İlk ortaya çıktığı günden bu yana kafamı kurcalıyor bu soru. (*) Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD), Irak ve Suriye İslam Devleti (ISİD) veya Arapça kısaltması Daesh olarak da bilinen örgüt, ulusötesi bir Selefi cihatçı grup. Kökenleri, 2004’de Ebu Ömer el-Bağdadi tarafından kurulan ve Irak isyanı sırasında El Kaide ile birlikte savaşan Cey’iş el-Taifa el-Mansurah örgütüne dayanıyordu. Grup, 2014’de militanlarının devam eden Suriye iç savaşından yararlanarak kuzeybatı Irak ve doğu Suriye’de geniş bölgeleri başarılı bir şekilde ele geçirmesiyle küresel bir üne kavuştu.
2015 sonuna gelindiğinde, tahmini nüfusu on iki milyon olan bir bölgeyi yönetiyordu; burada İslam hukukunun aşırı yorumunu uyguluyordu, petrol sahalarını, 1 milyar doları aşan bir yıllık bütçeyi ve 30.000’den fazla savaşçıyı yönetiyordu.
IŞİD güçlerinin 2019’da yenilgiye uğratılmasından bu yana grubun Suriye ve Irak’ta yeniden canlanması engellendi. El-Bağuz’un düşüşü, grubun Haziran 2014’te halifeliklerini ilan ettikleri Suriye ve Irak’ta kalan toprak kontrolünü ortadan kaldıran bir dizi yenilginin bardağı taşıran son damlası oldu. Yenilgisini takip eden beş yılda İŞİD, Suriye ve Irak’taki rakiplerine saldırmaya devam ederek geri dönüş yapmaya çalıştı. Ancak grup bu fırsatlardan yararlanamadı, 2019 öncesi durumuna dönüşü önemli ölçüde zorlaştı.
Hatırlarsanız, hemen El Kaide’nin arkasından piyasaya çıktılar. Önce en kritik dönemde Irak ve Suriye’de eylemlere başlayıp sonra birçok İslam coğrafyasına yayıldılar.
Arkasında hangi gücün olduğuna ilişkin birbiri ile çelişen ancak her birinde doğruluk payı içermesi mümkün farklı iddialar ortaya atıldı.
Başta Suudi Arabistan ve Katar olmak üzere Körfez’deki Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt gibi ülkelerdeki bağışçılardan gelen ciddi miktardaki fonlar ile beslendiği, ayrıca arkasındaki esas gücün Suriye rejimi olduğu iddiaları konuşuldu. Doğrudur, Suriye istihbaratı Irak işgali sonrasında ABD’ye karşı direnişi desteklemek üzere başta El Kaide ve eski Baasçılar olmak üzere birçok grubu desteklemişti. IŞİD’in lider kadrosunda Saddam döneminin üst düzey Iraklı asker ve istihbaratçılarının olması da böyle bir doğrudan ya da dolaylı bağlantı olabileceği ihtimalini yabana atmamamız gerektiğine işaret ediyor.
Körfez sermayesinin de uzun yıllardır Afganistan-Pakistan dahil olmak üzere Ortadoğu’da Militan Selefi gruplara destek verdiği biliniyor. Lakin, Suudi Arabistan İŞİD’i terörist örgüt listesine dahil etti. Hatta Suriye’deki Selefi grupların önemli destekçilerinden Kuveytli bağışçı Muhammed Haif İŞİD’i “Suriye cihadının tüm kazanımlarını yakmaya çalışmakla” dahi suçladı.
Dolayısıyla, Körfez desteğinin gitmiş olması yüksek ihtimal olsa da bu ülkelerin örgütün tamamen arkasında olduğunu söylemek doğru olmayabilir. Esad rejiminin de doğrudan “İslam Devleti”ni kuran ve yönlendiren aktör olmasa da onun varlığının Esad rejiminin işine geldiği, kimi zaman önünü açarak dolaylı destek sağladığı söylenebilir.
Kısmen doğru bile olsa bu varsayımlar, ben işin içinde başka bir bit yeniği olduğunu düşünüyorum. Komplo teorileri ve karmaşık denklemleri siyah-beyaz basit çözümlere indirgemek yanıltıcı olabilir ama yine de bazı işaretlerin izi sürülürse ve sonuçta kimin kazançlı çıktığına bakılırsa yine de gerçeğe yakın bir senaryo yazılabilir.
Dikkat ettiyseniz IŞİD bir kere bile herhangi bir İsrail hedefine saldırmadı. Hatta eski MOSSAD başkanını kulaklarımla dinledim bir televizyon mülakatında. Diyordu ki “bazı İŞİD militanlarını insanı nedenlerle tedavi ediyoruz”.
Trump da başkanlığı döneminde Barack Obama ve Hilary Clinton’u eleştirdiği konuşmalarında İŞİD’İ onların yarattığını en yüksek ağızdan itiraf ediyordu. Nitekim, bu yenilir yutulur cinsten olmayan iddiasını birkaç hafta önce seçim kampanyası sırasında yeniledi. Daha da ileri giderek 9/11 New York ikiz kule ve Pentagon saldırılarının da aslında birer komplo olduğunu ima etti.
Düşünsenize “İslam Devleti” ismi altında ilk ortaya çıktıklarında öylesine iyi donatılmış ve eğitilmişlerdi ki ve de öylesine nefret uyandıran alçakça, ilkel, zalim ve insanlıkdışı katliamlar gerçekleştirdiler ki öncelikle İslam dinini dünya kamuoyu gözünde karalamanın, sonra da İsrail ile birlikte bölge haritasını yeniden şekillendirmenin asil amac olduğu – geriye doğru baktığımızda – görünüyor.
2014’de Başkan Obama, IŞİD’e karşı olduğu iddia edilen bir “terörle mücadele kampanyası” ile Irak ve Suriye’nin yerleşim bölgelerini ve sivilleri hedef alan kapsamlı bombalanmasına zemin hazırladı. Ardından YPG/PKK Suriye’nin kuzeyinde güçlendirilerek adeta İŞİD’e karşı ABD’nin askerleri gibi konumlandırıldı, bölgede müstakbel bir Kürt devletinin Suriye ayağının temelleri atıldı.
Dahası, “İslamcı teröristlerin” peşine düşmek, “Amerikan Anavatanını Korumak” için dünya çapında önleyici bir savaş yürütmek, askeri bir gündemi meşrulaştırmak için kullanıldı İŞİD, hala da kullanılıyor.
Bu arada, Obama’nın Suriye’ye yönelik “terörle mücadele” amaçlı bombalama saldırılarına İsrail de doğrudan dahil olurken, aynı zamanda Golan Tepeleri’ndeki El Kaide ve IŞİD paralı askerlerini de desteklediği haberleri geliyordu. Cihatçı savaşçılar İsrailli IDF subaylarının yanı sıra Başbakan Netanyahu ile de görüştü. IDF’nin üst düzey yetkilileri üstü kapalı olarak “Suriye içindeki küresel cihad unsurlarının” (IŞİD ve El Nusra) İsrail tarafından desteklendiğini de kabul ediyorlardı.
Michel Chossudovsky isimli bir yazar net bir dille IŞİD’in, ABD ve İsrail dahil müttefikleri tarafından gizlice desteklendiğini, finanse edildiğini ileri sürüyordu. Chossudovsky‘ye göre, IŞİD aslında ABD istihbaratının bir ürünü. Elbette ki devşirilmiş militanlar iplerin kimin elinde olduğundan haberdar değil.
ABD’nin terör örgütleri kurgulaması, kullanması, sonra da işi bitince buruşturup bir kenara atması, yok etmesi yeni bir uygulama değil. Hepimiz hatırlıyoruz, Sovyet-Afgan savaşının en parlak döneminde El Kaide’yi ve ona bağlı örgütleri desteklediğini. 1982’den 1992’ye kadar olan on yıllık dönemde, 43 İslam ülkesinden yaklaşık 35.000 cihatçının, Afganistan’da savaşmak üzere CIA tarafından ise alındığı belirtiliyor.
Amerika’nın öcüsü ve El Kaide’nin kurucusu Usame bin Ladin ise 1979’da Afganistan’a karşı ABD destekli çihatçı savaşın en başında CIA tarafından angaje edildi. O zaman daha 22 yasındaydı ve CIA sponsorluğundaki gerilla eğitim kampında eğitim gördü.
Çin’in Afganistan özel temsilcisi bir büyükelçi ile tanışmıştım yaklaşık 10 yıl önce bir Wilton Park toplantısında. Çin üzerine sohbetimiz derinleşince bana Osama bin Ladin ile bir fotoğrafını gösterdi. Çok şaşırdım. Sonra anlattı: “O zamanlar Sovyetler Birliğini Afganistan’da çökertme konusunda ABD ile işbirliği yapıyorduk. CIA’nın isteği üzerine ve parası ödenmesi kaydıyla Afgan mücahidlerine silahları biz gönderiyorduk. Bu fotoğrafta Osama, ben ve CIA yöneticileri var.” diyordu. İlk defa bu kadar açık konuşabilen bir Çinli diplomat ile karşılaşmıştım.
El Kaide gibi IŞİD’in de, başlangıçta ABD istihbaratı tarafından Britanya’nın MI6’sı, İsrail’in Mossad’ı, Pakistan’ın Servisler Arası İstihbarat’ı ve Suudi Arabistan’ın Genel İstihbarat Başkanlığı Ri’āsat’ın desteğiyle oluşturulduğuna dair ciddi bilgiler var.
Orta Doğu ülkelerinde ve diğer İslam coğrafyasından binlerce Müslüman gönüllünün Suriyeli isyancıların safında savaşmasını amaçlayan kampanyaya da destek verdi IŞİD. Türkiye dahil bazı sınır ülkeler de bu gönüllüleri barındıracak, eğitecek ve Suriye’ye geçişlerini sağlayacaktı.
IŞİD saflarında Batılı Özel Kuvvetler ve Batılı istihbarat görevlileri vardı. İngiliz Özel Kuvvetleri ve MI6, Suriye’deki cihatçı isyancıların eğitimine dahil oldu. Pentagon’la sözleşmeli olan Batılı askeri uzmanlar, teröristleri eğitti.
IŞİD’e katılmaları şartıyla Suudi hapishanelerinden serbest bırakılan hükümlü suçlular vardı. Suudi idam mahkumları terör tugaylarına katılmak üzere işe alındı.
ABD Senatörü John McCain Suriye’deki cihatçı terörist liderlerle görüştü. ABD ve müttefiklerinin bombalamaları sadece IŞİD’i hedef almıyor; fabrikalar ve petrol rafinerileri de dahil olmak üzere Irak ve Suriye’nin ekonomik altyapısını bombalıyorlardı. IŞİD’in halifelik projesi, ABD’nin Irak ve Suriye’yi ayrı bölgelere bölmeye yönelik uzun süredir devam eden dış politika gündeminin bir parçası: Sünni İslamcı Halifelik, Şii Arap Cumhuriyeti ve Kürdistan Cumhuriyeti.
“Terörizme Karşı Küresel Savaş” ise aldatmaca ile rakip değerler ve dinler arasındaki bir savaş olan “Medeniyetler Çatışması” olarak sunuluyor, oysa gerçekte bu, stratejik ve ekonomik hedeflerin yönlendirdiği açık bir savaş.
Bu savaş çok geniş bir coğrafyaya yayıldı. El Kaide terör tugayları (Batılı istihbarat tarafından gizlice desteklenen) Mali, Nijer, Nijerya, Orta Afrika Cumhuriyeti, Somali ve Yemen’de de konuşlandırıldı. Orta Doğu, Sahraaltı Afrika ve Asya’daki bu çeşitli El Kaide bağlantılı kuruluşlar, CIA sponsorluğundaki “istihbarat varlıkları” olarak görülüyor. Washington tarafından ortalığı kasıp kavurmak, iç çatışmalar yaratmak ve egemen ülkeleri istikrarsızlaştırmak için kullanıldıkları ileri sürülüyor.
Nijerya’da Boko Haram, Somali’de El Sebab, Libya İslami Savaş Grubu (2011’de NATO tarafından desteklenmişti), İslami Mağrıp El Kaidesi Endonezya’da Jemaah İslamiah ve diğer El Kaideler bağlantılı gruplar Batılı istihbarat tarafından gizlice desteklendiği söylenen terör örgütleri.
Pekin’e sorarsanız ABD aynı zamanda Çin’in Şincan Uygur Özerk Bölgesi’nde de El Kaide bağlantılı terör örgütlerini de destekledi. Temel amaç, Batı Çin’de siyasi istikrarsızlığı tetiklemek, Çin’in yeniden yükselişini sekteye uğratmak. Çin merkezli (ABD’nin çıkarlarına hizmet eden) bu cihatçı oluşumların beyan edilen hedefi, Batı Çin’e kadar uzanan bir İslami halifelik kurmak.
Cihatçı olduğu iddia edilen kişiler korku ve yıldırma ortamı yaratmak için kullanılıyorlar.
Evet, IŞİD’in sesi eskisi kadar duyulmuyor. Gücü kırıldı para ve silah desteği çok azaldı. 2019’dan sonra doğal ölümüne terkedilmiş olabilir. Yerine stratejik amaçlara uygun daha kullanışlı başka bir terör makinası yaratılabilir çok geçmeden, gerekirse. Nitekim, zamanında ASALA Türkiye’ye karşı kullanılan önemli bir enstrüman idi, ömrünü doldurunca yerine PKK bu defa yaratıldı. O da kullanıldı, kullanılıyor. YPG ile Suriye’ye sıçradı, orada taze güç kazandı. Kimbilir sırada şu anda kuluçka devresinde olan hangi örgütler var. Terörü kullanmak artık yaygın bir uygulama.
Tabii ki bu işi sadece ABD ve Batılı istihbarat servisleri kurgulayıp desteklemiyor. “Vekalet savaşları” tüm dünya çapında yaygınlaştı. İran, Çin, Pakistan, BAE de benzeri yollara başvuruyor, başarı ya da başarısızlıkları tartışmalı da olsa.
Ülkemizde on yıllardır devam etmekte olan “terörle mücadele” elbette ki önemli ama arkasındaki emel ve güçleri iyi okuyamazsanız, onlarla mücadeleyi de işin içine başından itibaren katmazsanız boşa kürek sallamaya, zarar görmeye devam edersiniz.
(*) Bu soru durup dururken gelmedi aklıma. Son düzeltmelerini yapmakta olduğum Destek Yayınlarından çıkacak “Zenginliğin Yolunu Açan Merak” başlıklı yeni kitabımda uzaydan tarıma, alternatif tarihten kentlerimizin antik isimlerine, Rusya’nın yaşlanmakta olan nüfusuna, Çin’in dizginlenmesi çabalarına, ABD’nin küresel enerji hükümranlığına, zengin olmamın namuslu ve namussuz yollarına, doğru bildiğimiz yanlışlara uzanan geniş menzilde merakımı cezbeden konuları anlattım.
Bir yerinde de bazı ülkelerin terör örgütlerini stratejik hedefleri doğrultusunda yaratma, destekleme, kullanma, işi bitince de ortadan kaldırma konusunda nasıl çalıştıklarını detaylandırdım. Bu yazıda kısaca “Irak ve Şam İslam Devleti” (IŞİD) özelindeki değerlendirmemi paylaşmak istedim, kitabın çıkmasını beklemeden.
ABD’nin seçeceği 47’inci Başkan, Türkiye’nin 12 Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın çalışacağı 5’inci Başkan olacak. AK Parti…
İçişleri Bakanlığı 4 Kasım sabahı Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk’ü, Batman Belediye başkanı Gülistan…
Karl Marx’ın meşhur sözüdür: tarihte olaylar ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekrarlanır. CHP’li İstanbul Büyükşehir…
ABD’nin Orta Doğu’dan da sorumlu Merkezi Komutanlığı (CENTCOM) 1 Kasım’da gönderileceği duyurulan ilk B-52 stratejik…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer'in tutuklanmasını protesto etmek için düzenlenen mitingdeki…
Avrupa Komisyonu'nun üyeliğe aday ülkelerin son bir yıl içindeki gelişmelerini değerlendiren yıllık raporu, 30 Ekim…