Hürriyet internet sitesinde okudum: AK Parti yeni bir iletişim stratejisi üzerinde çalışıyormuş.
Ne yalan söyleyeyim iletişim stratejisi deyince aklımdan bir an acaba Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AK Parti yöneticilerinin medyaya bakışlarını nihayet değiştirmeye mi karar verdikleri sorusu geçti.
Acaba Cumhurbaşkanlığı ve AK Parti kapıları artık eleştirel soru soran gazetecilere de açılacak mıydı?
Acaba Cumhurbaşkanı İletişim Başkanlığının akreditasyon sistemi sadece sahipliği AK Partiye yakın olmayan medya kuruluşlarını da kapsayacak mıydı?
Ya da acaba seslerini AK Parti yankı odası dışına da duyurmak isteyen bakanların iletişim danışmanları ne olur ne olmaz diyerek iktidar yanlısı medya dışından gelen görüşme, mülakat taleplerini meslektaşlarını da kırmadan geçiştirmeyi bir yana bırakıp işlerini layıkıyla yapacaklar mıydı?
Hakaret ayrı konu ama eleştirel yazan, söyleyen gazeteciler iktidardaki siyasetçilerce aforoz edilmekten işsiz kalmaya, dahası hapse atılmaya dek değişen muameleye maruz kalma endişesi duymadan, özgürce çalışabilecekler miydi? Yıllar sonra Osman Kavala’yı yazan Abdülkadir Selvi’ye yapılanlar ortada.
Ekranlardaki çakma şöhretler
Acaba Erdoğan sonunda halihazırdaki dışlayıcı medya stratejisinin AK Parti’nin oy kaybında payı olduğunu görmüş olabilir miydi?
Yıllarca medya sahipliğini dönüştürmeyi bir iletişim silahı olarak kullanmış, etrafında ciddi kısmının ciddi bir haberci geçmişi olmayan bir medya halesi oluşturmuş, tamamı zarar eden ama kamu bankaları ve şirketlerinin reklam fonlarıyla ayakta tutulan kanal ve gazetelerden 7/24 yayın yapılmış, muhalefet partileri yerden yere vurulmuştu. Bu 2019’a dek işe yaramıştı ama artık belli ki yaramıyordu.
Acaba eleştirel soru soracak gazeteciler de artık Cumhurbaşkanlığı ve AK Parti’nin akreditasyon bariyerini aşıp Cumhurbaşkanına, bakanlara soru sorup başlarına bir şey gelemeden yanıt alabilecek ve işlerine devam edebilecekler miydi?
Beştepe ve AK Parti iletişim bilicanlarının bu kadarına cesareti var mıydı?
Hürriyet’te Ebru Karatosun imzalı haberi okuyunca henüz o kadar cesur olmadıklarını anladım.
Daha kendi milletvekillerinin TV yayınlarında muhalefet milletvekilleriyle tartışma yasağını kaldırmayı konuşma aşamasındaydılar. Kendileri adına konuşmak için ekranlara sürülen çakma şöhretler faydadan çok zarar vermeye başlamıştı.
Medya stratejisi nasıl değişti?
Erdoğan yıllar önce, aslında tam olarak Almanya’da Deniz Feneri Derneği aleyhine yolsuzluk davası açılmasının Türkiye’de haber konusu yapılmaya başladığı 2008 yılından itibaren (16 yıl olmuş) öncekinden farklı bir medya ve iletişim strateji izlemeye başladı. Bu aynı zamanda, dönemin CHP Meclis Grup Başkan Vekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat ile Uğur Dündar’ın yönettiği yolsuzluk dosyaları tartışmasının televizyonlardan yayınlandığı yıldı.
Bir önceki yıl Cumhurbaşkanlığı seçimleri vartasını atlatan, Fethullahçı polis, savcı ve yargıçların marifetiyle Ergenekon serisi soruşturmalarla Türk Silahlı Kuvvetlerinden üniversitelere, yargıdan medyaya dek yerleşik düzeni değiştirmeye soyunan AK Parti, iktidarının televizyonlarda sorgulanmaya devam etmesine izin vermeyecekti.
Medya sahipliğinin zaptı
Erdoğan buna iki karşı-önlem geliştirdi.
1- Aslında bir önceki yıl 2007’de Ahmet Çalık’ın Sabah gazetesini satın almasıyla başlayan medya sahipliği düzeninin değiştirilmesi sistematik halde getirildi. TMSF ihalesine tek başına girerek Halkbank ve Vakıflar Bankası kredileriyle Sabah’ı alan Çalık Holding’in Genel Müdürü, o zaman Başbakan Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak idi. Siyasi iletişimdeki içerik dönüşümü 2008 sonunda Fatih Altaylı’nın yerine Erdal Şafak’ın Genel Yayın Müdürü atanmasıyla başladı.
On yıllık dönüşüm süreci 2018’de Doğan Grubunun, Aydın Doğan üzerinde kurulan mali ve siyasi baskılarla Demirören grubuna devriyle tamamlandı; yine bir kamu bankasından, Ziraat Bankasından alınan ve hâlâ ödenmeyen kredilerle. O arada Sabah da Serhat Albayrak yönetiminde Kalyon Holding’e geçti.
2- Erdoğan, AK Parti yönetici ve milletvekillerinin ekranlarda muhalefetteki muhataplarıyla tartışma yayınlarına katılmasını yasakladı. Yanıt veremiyor, açık veriyorlardı. Bu durumda sahiplikleri iktidara ticari beklentileriyle bağlı sermaye gruplarına geçen televizyonların ekranları AK Parti adına ahkâm kesen, muhalif milletvekilleriyle polemiğe giren çakma şöhretler ve saf değiştiren isimlerle doldu. “Kraldan çok kralcı” sadakatleriyle negatif iletişim üretmeye başlamışlardı.
Yeni iletişim stratejisiymiş
Bu iletişim stratejisinin de iki sonucu oldu.
1- Medyada çok sesliliğe darbe vuruldu. Artık Cumhurbaşkanının uçağa titizlikle seçilip davet edilen gazetecilere söyledikleri bile İletişim Başkanlığının kontrolünden geçtikten yayınlanıyor. Cumhurbaşkanının söylediklerinin dahi sansür edilmesine son örneği, 31 Mart seçim yenilgisi ardından Erdoğan’ın AK Parti yönetimiyle yaptığı toplantıdaki “kibir” suçlamasının ayıklanmasında gördük. Eleştirel ve muhalif basın türlü mali ve siyasi baskılarla yıldırılıyor. Yandaş basın etkisiz ama hükümet boşluğu bütün vatandaşların vergileriyle ayakta duran kamu yayıncısı TRT’yi propaganda aracı olarak kullanarak dolduruyor.
2- Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde zaten gücü azalan TBMM’de AK Partili milletvekilinin oylamalarda el kaldırıp indirmeye indirgendi. Belki küçük iller dışında AK Parti seçmeni milletvekiline, AK Partili milletvekili toplu hitaplar dışında Genel Başkana ulaşamıyor.
Ertuğrul Özkök işi uçaktaki gazetecilere indirgeyip “daha az muhalif” isim listesi önermiş Erdoğan’a ama konu gerçekten uçağa davet almanın ötesinde.
Erdoğan ve kabinesine her sorunun sorulabileceği ortamı oluşturmak ise anlaşılan şimdilik bu “yeni” iletişim stratejisinin dışında.