Yine bir kayıp kız çocuğu vakası… Bu sefer, sekiz yaşındaki Narin. Diyarbakır’ın küçük bir köyünde yaşıyordu. Bir sabah Kuran kursuna gitti, geri döndü, ama bir daha kimse onu göremedi. 8 Eylül’de cesedi bulunduğunda, köy bir sessizlik perdesi altında kaybolmuştu. Narin’in bedeni, battaniyeye sarılmış haldeki bu sessizliğin içine gömülmüştü.
İlk itiraf geldiğinde, olayın bir aile trajedisinden fazlası olduğu anlaşıldı. Bu, sadece köyün değil, koca bir toplumun üstünü örtmeye çalıştığı cehaletin sembolüydü. Narin’i ne öldürdü? Bir bıçak darbesi mi, yoksa cehaletin keskin ve derin izleri mi? Yerel siyasiler, olay karşısında “şok oldular” ama bu sahnede oynanan, kökleşmiş cehaletin maskelenmesinden başka bir şey değildi.
Narin’in kayboluşundan sonra başlatılan aramalarda kadavra köpekleri ve dronlar kullanıldı. Sanki adaletin bulunması, bu teknolojik araçlara bağlanmış gibiydi. Oysa gerçek adalet, toplumun vicdanında başlar. Narin’in gözyaşları, sadece bir ceset bulunduğunda dinecek mi? Yoksa toplum olarak her şeyi unutmaya mı hazırlanıyoruz?
Köyde uçan dronlar, sadece bir bedeni değil, aynı zamanda toplumun unuttuğu utancı da arıyordu. Kadavra köpekleri ve dronlarla güç gösterisi yapan yetkililer, adaletin sembolik örtüsünü kalınlaştırıyordu. Çünkü adalet sadece saraylarda, binalarda değil; zihinlerde ve vicdanlarda inşa edilir. Ama bu gerçek, her zaman göz ardı ediliyor.
Narin’in trajedisi ne yazık ki ne ilk ne de son. Müslüme Yağıl, Leyla Aydemir, Ceylin Atik, Ecrin Kurnaz… Bu isimler, Türkiye’nin unutulan çocuklarının listesinde yer alıyor. İsimler değişiyor, ama hikaye hep aynı: Bir kız çocuğu kayboluyor, cansız bedeni bulunuyor, sonra herkes unutur gibi yapıyor.
Bu çocuklar rüyalarımıza girip bize “Neden korumadınız beni?” diye sormayacak mı? Biz onlara ne cevap vereceğiz? “Töre, kültür, örf…” mü diyeceğiz? Anadolu’nun kadını yoğurup güçlendiren topraklarına methiyeler mi düzeceğiz? Gerçek şu ki, kadınlar ve çocuklar bu topraklarda toprağın altına sessizce gömülüyor, unutuluyor ve üzerlerine cehalet örtüsü seriliyor.
Köydeki arama çalışmaları sırasında göze çarpan bir şey vardı: devasa adalet sarayları ve içlerindeki boşluk. Bu binaların büyüklüğü adaleti mi simgeliyor? Yoksa gerçek adalet, toplumun eğitimsizlikten kurtulmasıyla mı mümkün olacak? Türkiye’nin dört bir yanında eğitim zaafiyeti, cehaletle el ele yürürken, asıl çözüm nerededir?
Toplum eğitimsiz bırakıldığında, sadece kurbanlar sayılır, gerisi unutulur. Oysa eğitim, sadece okuma-yazma öğretmekle sınırlı değildir. Eğitim, vicdanı, adaleti, merhameti ve eleştirel düşünmeyi yeşerten bir tohum olmalıdır. Bugün köylere kadavra köpekleri gönderiyoruz, ama öğretmenleri, eğitim fırsatlarını gönderemiyoruz. Dronlarla beden arıyoruz, ama zihnimizdeki cehaleti temizlemeyi ihmal ediyoruz.
Avukat Gönenç Gürkaynak, eğitim zaafiyeti üzerine düşündüğümüzde toplumları üç gruba ayırır. İlk grup, eğitim seviyesinin yüksek olduğu, bu tür trajedilerin nadiren yaşandığı, ve yaşandığında toplumun bunu sindiremediği yerlerdir. Bu toplumlar, kriz anında çözüm üretir ve tekrarını önlemek için adımlar atar.
İkinci grup, orta ile yüksek eğitim seviyesine sahip olan, bu tür olayların ender görüldüğü, ancak yaşandığında büyük bir şok dalgası yaratan toplumlardır. Bu toplumlar, bir trajedi karşısında ne yapacağını bilir; ama bazen eksik kalır.
Üçüncü grup ise bizim yer aldığımız toplumdur. Eğitim seviyesi düşük, bu tür olayların artık istisnai değil, sıradanlaştığı yerler. Bu toplumlarda bir çocuğun ölümü olağan karşılanır. Aynı ailede ikinci çocuk öldüğünde ancak bir şüphe doğar. İşte biz bu üçüncü grubun bir parçasıyız.
Narin’i kim öldürdü? Bir amca mı, yoksa cehalet mi? Asıl katil, cehalettir. Toplumun her köşesine sızmış, kökleşmiş bir cehalet… Eğitimden yoksun bırakılan her birey, bu suça bir şekilde ortak olur. Ve biz, bu cehaletle mücadele etmezsek, sadece daha fazla Narin’in kurban olmasına seyirci kalırız.
Gerçek çözüm, toplumun tüm kesimlerinde bir eğitim seferberliği başlatmaktır. Ama bu sadece okullarla değil, zihinlerde bir devrimle mümkün olabilir. Toplumun her kesimi, bu karanlığı aydınlatmak için sorumluluk almalıdır. Eğitimsiz kalanlar, ne olup bittiğinden habersiz yaşamaya devam edecek. Eğitimli olanlar, ise şaşırma ve şoke olma hakkına sahip olabilir. Ama asıl sorun, eğitimsiz bırakılanların kaderiyle ilgilidir.
Narin’in kaybı, sadece bir kız çocuğunun ölümü değil; aynı zamanda bir toplumun uyanması gereken bir alarmdır. Fakat her seferinde bu alarm susturuluyor. Cehaletin karanlığında kaybolan çocukların sayısı artarken, biz ne yapıyoruz? Adaletin sağlanması için devasa saraylar mı inşa ediyoruz, yoksa asıl sorunun köküne inip eğitimsizliği mi çözüyoruz?
Eğer bir gün gerçekten uyanırsak, belki o zaman Narin ve diğer kaybolan çocuklar, rüyalarımıza girmeye son verirler. Ama o güne kadar, hepimiz bu cehaletin ve adaletsizliğin sessiz suç ortakları olmaya devam edeceğiz.
Türkiye’nin saygın bir iş insanı geçenlerde bir dost sohbetinde “uykularım kaçıyor” diye ortaya sordu; “İsrail…
Türkiye'nin Eylül 2024 enflasyon oranı, düşüş beklentilerini boşa çıkararak ülkenin ekonomik gidişatı hakkında endişeleri artırdı.…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 3 Ekim’de toplanacak Milli Güvenlik…
Eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş suikasti ile ilgili 22 kişinin yargılandığı davada karar açıklandı.…
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 1 Ekim Meclis açılışında İsrail’in gözünü Anadolu’ya diktiğini söylemesinden yaklaşık bir saat…
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışına, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin Sinan Ateş Davasında gazetecileri açık…