Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Avrupa Birliği Dışişleri Bakanlarının 29 Ağustos’taki gayrı resmî “Gymnich” toplantısına katılmasının hemen öncesinde AB Komisyonu Başkan Yardımcısı ve Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, Birliğin Türkiye’ye yönelik ortak düşüncesini nihayet açıkladı. AB’nin Türkiye’yi 5 yıl aradan sonra ilk kez davet edildiği toplantı öncesi Borrell’in verdiği mesaj Fidan’a pek de sıcak bir “Hoş geldin” mesajı değildi.
İspanya’nın Santander kentinde 25 Ağustos’ta düzenlenen “Quo Vadis Europa- Nereye Avrupa?” konferansında konuşan Borrell, “Kuzey Afrika’da artan Rus ve Türk etkisinin AB’nin bölgedeki ‘Akdeniz düzenini’ rayından çıkardığına” dikkat çekti. “Afrika’da olup bitenler konusunda endişelenmeliyiz. Brüksel’e ilk geldiğimde Libya’da Fransızlar ve İtalyanlar vardı. Her zaman uyum içinde değillerdi ama oradaydılar. Bugün ise Libya’da Avrupalı kalmadı, sadece Türkler ve Ruslar var” dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü: ”Libya kıyılarındaki üsler artık Avrupalılara değil, Türkiye ve Rusya’ya ait. Bu bizim öngördüğümüz Akdeniz düzeni değil”.
Bu birkaç cümle iki şeyi göstermektedir. Birincisi, AB’nin Türkiye’yi bir aday olarak değil, bir rakip olarak gördüğü ve en önemlisi bir Avrupa ülkesi olarak görmediğidir. Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler Temmuz 2016’daki darbe girişiminden bu yana kötüleşti. Uzlaşma çabaları başarısızlıkla sonuçlandı. Birlik 2015 yazından 2016 baharına kadar büyük bir göçmen dalgası yaşarken, AB bu akışı durdurmak için Türkiye ile anlaştı. Müzakere edilen iki anlaşma yasadışı göçmen akışını kesti. Bunun karşılığında Türkiye de zaten bir süredir siyasi nedenlerle geriye giden ilişkilerini yeniden rayına oturtmak istiyordu.
Ana noktalar katılım sürecinin önündeki engellerin kaldırılması, Gümrük Birliği’nin modernleştirilmesi ve Türk vatandaşlarına vize muafiyeti sağlanmasının yanı sıra her düzeyde diyaloğun arttırılmasıydı. Sonuç olarak AB, Türkiye’de ikamet eden Suriyeliler için altı milyar avro sağladı ki bu aslında Brüksel için ucuz sayılırdı. AB, anlaşmanın kendisine düşen diğer kısımları yerine getirmemek için çeşitli nedenler buldu.
Bunun iki belirgin nedeni vardır.
Birincisi, Kıbrıs meselesidir. Bu sorun çözümsüz kaldığı sürece her zaman ilerlemeyi engelleyecek en az bir veto olacaktır.
İkincisi ise Türkiye’nin insan hakları, hukukun üstünlüğü ve ifade özgürlüğü konularındaki kötü sicilidir. AB bu konulardaki olumlu gelişmeleri, yukarıda bahsi geçen dosyalarda herhangi bir ilerleme kaydedilmesi için şart koşmuştur.
Demokrasi ve hukukun üstünlüğü konularında ilerleme kaydedilmesi kesinlikle Türkiye’nin menfaatine olmakla birlikte, kimse Kıbrıs konusunda bir gelişme beklememelidir. Birleşmiş Milletler’in yıllar boyunca çok sayıdaki çabası Ada’daki iki toplumu uzlaştırma konusunda başarısız olmuştur. Kıbrıslı Rumlar Kıbrıslı Türkleri eşit görmeyi reddettikleri sürece kalıcı bir anlaşma için umut olmayacaktır.
Kıbrıslı Rumlar, AB ve diğerleri tarafından meşru taraf olarak görüldükleri için de bu tutumlarını değiştirmek için herhangi bir niyete sahip değiller. Kıbrıslı Rumlar, Ankara’yı taviz vermeye zorlamak için Türkiye’nin katılım sürecine güveniyorlardı. Ancak başta Fransa ve Almanya olmak üzere diğer AB üyeleri anlamlı bir diyaloğu engelleyerek Türkiye’ye mesafe koydular ve bunun gerçekleşmesini engellediler. Katılım süreci 2005 yılında başlamasına rağmen bir süre sonra tıkandı. Ayrıca AB, 2004 yılından sonra göç krizine kadar Türkiye’yi hiçbir zirveye davet etmedi. Fransa, Kıbrıs sorununun çözümünün yeterli olmayacağını bile dile getirdi.
Türkiye’ye mesafeli durulmasının asıl nedeni, yukarıda sayılanlara ek olarak Türkiye’yi üye olarak görmek istemeyen çok sayıda ülke olmasıdır. Genişlemenin askıya alındığı doğrudur ancak AB temsilcileri en azından diğer adayları arada gözetmektedir. Eski Yugoslavya’nın geri kalan ülkeleri Bosna-Hersek, Kosova, Karadağ, Kuzey Makedonya ve Sırbistan ile Arnavutluk’un yanı sıra Gürcistan, Moldova ve Ukrayna da adaydır. Türkiye’den bu bağlamda artık bahsedilmemektedir. Ancak Brüksel, tüm adayların Rusya’ya karşı AB yaptırımlarına uymalarını istediğinde nedense Ankara’yı hatırlıyor.
Bunun en büyük nedeni ne yazık ki kültüreldir. AB’nin üyelik kriterleri arasında din ya da kültür yer almasa bile bu kriterler dolaylı olarak mevcuttur.
Türkiye’nin aleyhine olan son bir husus da üye olması halinde -nüfus bakımından- Almanya’nın sahip olduğu hak ve ayrıcalıklara sahip olacak olmasıdır. Dolayısıyla AB yapısını değiştirmediği ya da farklı üyelik türleri oluşturmadığı sürece Türkiye’nin şu anda Birliğe katılma şansı yoktur.
Türkiye’nin AB’ne katılımı artık akademik bir konudur. AB ve Türkiye değişmediği sürece bu gerçekleşmeyecektir. Türkiye’nin sanki artık Batı’nın bir parçası değilmiş gibi açıklamalar yaptığı da doğrudur. Örneğin, üyesi olduğumuz NATO karşıtı ifadeler haliyle tuhaf karşılanmakta ama AB verdiği sözleri tutmuş ve Türkiye’yi uzaklaştırmamış olsaydı şu anda tamamen farklı bir durumla karşı karşıya olurduk.
Borrell’e dönecek olursak, Yüksek Temsilcinin Türkiye’yi 29 Ağustos’ta Brüksel’deki Gymnich toplantısına davet etmesiyle şaşırtıcı bir gelişme yaşandı. Normalde bu toplantının AB Dönem Başkanlığını yürüten Macaristan’da yapılması gerekiyordu. Ancak Macaristan ile diğer üyeler arasında başlangıçta sıkıntılı bir durum yaşandı. Birçok AB ülkesi Budapeşte’nin dış politikalarından memnun değildi ve aynı gün Brüksel’de kendi toplantılarını düzenleyerek Macaristan’daki oturumu boykot etmeye karar verdiler. Görünüşe göre bu tatsız durumu çözdüler ve şimdi sadece bir toplantı olacak.
Eğer Türkiye ve AB uzlaşacaksa bir yerden başlamanın imkanını bulmaları gerekiyordu ve Gymnich toplantıları da bunu yapmanın pratik bir yoluydu. Bu toplantılar gayri resmi toplantılardır ve kararlar alınmaz. Türkiye eskiden bu toplantılara diğer adaylarla birlikte davet edilirdi. Türkiye’nin katıldığı son toplantı 2019’un ilk yarısında Romanya Dönem Başkanlığı sırasındaydı.
Geçen yıl Konsey üyeleri Borrell’den Türkiye ile ilişkileri düzeltmek için bir yol bulmasını istedi. Borrell’in tavsiyeleri arasında Türkiye’yi Gymnich toplantılarına davet etmek de vardı.
Aslında üyeleri ve üçüncü ülkeleri bu toplantılara davet etmek onun uhdesindedir. Dönem Başkanlığını yürüten ülke kimin davet edileceği konusunda sadece sınırlı bir söz hakkına sahiptir.
Yine de Dışişleri Bakanı Hakan Fidan Macaristan ve Türkiye arasındaki yakın ilişkiler nedeniyle davet edilmiş olabilir. Borrell’in son açıklamaları ışığında ne tür bir tartışmanın gerçekleşeceğini duymak ilginç olacak.
Eski Estonya Başbakanı Kaja Kallas’ın Aralık ayında yeni Avrupa Komisyonu kurulduğunda dış politika portföyünü Borrell’den devralması bekleniyor. Bu dosyayı ele alırken daha atılgan ve dikkatli olmasını dileriz.
Bu toplantıda geçmişteki şikâyetlerden bahsetmek, ya da kendi yetki alanlarını aşan konuları ele almaya çalışmak yerine, ortak zemini tartışmak ve karşılıklı endişe duyulan belirli alanlarda işbirliğine başlamak daha uygun olacaktır. Eğer uzlaşma ihtimali varsa, her iki taraf da Türkiye’nin bir aday olduğunu unutmamalıdır. AB Türkiye’ye bu şekilde davranmalı ve Ankara da buna uygun hareket etmelidir.
ABD’nin seçeceği 47’inci Başkan, Türkiye’nin 12 Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın çalışacağı 5’inci Başkan olacak. AK Parti…
İçişleri Bakanlığı 4 Kasım sabahı Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk’ü, Batman Belediye başkanı Gülistan…
Karl Marx’ın meşhur sözüdür: tarihte olaylar ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekrarlanır. CHP’li İstanbul Büyükşehir…
ABD’nin Orta Doğu’dan da sorumlu Merkezi Komutanlığı (CENTCOM) 1 Kasım’da gönderileceği duyurulan ilk B-52 stratejik…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer'in tutuklanmasını protesto etmek için düzenlenen mitingdeki…
Avrupa Komisyonu'nun üyeliğe aday ülkelerin son bir yıl içindeki gelişmelerini değerlendiren yıllık raporu, 30 Ekim…