olması ile görmeye başladık.
Peki, CHP’nin adaylarını belirlerken çıkış noktası olarak belirttiği anketler, kadınların adaylaşması açısından adil bir değerlendirme yapılmasına imkan sağlayabilir mi?
Anketler ne kadar adil?
Bu sorunun peşine düşmüşken, Dr. İpek Ruacan tarafından hazırlanan bir rapora denk geldim: “’Anketlere göre önde’: Medya, Kamuoyu Anketleri ve Seçim Haberciliği Üzerine Bir İnceleme”.
Ardından Dr. İpek Ruacan’a ulaşarak kafama takılan soruları ardı ardına sıraladım:
“Anketler kadın ve erkek aday adayları arasında hangi koşullarda adil bir sonuç doğurur? Adayların tanıtılması açısından bir ön hazırlığın olması gerekmez mi? Zaten çoğu koltuğu kapmış ve bu sayede tanınmış olan erkek adaylarla, siyasette dezavantajlı olan kadınlar arasında anket yapmak ne kadar doğru olur?”
Ruacan, anketlerin kadın ya da erkek aday farkı olmaksızın adil bir sonuç doğurabilmeleri için, siyasi etkilerden uzak olmaları ve evrensel bilimsel ölçütleri karşılamaları gerektiğini, Türkiye’de yapılan anketlerin büyük bir bölümünde örneklem seçiminde hatalar olduğunu gördüklerini aktardı.
Son zamanlarda en yaygın yapılan hata, sadece cep telefonu olan kişiler ile görüşerek anket yapılmasıymış. Bu durum, cep telefonuna erişimi olmayan seçmenleri yok saydığı gibi, cep telefonuna erişimi olsa bile oy verme hakkı bulunmayan sığınmacılar gibi bireyleri de örneklem içerisine dahil ediyor ve yanıltıcı olabiliyormuş.
ABD’de “anketler yasaklanmalı mı” sorusu tartışıldı
Bilimsellik konusu üzerinden gidildiğinde, İpek Ruacan dünyada da tartışılan bazı önerileri şu şekilde özetledi:
En başta anket kuruluşları arasında bir öz denetim mekanizması kurulması geliyormuş. Bu öz denetim mekanizması, özellikle seçim zamanı yaklaşırken kamuoyu ile paylaşılan anketlerin bilimsel ölçütleri karşıladığını belirlenecek bir işaret ile gösterebilirmiş. Medya kuruluşları da, ancak bu şekilde doğrulanmış işareti olan anketleri izleyicileri/okuyucuları ile paylaşmak konusunda bir mutabakata varabilirlermiş.
Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’de çok büyük oranda yanlış çıkan bazı anketlerin ardından, ‘anketler yasaklanmalı mı?’ sorusu da tartışılmış ancak elbette bu özgür ülkelerde mümkün değil. Bunun yerine kâr amacı gütmeyen kuruluşların da anket yapmaları ve kamuoyu ile paylaşmaları teşvik edilebilirmiş.
Seçmen anketlerde önde görünen adayın “peşine takılıyor”
Siyasette koltukların çoğunun sahibi olan, koltuk sahibi olduğunda da zaten gücün etkisi ile tanınırlığı da yüksek olan erkek adaylarla aynı anketlerde değerlendirilecek olan kadınlara dair kaygıma asıl cevap İpek Ruacan’ın şu açıklamasında sanırım:
“Zaten tanınmış kişilerin bir de anketlerde önde gittiğinin defalarca gösterilmesi seçim süreçlerini etkileyen büyük bir mesele. Bu siyaset biliminde ‘bando müziği’ benzetmesi ile anlatılıyor: evinizde otururken sokakta yüksek sesle güzel bir müzik çalan bir bando olduğunu farkediyorsunuz ve öncelikle cama çıkıp ne olduğuna şöyle bir bakıyorsunuz. Daha sonra görüyorsunuz ki komşularınız bir bir evlerinden sokağa inip o bandonun peşine takılıyor ve eğlenceye dahil oluyorlar. Komşularınızın tek tek bandonun peşinden gittiğini görünce, nihayetinde siz de kalkıp aynı bandonun peşine takılıyorsunuz. İşte herkesin peşine takıldığı bando, burada anketlerde önde giden o adayı temsil ediyor. Seçmenler, tıpkı bandonun peşinden gider gibi, ankette ilerde olduğu belirtilen adayın peşinden gidiyorlar. Bu peşinden gitme eğilimi, ilk defa oy veren ve siyasi görüşleri çok keskin olmayan kişiler arasında daha yaygın.”
At yarışı çerçevelemesi
Ruacan’a göre, bilimsel ve siyasi etkiden uzak olduğu varsayılan anketler bile halen seçimlere ‘at yarışı’ çercevesi ile yaklaşıyorlar ki bu da seçimi bir kazanan ve bir kaybeden arasında geçen ezeli bir rekabet olarak yansıtıyor. İşte kadın adayları da en çok etkileyen meselelerden birisi burada karşımıza çıkıyor: kadın adaylar çoğunlukla politikalar üzerinden kampanya yürütürlerken, anketler matematiksel kazanma-kaybetme olasılıklarını ölçüyor. Yani kadın adayların kampanya öncelikleri ile anketlerin ölçümlemeleri arasında baştan bir uyumsuzluk var.
Anketlerin kadın adaylar için daha adil bir sonuç doğurması için birinci öncelik, politikalar üzerinden sorular sorulması olmalıymış. Ülkemizde yaygın olarak sorulduğu üzere ‘yarın seçim olsa kime oy verirsiniz?’ sorusu yerine; ‘yoksullukla mücadele alanında hangi adayın politikalarını başarılı buluyorsunuz?’ sorusu sorulmalıymış örneğin.
Yüzde kaç fark ile önde ya da geride olduğu ölçülen bir adayın ekonomi, altyapı, iklim değişikliği, toplumsal cinsiyete dayalı yerel siyaset veya başka konular ile ilgili politikalarının değerlendirilmesi ikinci planda kalıyorken yapılan anketler amaca hizmet etmemiş olabiliyormuş.
Elbette bu karşılaştırmanın yapılabilmesi için de adayların kendilerini ve politikalarını anlatabilmelerine olanak sağlayacak ortamların yaratılması gerekiyor. Bu da medyada yer bulabilmekle de ilgili. Kadınların finansman sorunu, medyada yer bulabilmesinin önünde engelken, bir de kadın adayların medyada haberleştirilme şekline yönelik sorunları ile karşılaşıyoruz.
Kadın adayların haberleştirilme şekli etik mi?
Ruacan tarafından hazırlanan raporda, kadın adayların medyada haberleştirilme şekline yönelik etik tartışmalara da yer verilmiş.
Yapılan araştırmalara göre, kadınların siyasette temsil oranının dünyanın geri kalanından yüksek olduğu ülkelerde bile cinsiyetçi haberler yapılmaya devam ediliyor, kadın adaylar dış görünüşleri ile sıklıkla haber oluyorlar.
Kadın adaylar dünyanın değişik ülkelerinde erkek adaylardan daha az haber olurlarken, haber olduklarında da önemsizleştirilerek haber oluyorlar.
Bu önemsizleştirilme, at yarışı çerçevelemesine çoğunlukla eşlik eden “savaş” terminolojisi ile de pekişiyor. Seçim, “savaşa hazır” erkek adaylar ile yönetme becerileri küçümsenerek haber olan kadın adaylar arasında geçiyor. Bu çerçeveleme erkeklerin devlet yönetmeye, kadınların ise annelik ya da ev işleri yapmaya uygun olduğu çağrışımını yapan fotoğraflar ile destekleniyor.
Bezen Belamir Coşkun’un (2023) yeni araştırması Türkiye’de de kadın siyasetçilerin cinsiyetçi kalıplar içinde haber olduklarını gösteriyor.
Bütün bu ve benzeri dezavantajlar seçim çalışmalarının başarısını etkilerken, tanınırlığı ölçen anketlerin gerçekten değerli hizmetler yapabilecek kadınları ortaya çıkarması mümkün mü? Murat Yetkin’in dediği gibi “Yaşayıp göreceğiz”. Ancak unutmamalı ki, kadınlar artık “aynı sonları” görmek istemiyor. Yaşanacakları yönetmek, söylemleri ile eylemleri uyuşacak siyasetçileri görmek istiyor.