Her şeye rağmen, ülke yönetimindeki çok kötü gelişmelere rağmen, ekonomiyi berbat edip enflasyonu azgınlaştırmamıza rağmen, turizmi yere seremedik, ama böyle giderse turizm iddiamızın da sonu gelir.
Öyle değerli bir ülkemiz var ki, zarar vermek için ne yapsak da bizi yere düşürmüyor. Tarımı bitirdik, eğitimi tanınmaz hale getirdik. Yargıyı, savunmayı, güvenliği şişkin kadrolara rağmen zayıflattık. Sağlıkta hastaneleri gereksiz büyüttük, randevu sistemini battal hale getirdik, halk doktoru dürbünle görüyor, ilacı bile kolay alamıyor artık. Hangi birini sayayım? İtibardan tasarruf olmaz diye tasarruf bile yapamıyoruz. Dünyada itibarımız yerlerde ama, dünyanın itibar ölçüleri ile bizimki çok farklı. Ayranımız yok içmeye, atla gidiyoruz gezmeye.
Ne oldu böyle bize?
Her şeyimizi sattık savdık. Havaalanları ile hastanelerimiz bile yabancılara geçiyor hızla. Yerli ve milli şirketimiz neredeyse kalmadı. Devletin fabrikalarını, Cumhuriyetin kazanımlarını çoktan elden çıkardık. Ne oldu bize? Ülke yönetimini de mi şirketleştirdik? Yollarda Türkçe’nin dışında farklı konuşmalar işitiyoruz. Çarşıda, pazarda Suriyeli, Afgan, Irak ve Afrikalı işçi ve satıcılar… Kalabalıkların içinde cüppeli sarıklı yobazlar “Kapanın! Bu ne kıyafet?” diye kadınlarımıza, kızlarımıza tacizde bulunuyorlar. Nereden nereye? Biz bunlarla aynı yağmurda ıslanmadık. Nereden çıktı bunlar? Laiklik nerede, bu nasıl laik bir ülke?
Laiklik güya Anayasanın teminatı altında ama, Anayasa’yı da sallamıyoruz ki… Anayasa Mahkememiz son 6 yılın Kanun Hükmündeki Kararnameleri, torba yasaları filan toptan hükümsüz saydı. Aldıran yok, oralı olan bile yok. Bu nasıl yumuşak bir muhalefet böyle? Benzer karar başka bir ülkede alınsa, kıyametler kopardı. Bizde sükutla geçiştiriyorlar bunu. İnanılacak gibi değil ama, öyle oluyor işte. İktidar muhalefetten memnun, muhalefet iktidardan pek şikayetçi değil, aksine yaklaşmaya çalışıyor. Oh ne ala memleket!
Siz olsanız gelir miydiniz?
Bunca turist herhalde bizim nasıl ayakta kaldığımızı görmek için, milletçe “Yıkılmadık, ayaktayız” şarkısını nasıl tempo halinde söylediğimizi işitmek için, gırtlağa kadar borca batmamıza rağmen nasıl oluyor da kuyruğu dik tuttuğumuzu seyretmek için geliyor olmalı. Yoksa her gün kadın cinayetlerine, silah taşıyan herkesin ülkeyi Teksas’a çevirmesine, her yerde kazıklanmaya, sahte içkiyle zehirlenmeye, cinsel tacize uğramaya, taksi yakalama yarışına çıkmaya ya da merdivenaltı “Her şey dahil” sisteminde beşinci sınıf sağlıksız beslenmeye geliyor olamazlar.
Doğayı katletmemize, ormanları mahvetmemize, denizlerimizi kirletmemize, altın arayacağız diye güzelim tarım alanlarımızı siyanürle zehirlememize rağmen, akın akın gelen turistlerin kıymetini bilelim. Ege’ye ve Akdeniz’e çok zarar verdik, bari Karadeniz’i koruyalım diyeceğim ama orayı da perişan etmeyi sürdürüyoruz.
Turizm iddiamızı kaybederiz
Böyle giderse turizmdeki iddiamızı kaybedebilir ve pastadaki payımızı küçültürüz. Turizm huzur, güven, disiplin ve planlama ister. Turizm 7 kocalı Hürmüz kargaşasıyla ayakta kalamaz. Dünyadaki değişime, farklı açılımlara, çeşitlendirme yelpazesine ayak uydurmalıyız. En önemlisi hala dev oteller ve tatil köyleri yapmaktan vazgeçmeli, mevcutlarını yenilemeli, kültür turizmindeki başarımızı akıllıca sürdürmeliyiz.
Artık ucuz bir turizm ülkesi değiliz. Yerli turist için de yabancı için de hayli pahalıyız. İşletmeciler için maliyetler inanılmaz boyutlara ulaştı. Üstelik sektörde inanılmaz bir personel sıkıntısı var. Her yıl binlerce mezun veren turizm okullarını niye açtık ki? Mezunların onda biri bile sektörde çalışmıyor. Bunları düşünmenin, planlamanın, sektörde kalıcı ve akılcı kararlar almanın zamanı geldi de geçiyor bile.
Turizmin eski kaşığıyla, yeni turizm çorbasının kıvamını tutturamayız. Bunu böylece bilmemizde yarar var.