Sosyologlar arasında çok tanınmış bir bilim insanı olan Daniel Lerner’ın (1918-1980) The Passing of the Traditional Society (Geleneksel Toplumun Bitişi) başlıklı, artık sosyal bilimler klasiği olmuş bir eseri vardır. Lerner kitabın başında 1940’lı yılların sonunda Ankara’nın dışında küçük bir köy olan Balgat’ı anlatır. Bugün Ankara’nın bir semti olan Balgat’ta AKP Genel Merkezi, Dışişleri Bakanlığı, büyük bir AVM, uluslararası zincir oteller var. Ülkemizin medar-ı iftiharları ODTÜ’ye, Hacettepe Üniversitesine giden Eskişehir yolu üzerindedir Balgat. Benim çocukluğumda arkadaşlarla ailelerimizden gizli olarak bisiklete atlar, tozlu patikalardan Balgat’a giderdik. Yakalanırsak da güzel bir azar işitirdik. Güzel bir ağaçlık ve su birikintisi vardı Balgat’ta o günlerin Ankara’sının çorak ortamında. Kısacası Balgat Ankara’nın gözlerden, algılardan uzak ama mesafe olarak yakın bir köyü idi.
Bir zamanlar Ankara
Lerner, Balgat’ta üç ana karakterden bahseder: Ağa, bakkal ve toprakla uğraşan köylü. Sonuncudan başlayalım. Köylü, Balgat’ın dışındaki dünyadan tamamen habersizdir. Cumhuriyet’ten haberi yoktur. Ülkeyi hâlâ padişahın yönettiğini düşünmektedir.
Onun tam karşıtı ise bakkaldır. O Ankara’ya malzeme almaya gitmektedir. Gittiğinde sinemaya bile uğramakta, hatta o zamanların meşhur aktrisi Esther Williams’ı filmlerde havuzlarda yüzerken izler. Esther Williams yüzme şampiyonu olduğu için filmlerinde yüzme sahneleri eksik olmazdı. Bakkal Ankara’yı, Cumhuriyet’i bilir. Kısacası Lerner’in modern insanıdır.
Ağa ise köylüden daha bilinçlidir ama geleneksel bir yapının üst temsilcisidir. Çıkarları geleneksel yapının korunmasından yanadır.
“Milli Eğitim” ihtiyacı
Fazla uzatmayayım. Sadede gelelim. Balgat öyküsü bize ne anlatıyor?
Cumhuriyet’in ilk yıllarında değerler eğitimi çok önemliydi. Bir toplumu Cumhuriyet ilkeleri çerçevesinde dönüştürürken modern ve çağdaş bir eğitim de vermek gerekiyordu. Bu açıdan bakıldığında sistemin en uzak sinir uçlarına kadar nüfuz edebilme örgütsel kapasitesine sahip bir Milli Eğitim Bakanlığına ihtiyaç vardı. “Eğitim Bakanlığı” değil, “Milli Eğitim” çünkü fen, matematik gibi bilimlerin yanında değerler eğitimine de çok ihtiyaç vardı. Toplumu yeni kurulan Cumhuriyet’in ilkeleri doğrultusunda dönüştürmek gerekiyordu. Bu yapı ayrıca merkeziyetçi olmalıydı. Yerelliğe yer yoktu. Ortada milli bir hedef vardı. Yeni bir kimlik yaratılmalıydı, ülkenin her tarafındaki “Balgatlar” ve sakinleri Cumhuriyet ilkeleri etrafında bütünleşmeliydi.
Lerner’ın Balgat’ı ziyaret ettiği günlerde 400 bin olan Ankara bugün 6 milyon nüfusu barındırıyor. O günler Kavaklıdere-Dışkapı ve Cebeci-Tandoğan Meydanı eksenlerinde yaşayan Ankaralılar büyük bir hızla yeni Balgatlarla tanıştılar. Yeni semtler, varoşlar oluştu. Balgat artık 6 milyon nüfusa yaklaşan Ankara’nın merkezinin bir parçası oldu. Okuryazarlık oranı yüzde 90’ları aştı. Benzer gelişmeler ülkemizin diğer illerinde de yaşandı.
Milli eğitimin başarısı düşerken
Pekiyi, “milli eğitim” sistemi başarılı oldu mu? Bence oldu. Özellikle çağdaş eğitimin çocuklarımıza ulaştırılmasında büyük başarı sağlandı. Özellikle K12 sitemimizde kaliteli devlet ve özel okullarımız oldu. Çok iyi mezunlar verdiler. Bugün Aziz Sancar, Orhan Pamuk gibi Nobel ödülü almış vatandaşlarımız bu sistemin ürünüdürler. Yurtdışındaki öğretim üyelerimiz, araştırmacılar, başarılı insanlarımız Cumhuriyetimizin çocuklarıdır.
Sistem Anadolu’nun ücra köşelerinden birçok çocuğumuzu çıkarıp başarıya ulaştırmıştır. PISA testi eğrilerine baktığımız zaman çocuklarımızın başarı ortalaması düşük gözükmektedir. Ancak uzun zamandır yakındığımız ortalama ülke ortalamasıdır.
PISA verileri biraz dikkatli incelendiğinde bazı çocuklarımızın performansı PISA ortalamalarının üzerindedir. Bu da eğitimde kalitenin iyi dağılmadığına işaret etmektedir. İstatistiki bir deyişle eğitim sistemimizde kalite dağılımı bir çan eğrisi değildir, yani normal dağılmamıştır. Ya çok iyidir ya da çok kötüdür. Bu da ortalamanın normal olmadığına işaret eder. Kalite en tepeden aşağıya doğru hızla düşmektedir. PISA kalite eğrisi bunu göstermektedir.
Kazanımlar yerle bir etmek
Geçtiğimiz yüzyılda önemli yol aldığımız kesin. Ancak sorunlarımızın olduğu da kesin, yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi.
Peki yapılacak nedir? Geriye bakıp 100 yıl evvel yapılanlarla ve değerleriyle boğuşmak mı? Yoksa kazanımlarımızın bir muhasebesini yapıp, üzerine bir şeyler koyarak önümüze bakmak, ileriyi tasarlamak mı? Hepimiz çocuklarımıza çağdaş eğitim vermek ve bu eğitimi her bireyimize yaymak derdindeyiz.
Ancak “çağdaş eğitim” günümüzde her geçen gün büyük bir hızla kalıp değiştiriyor. Giderek artan bir hızla değişiyor. Bilimde, teknolojide gelişmeler baş döndürücü. Bu hıza nasıl yetişeceğimizi topluca düşünmek yerine “milli değerler eğitimi” ile uğraşıyoruz. Şimdiye kadar edindiğimiz kazanımları zaman zaman yerle bir ediyoruz. Boğaziçi Üniversitesi örneğinde olduğu gibi.
Maarif Modeli: alay eder gibi
Sık sık değişen Milli Eğitim bakanları önümüze hep müfredat reformları koyuyorlar. Son 22 yılda 9 bakan değişti, sık sık yeni sistem önerileri önümüze kondu. Sistemi sık sık değiştirmek belirsizlik ortamı yaratıyor.
Örnek mi istiyorsunuz? Son günlerde önümüze konulan Türkiye Maarif Modeli. Modelin başlığından belli. Eğitim yerine maarif. Başlığı bile ideoloji ve geçmişle kavga çağrışımları yapıyor.
Ayrıca 3.000 sayfa uzunluğundaki bu programın (modelin) hazırlanmasının 10 yıl sürdüğü ileri sürülüyor. Sivil toplum kuruluşlarından ve eğitimin paydaşlarından 1 hafta içinde (sonra 1 hafta daha uzatılmış) katkıda bulunmaları isteniyor. Bu alay eder gibi bir tutum ve pratikte biz zaten kararlıyız, bildiğimizi okuyacağız demekle eşdeğer.
Milli Eğitim modeli gözden geçirilmeli
Kanımca artık bu tekçi yaklaşımı, sistemin en uzak sinir uçlarına kadar nüfuz eden bürokratik Milli Eğitim Bakanlığı modelini gözden geçirmek gerekiyor.
Bu model Cumhuriyet’in ilk yıllarında yeni bir kimlik inşa edilmesine imkân tanıdı, bu amaca hizmet etmek için kullanışlı bir bürokratik yapı oldu. Acaba bugün, ideolojik tartışmaların yaşandığı, siyasi kutuplaşmadan şikâyet ettiğimiz Türkiye’mizde ne kadar kullanışlı bu yapı?
Bence değişik görüşlerin her birinin ayrı “milli görüşleri” olduğu ortamda bakanlık siyasi ve ideolojik çekişmeler için çok kullanışlı bir yapı oluyor.
Aslında eğitimde çağı yakalamak evrensellikten geçiyor.
Ancak evrensel bilimsel değerlere dayanarak inşa edeceğimiz bir eğitim sistemi “milliye” gerektiği gibi hizmet edebilir.
Bence eğitimi katılımcı bir ortamda toplu olarak düşünmek ve sistemi siyasi ve ideolojik çekişmelerin dışına taşımanın zamanı gelmiştir. Yoksa yeni müfredat programının ayrıntıları ile uğraşmak bize zaman kaybından başka bir şey kazandırmaz.