Kıbrıs, uluslararası camianın nezdinde bugün ciddi bir sorun değil, ama etrafındaki bölge yeniden ısınmaya başladığı için gündemden hiç düşmüyor. Önümüzdeki günlerde yine projektörler üzerinde olacak; KKTC de yine haberlere çıkacak.
Birleşmiş Milletlerin donmuş müzakereleri buzdolabından çıkartma çabası, Gazze dramı, Kızıldeniz krizi, Suriye ve Lübnan’ın durumu, Rusya’nın bölgedeki artan mevcudiyeti, Çin’in Akdeniz’de kendisine COSCO üzerinden yeni limanlar alarak “Mavi Çin Vatanı” yaratmaya çalışması, Kıbrıs Türk topraklarında Rus, İranlı, Çinli ve İsrailli nüfusun artması ile demografi ve gayrimenkul mülkiyeti temelinde değişim yaşanması Lefkoşa’nın her iki yakasına yönelik uluslararası diplomatik trafiği arttırdı.
1974’den bu yana ufak tefek bazı sınır olayları dışında adada çatışma yaşanmıyor. Türkiye’ye 71 km, Yunanistan’a ise 900 km uzaklıktaki adanın, geçmişte olduğu gibi hâkim güçlerin nüfuz sahasına girme riski yok. AB üyeliğinin yanı sıra Türkiye engellemese neredeyse NATO’ya girdi girecek.
Hatırlanan stratejik değer
BM barış gücünün yeşil hattı gözetmenin dışında neredeyse işi gücü yok. Hatta her görev süresi uzatma zamanı geldiğinde bu gücün ciddi kanlı eylemlerin yaşandığı dünyanın başka çatışma bölgelerine kaydırılmasını BM’de isteyenlerin sayısı çoğalıyor.
KKTC’nin nüfusu (400 bin civarında) İstanbul’da bir ilçe (Esenyurt: 984 bin) kadar bile etmiyor. Kıbrıslı Rumlar ise 925 bin. Yüzölçümü (yüzde 35’i KKTC’ye ait olmak üzere) 9251 km2. 256 km2’sı de (en son Husilere karşı Kızıldeniz operasyonlarına avcı savaş uçaklarının kalktığı) egemen İngiliz üslerine tahsis edilmiş.
Dolayısıyla, Kıbrıs, toprak, nüfus ve ekonomik varlık olarak dünya ölçeğinde ihmal edilebilir bir ada ama stratejistlerce “Akdeniz’in en kritik noktasında, Türkiye, Mısır, Suriye, Lübnan, Libya, Yunanistan ve İsrail ile çevrili ‘batırılamaz uçak gemisi’” yakıştırması yapılması onun asıl önemini belirliyor.
Özellikle de Gazze-İsrail, Ukrayna savaşı, Suriye’deki Rus mevcudiyetinin Akdeniz’e taşması, Kızıldeniz krizi ve de Doğu Akdeniz’de enerji ve jeopolitik nüfuz mücadelesi ışığında Kıbrıs’ın stratejik değeri tavan yaptı.
Türkiye’ye “işgalci” diyenler
Kıbrıs konusunda Ankara’ya 1974 askeri müdahalesini ve 15 Kasım 1983’de KKTC’nin ilanını geri sardırmak için on yıllardır süren baskıyı, taviz koparma çabasını anlamakta güçlük çekiyorum.
Düşünsenize, İngilizler, İberya Yarımadasının ucundaki Cebelitarık Boğazı’nı kontrol eden Cebelitarık’ı, Arjantin açıklarındaki Falklands adalarını, Bermuda, Cayman, ve diğer Pasifik, Atlantik, Hint okyanusundaki adalarını stratejik mülahazalarla egemen toprağı olarak görüyor. Amerikalılar derseniz, Guam, Samoa, Puerto Rico, Virgin gibi denizaşırı topraklarını, onlarca ülkedeki askeri üslerini, dünya okyanuslarında dolaşan 47 uçak gemisinin müdahale hakkını kimseye terk etmeye niyetli değil.
Ya İspanyollara ne diyeceksiniz? Kendi toprakları içindeki Cebelitarıkl’ı isteksizce İngiliz egemenliğine bıraktılar ama kendileri Kanarya ve Balear adalarını, Fas kıyısındaki Cebelitarık’a karşı kıyıdan bakan Ceuta ve Melilla kentlerinden değil ayrılmak, kımıldamak dahi istemiyorlar. Fransızlar da aynı şekilde kendi topraklarından binlerce kilometre uzaktaki Guyana, Guadeloupe, Martinique, Reunion gibi sömürgelerini hala elde tutmakta ısrarlı.
Ve bu ülkeler Türkiye’yi yüzyıllarca hakimiyeti altında tuttuğu hemen yanı başındaki Kıbrıs’ta “işgalci güç” olarak görüyorlar, 16 Ağustos 1960 anayasasında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eşit ortağı olarak tanınmış, sonra dışlanmış Türklerin kurduğu KKTC’nin de kendisini feshedip yeniden Rum boyunduruğuna girmesini bekliyorlar. O yönde Türkleri köşeye sıkıştıracak çözüm önerileri geliştiriyorlar.
Kıbrıs Türklerinin rızası
Kıbrıs sorunun bugün temelinde yatan ve onun çözümü halinde kalıcı barış ve refahı tesis edecek olan tek şey, KKTC Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu’na göre, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin adanın dünyadaki yegâne temsilcisi olarak tanınması ve Kıbrıslı Türklerin dışlanıyor tanınmıyor olması.
Bu konuda hakkaniyete dayalı bir ilerleme olmadan (ki mevcut statüko AB üyesi Kıbrıslı Rumların lehine olduğu, BM Güvenlik Konseyi kararları güncellenmediği, için ilerleme olması pek mümkün görülmüyor) bizim ömrümüzde çözüm ışığını görmek pek kimseye kısmet olmayacak gibi. Kıbrıs Federasyonu içinde çoğunluğun azınlık üzerine tahakküm kuracağı bir çözüme Kıbrıslı Türklerin rıza göstermesi, konuştuğum Kıbrıs Türk liderlerinin ortak görüşü o ki, kesinlikle mümkün değil.
“Zekamızla alay ediyorlar”
O yüzden BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs şahsi özel temsilcisi Kolombiya eski Dışişleri Bakanı (ve mevcut Genel Sekreter António Guterres’in yerine Haziran 2026’da seçilmesi muhtemel) Maria Ángela Holguin Cuéllar, adaya geliyor yakında. Haziran’da bitecek altı aylık görev süresinin uzatılması için kulis yapmaya. Tabii ki, İngilizler ve Amerikalılar hararetle destekliyor, Ankara’ya bu yönde baskı yapıyorlar. Rum kesimi de görüşmelerin yeniden başlamasını istiyor.
Lakin, konuştuğum Dışişleri Bakanı Ertuğruloğlu böyle bir şeyin “zekamızla alay etmek” ile eş anlamlı olduğunu, Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan’ın (2005’de Annan Planı’nı reddettikten sonra) bir de 2017’de Crans-Montana’da masayı devirmesinden bu yana geçen sürede pozisyonlarında herhangi bir değişiklik olmadığını, kendilerine AB üyeliği sayesinde üstünlük sağlayan mevcut statükoyu muhafaza etmeye çalıştıklarını, bu yüzden de aynı zeminde yeni müzakerelerin bir sonuç doğurmayacağını, iki egemen devletli çözüm dışında bir seçeneği kabul etmeyeceklerini vurguluyor.
Hatırı sayılır bir bıkkınlık ve güvensizlik var Rum yönetimine ve de haksız yere kendisini dışlayan uluslararası camiaya yönelik olarak.
Büyükelçinin karşılama mazereti
Doğu Akdeniz enerji zirvesi için gittiğim KKTC’de Londra’da diplomat olduğu dönemden tanıdığım deneyimli Dışişleri Bakanı Ertuğruloğlu’nun yanı sıra Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ile de daveti üzerine makamında ikili görüşme fırsatı buldum. Düşünce kuruluşları, işadamları, Yunanlı şahsiyetler, en iyi bilgi ve değerlendirme kaynağı taksi şoförleri ve garsonlarla da görüştüm. Havayı koklamaya çalıştım.
Ercan Çitlioğlu’nun girişimi sayesinde TÜMBİFED, ASEMEDS ve KTTO işbirliğiyle düzenlenen zirvede Türkiye ve KKTC’nin tutumu ilk defa net şekilde ortaya konuldu. Ersin Tatar ve Tahsin Ertuğruloğlu’nun konuşmalarından sonra sorunun siyasi, askeri, ekonomik, hukuki ve finansman vecheleri Cihat Yaycı, Mitat Çelikpala, Hüseyin Bağcı, Necdet Pamir, Hayriye Kahveci, Sait Akşit, Fatih Ceylan, Gülsüm Akbulut, Sertaç Hami Başeren, Hüseyin Işıksal, Süleyman Boşça, Can Çobanoğlu, Mehmet Hüsrev, Murat Tüzünkan, Turgay Deniz ve Mustafa Çıraklı ile birlikte tartıştık, öneriler geliştirdik.
Yaşamsal konuların ele alındığı toplantıya adadaki Türkiye Büyükelçisi Metin Feyzioğlu’nun “heyet karşılama” mazereti ile katılmaması bana şaşırtıcı geldi.
KKTC ataletinden kurtulmalı
Bu bağlamda hem KKTC liderliğinin hem de Türkiye’nin gereğince ele alması gereken konulara ilişkin bazı gözlem ve önerilerimi paylaşmak istiyorum:
– KKTC ekonomisi büyük ölçüde Türkiye’nin mali desteğiyle ayakta duruyor. Ayrıca 20’den fazla üniversitedeki 100 bine yakın yabancı öğrenci hem devlete gelir sağlıyor hem de yerel ekonomiyi canlı tutuyor. Yeni finansman kaynakları yaratmadan KKTC’nin mevcut ataletinden kurtulması, dış dünyayla etkileşimini geliştirmesi, yeni müttefikler bulması, stratejik “kazan-kazan” ortaklıkları oluşturması, dinamik bir gelecek vizyonu geliştirmesi oldukça zor.
– Son dönemde İngilizlerin yanı sıra Ruslar, İranlılar, Çinliler ve İsrailliler de gayrimenkul alımında yarışıyor. Fiyatlar roket hızıyla artıyor. Demografi değişiyor. Yeni gereksinimler ortaya çıkıyor.
Çinliler, Ruslar, İsrailliler, kumarhaneler
– Kumarhanelerin çoğu Türkiye kökenli kişiler tarafından kurulup işletiliyormuş. Çoğunun sürekli zarar göstermesi ve etkin bir şekilde denetlenmemesi nedeniyle devlete ve ekonomiye ciddi bir katkı sağlamadığı söyleniyor. Tam tersine organize suç şebekelerinin sığınağı haline geliyorlar. Kara para, fuhuş ve kaçakçılığa ilişkin KKTC ile ilgili algılanan olumsuz imajın iyileştirilmesi için proaktif bir çaba gerekiyor bence. Tanınmamanın getirdiği kısıtlamalara şüpheyle bakılan bir coğrafyaya bir de böyle bir yükü bindirmek işi zorlaştırıyor.
– Yabancı öğrencilerin çoğunluğu siyah Afrika’dan geliyor. Bunların önemli bir kısmının eğitimle ilgisi olmadığı düşünülüyor. Temel arzuları asgari maliyetle oturma vizesi almak, yasa dışı ticari faaliyetlerde bulunmak veya fırsat bulduklarında Avrupa’ya geçiş için KKTC’yi bir sıçrama tahtası olarak kullanmak gibi görünüyor. Eğitimin kalitesinin artırılmasıyla kuzey Kıbrıs’ın gerçek bir ilim ve irfan yuvası haline getirilmesi, böylece hem gelir akışının artırılması hem de nitelikli insan kaynağı havuzunun genişletilmesi mümkün olacaktır.
Siyaset yerine iş dünyası
– Adanın hiçbir kısmı enerji açısından kendi kendine yeterli değil. KKTC, elektriğini Kıbrıslı Rumlardan alıyor ve bu elektrik halen akaryakıtla çalışan santrallerden üretiliyor. Muazzam güneş enerjisi, kıyı rüzgâr türbini ve dalga enerjisi fırsatlarına ve 2050 dekarbonizasyon taahhüdüne rağmen ne yazık ki sadece kuzeyde değil, Güney Kıbrıs’ta da ciddi bir çaba yok. Komşu pazarlara ihraç edilmeden önce, (güneydeki ENİ lisanslı sahalardan yakın zamanda üretime geçmesi beklenen) doğal gazın ada genelinde -tabii ki ticari sözleşmeler çerçevesinde- yoğun olarak kullanılması için müzakerelere artık başlanmalıdır. Siyaset yerine iş dünyası bu konuda öncülük yaparsa sonuç alınabilir kanısındayım.
– Gündemin bir diğer sıcak konusu da Türkiye ile KKTC arasında çift yönlü kabloyla kurulacak elektrik iletim projesi. Bunu resmi tanınmayı gerektirmeyen, iş dünyaları arasındaki ticari anlaşmalara dayanan ve AB ile istişarede bulunulan bir formülle yapmaya çalışmak akıllıca ve her iki tarafın çıkarına olacaktır. AB’nin iklim değişikliği ile mücadele temelli yeşil mutabakatı ile uyumlu girişimlere ağırlık verilirse Brüksel’den destek bulmak da nispeten daha kolay olabilir.
Yeni bir enerji forumu
– Güney Kıbrıs, Mısır, Fransa, Yunanistan, İsrail, Filistin, İtalya ve Ürdün arasında 2021’de Doğu Akdeniz Doğal Gaz Forumu kurulduğunda bölgenin en güçlü ülkesi, kritik bir enerji oyuncusu ve Akdeniz’e en uzun kıyısı olan Türkiye, kapsam dışı bırakılmıştı. Forumun yeni üye alabilmesi için (sanki AB’ye üye alıyormuş gibi) kabul edilemez ve sert koşulların öne sürüldüğünü hatırlıyorum. Merkezi Kahire’de bulunan Forum’un bugüne kadar somut bir başarı elde edemediği ve etkisiz bir konuma düştüğü görülüyor. Şimdi mevcut konjonktürde yeni bir fırsat penceresinin açıldığını düşünüyorum. Görev tanımı ve içeriğinde doğal gazın yanı sıra petrol, yenilenebilir enerji, enerji verimliliği, elektrik iletim şebekeleri, iklim değişikliği, finansman ve benzeri kritik konuları içerecek yepyeni bir “Doğu Akdeniz Enerji Topluluğu”nun kurulmasına liderlik edilebilir. Geçmişin bagajından kurtularak. Bu süreci düşünce kuruluşları üzerinden pratik adımlarla hemen başlatmak gerekiyor.
Tanınmadan da entegrasyon mümkün
– Pakistan ve Azerbaycan KKTC’yi tanımaya hazır görünüyor ancak en az 30 ülkeyi bu yönde harekete geçirmeden, Batı baskısı altında kolaylıkla geri adım atabilecek birkaç ülke ile bu kampanyaya başlamak faydalı olmayabilir. Bana sorarsanız, en azından önümüzdeki 10 yıl tanınma saplantısı rafa kaldırılmalı ve tüm çabalar KKTC’yi birinci sınıf bir demokrasi, ekonomi, yeşil enerji ve yüksek teknoloji oyuncusu yapmaya yoğunlaşmalıdır.
– Rumlarla kalıcı anlaşma ve de tanınma öngörülebilir gelecekte gerçekçi görülmediğinden, “dış güçleri” suçlamanın ötesine geçmeli. Demokratik geleneklerin güçlü olduğu adada ekonominin kendi kendine ayakta durabilmesi için köklü adımların atılması gerekiyor. Teknoloji parkları, serbest ticaret bölgeleri, yeşil enerji vadileri inşa etmek, yüksek gelirli turistleri çekmek, organik tarımı teşvik etmek, Kuzey Kıbrıs da üyeymiş gibi AB standartlarının benimsenmesi ve uygulanması, üniversitelerin kalitesinin artırılması, araştırma ve geliştirmeye özel önem vermek ilk akla gelen hedefler.
2030 KKTC vizyonu
– Batı’nın KKTC’nin dış açılımını engellediği bölgelerde Türk devletleri, Çin, Rusya, Afrika ve Körfez ülkeleriyle yeni alternatif kanallar, iş birliği ve ortaklık biçimleri gelişigüzel değil sistematik bir strateji çerçevesinde yaygınlaştırılmalıdır.
– İlerleme kaydetmese, hayal kırıklığı yaratsa bile Kıbrıslı Rumlar ve AB ile ilişkilerin ivmesi hiçbir şekilde düşürülmemeli; tanınma takıntısına kapılmadan, devlet dışı kurumlar, özel sektör girişimleri, üniversiteler, sivil toplum, ticaret odaları ve düşünce kuruluşları aracılığıyla çalışmaya devam edilmeli. Bu girişimleri güçlendirmek için proaktif lobicilik hizmetleri kullanılmalı, bunun bedeli ne olursa olsun cömertçe ödenmelidir.
– Tabii ki bu çalışmalar için elde yeterince kaynak yok; bu yüzden ciddi bir mali destek yaratılması birinci öncelik olmalı. Aksi takdirde boş söylemlerden öteye gidilemez. Para, kapalı sanılan birçok kapıyı açacaktır. Kendi ekonomisi zaten kırılgan olan Ankara’nın verdiği şartlı mali desteğinin yanı sıra, doğrudan/dolaylı vergiler ve üniversiteler, kumarhaneler, gayrimenkul satışları, turizm, tarım, yeşil enerji, yat marinalarından, antrepolardan elde edilen gelirlerle bütçenin güçlendirilmesi şarttır. Doğrudan yabancı yatırım ve egemen varlık fonlarının ülkeye getirilmesi için güvenilir bir yatırım ortamının yaratılması ve onlarca yıl boyunca gerçekçi bir yön duygusu uyandıracak kapsamlı sürdürülebilir kalkınma için 2030 KKTC vizyonunun hazırlanmasını da elzem görüyorum.
Yerinde saymamak için
Yukarıdaki önerilerin listesi daha da genişletilebilir. Bunların gerçekleşmesi şüphesiz adada bir heyecan ve ivme dalgası yaratacak ve hedeflenen uluslararası aktörler tarafından da yakından izlenecek, dolayısıyla dış dünyanın KKTC’yi tanıyıp tanımamasının sanıldığı kadar önemli olmadığı da anlaşılacaktır.
Güçlü bir iç toplumsal dayanışmaya sahip, sürdürülebilir kalkınma yoluna girmiş ekonomi inşa etmiş, dış angajmanlarını takviye eden ve aşırı bağımlılık zincirlerini gevşeterek Türkiye ile daha sağlıklı bir stratejik menfaatler ilişkisi kuran KKTC’nin uzun vadeli hedeflerine daha kolay ulaşacağına ve er ya da geç dünya liginde hak ettiği yeri alacağına samimiyetle inanıyorum.
Böylesi bir yeni yaklaşım benimsenmez, bıkkınlık içindeki ada insanlarına girişimcilik heyecanı aşılanmaz ve uzun soluklu bir güven ortamı yaratılmaz ise, ilerleme sağlanamaz. “Böyle gelmiş böyle gider” mantrası zihinlerde hâkim olmaya devam ederse, o zaman Kıbrıslı Türklerin 10 yıl sonra da aynı yerde saymalarının ne yazık ki kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum.
Tatar, Ankara’yı ikna edebilmeli
Dünyanın “tanınmayan” çekim merkezi olma potansiyeli ile oyun değiştiren bir performans için harekete geçmenin zamanı çoktan geldi, geçiyor.
Pragmatik ve dinamik bir lider olarak tanıdığım, aynı zamanda iş dünyasının nabzını tutmayı da çok iyi bilen Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, gerçekten önümüzdeki Ekim 2025 başkanlık seçimlerini de kazanmak istiyorsa, Kıbrıslı Türk seçmenini, muhalefeti, Ankara’yı ve KKTC’nin uluslararası ortaklarını ikna edebilmek için bugünden itibaren yukarıda kısaca bahsettiğimiz konularda cesur bir 2030 yol haritası ortaya koymak ve etkin icra için kritik pozisyonlara yetkin kadroları yerleştirmek zorunda kanaatindeyim.
Kuskusuz, herkesin de bu hedefleri desteklemeyi görev bilmesi gerekiyor.