Suriye’de muhalifler baskın harekatla birkaç gün içinde inanılması güç ilerleme kaydettiler.
Al Majalla gazetesinde 26 Kasım 2024 tarihinde yayınlanan makalemde, Beşar Esad’ın, iç savaşta, Rusya ve İran’ın desteğiyle muhalefete karşı üstünlük sağladığını ve iktidarı elinde tutmayı başardığını, ancak babası Hafız’ın 1980’lerde Suriye’deki Müslüman Kardeşler ayaklanmasına karşı kazandığı mutlak zafere ulaşamadığını, zira ülkenin yüzde 30-35’lik bölümünde kontrolü olmadığını ve bu bölgelerde on binlerce silahlı savaşçı ve militan bulunduğunu yazmıştım.
Yakın zamana kadar aralarında çatışan, birbirlerinin bölgelerini ele geçiren, sınır kapıları ve geçiş noktalarından elde edilen gelirler üzerinden rant kavgasına tutuşan farklı silahlı gruplar (Heyet Tahrir el Şam, Suriye Milli Ordusuna bağlı gruplar ve diğer muhalif gruplar) bir araya geldiler ve koordineli bir askerî harekât icra ettiler.
Harekata katılan grupların çoğu tek tip üniformalı ve ordu düzeninde hareket ediyorlar. İyi silahlara sahipler ve bu kez, silahlı insansız hava araçları da kullanıyorlar.
Türkiye’nin bu işin neresinde olduğu konusundaki resmi söylem, hiçbir dahlinin olmadığı yolunda ama iç ve dış kamuoyunda bu harekatın “Türkiyesiz olamayacağı” kanaati oldukça yaygın.
Bu yazının yazıldığı an itibariyle muhalifler İdlib’in tamamını ve Halep kırsalının tamamına yakını ile Halep şehrinin önemli bir kısmını ele geçirmişlerdi.
Esad yönetimi de Halep’ten geçici olarak çekildiklerini açıkladı.
Güvenlik kaynakları, rejim güçlerinin bu bölgeleri büyük ölçüde YPG’ye bıraktığını bildiriyor.
Muhalifler M4 ve M5 karayollarının Lazkiye ve Şam’a ayrıldığı noktadaki Serakip’i ele geçirdiler.
Halep’in kuzey batısındaki Şii yerleşimleri Nubl ve al-Zahra kasabaları da muhalifler tarafından alındı. Bu, sembolik önemi olan bir gelişmedir.
YPG’nin elindeki Tel Rıfat halen kuşatma altındadır.
Muhalifler Halep-Şam arasındaki M-5 yolu üzerinde, Şam’a 190 km mesafedeki Hama’nın bazı mahallelerine de girdiler. Hama’nın da muhaliflerin eline geçmesi bekleniyor.
Rusya’nın, bu defa, Esad’a destek vermekte nispeten yavaş davrandığını, Rus kuvvetlerinin çatışmalara girmediklerini görüyoruz ama yine de Rus uçakları muhalifleri birkaç noktada bombaladı.
Ukrayna’da meşgul olan Rusya’nın, Suriye’de de savaşa girmeyi istemediği, bu ülkedeki mevcudiyetini Tartus limanı ve Hmeymim hava üssünü elinde tutmak ve Şam’da Esad (veya başkası) üzerindeki etkisini korumakla sınırlandırmaya yöneldiği düşünülebilir.
Bununla birlikte, Rusya’nın Suriye’yle ilgili bir kırmızı çizgi belirlemiş olduğunu ve bu çizgi aşılırsa daha farklı bir müdahalede bulunacağını söyleyebiliriz. Kırmızı çizginin ne olduğu hakkında bu aşamada ancak tahmin yürütülebilir.
Harekatın İran ve başta Hizbullah olmak üzere, vekil güçlerle ilgili yönünde, Suriye’de muhaliflere karşı en hırsla savaşan Hizbullahçıların bir bölümü İsrail’e karşı savaşmak için Lübnan’a geri döndüler ve İsrail’in haftalardır büyük darbeler vurduğu Hizbullah’ın nefesi, iki cepheli savaşı yapmaya yetmedi.
Suriye’deki başlıca aktörlerden (Türkiye, Rusya, ABD, İsrail) hiçbiri, İran’a Suriye’de vurulan darbelerden memnuniyetsiz değildir.
Esad yönetiminin bazı kesimlerini de bu gruba dahil edebiliriz. İran Esad rejimine yardımcı oldu ama bunun karşılığında Suriye’de etkisini artırma ve Şiiliği yayma çalışmaları rejim içinde de çok tepkiye yol açmıştır.
Kısacası, bu harekatın sonuçlarından biri İran’ın Suriye’deki etkisinin kırılması olacaktır.
Harekatın Kürtler boyutu dikkat çekicidir.
Özetle, rejime bağlı unsurlar Halep’i terk ederken, Halep havaalanı, silah depoları ve su arıtma tesisleri gibi bazı stratejik yerleri, Fırat’ın doğusundan gelen YPG’lilere teslim ettiler.
YPG sonradan havaalanından çıktı ama Tel Rıfat ile Halep arasındaki alanda mevcudiyetlerini güçlendirdi. Halep’te Kürtlerin yaşadığı Şeyh Maksut ve Eşrefiye’de de YPG ile muhalifler arasında çatışmalar yaşandığı söyleniyor.
Buradaki önemli husus, muhaliflerin Esad’a yönelik harekatının muhalifler ile YPG arasında bir savaşa dönüşüp dönüşmeyeceğidir.
Böyle bir durumda ortalık daha da karışacak ve ABD’nin nasıl bir tutum alacağı hususu da öne çıkacaktır.
Bu bağlamda, ABD’nin El Kaide ve El Nusra’dan türeyen ve terör listesinde olan HTŞ’ye sessiz kalması, Amerikan basınında da örgütün lideri Abu Muhammed Golani’ye olumlu denilebilecek bir yaklaşım olması bir kenara not edilmelidir.
Rejim ordusu muhalifler karşısında sıkı bir direnç göstermiyor veya gösteremiyor çünkü asker sayıları her yeri korumak için yetersiz.
Esad elindeki sınırlı asker kaynağını göz önüne alarak, savunma hattını, rejimin ana iskeleti olarak tanımlanan bölgeleri, yani Şam-Humus-Tartus-Lazkiye hattı) kapsayacak şekilde kurmaya karar vermiş olabilir.
Muhaliflerin Şam’a inmeyi deneyip denemeyecekleri şu an için belirsizdir ama özellikle rejim ordusunda çözülme görülürse buna yönelebilirler.
Bu kapsamda, Şam’da rejimin güvenlik güçleri içinden bir grubun (ki İstihbarat Başkanı, Sünni ve Çerkez kökenli Tümgeneral Hüsam Luka öncülüğünde olduğu iddiası var), dün akşam birkaç saat önce Moskova’dan dönen Esad’a karşı bir darbe girişimine kalkıştığı, başkentte çatışmalar yaşandığı yolunda teyit edilemeyen haberler duyuldu. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.
Şam’da rejimin kendi içinden bir karşı hareket çıkması şaşırtıcı olmamalıdır. Suriye Arap Cumhuriyeti tarihinde ve Hafız Esad döneminde de bu gibi hadiseler yaşanmıştır.
Esad dün akşam “işbaşındayım ve teröristleri yeneceğiz” açıklaması yapsa da 2011 yılından bu yana en zor günlerini yaşıyor.
Türkiye bu kargaşada, doğal olarak, kendi çıkarlarını gözeterek hareket edecektir.
Türkiye YPG’nin şimdi de Halep ve civarında söz sahibi olmasına karşı çıkacaktır. Türk ordusunun Suriye topraklarında yeni bir askeri harekata girişmesinin gerekmeyeceğini temenni etmekle beraber, bu olasılık yok denilemez.
Muhaliflerin geniş alanları ele geçirmeleri ve Türkiye’deki sığınmacıların çoğunun Halep ve İdlip kökenli olmaları, geri dönüş açısından ülkemizin lehine bir gelişme olmuştur.
Bu harekât Suriye krizine siyasi çözüm bulunması için bir fırsat doğurmuş olabilir ve Türkiye’nin istediği gibi bir müzakere masası kurulmasıyla sonuçlanabilir.
Astana Süreci paydaşları Türkiye, İran ve Rusya’nın Dışişleri Bakanları telefonda görüştüler, ziyaretler olacak ve yüz yüze de görüşecekler. İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçı 2 Aralık’ta Ankara’da olacak.
Diğer taraftan;
– Ülkede karışıklığın devam etmesi,
– YPG’nin ülkenin bir bölümünde kalıcı bir yönetim yapılaşması sağlaması,
– Silahlı muhalif grupların kendi aralarında da çatışmaya başlamaları,
– Cihatçı grupların IŞİD benzeri bir yapılanmaya yönelmeleri,
– Ülkemize doğru yeni bir göç dalgası oluşması,
Türkiye bakımından risk faktörleridir.
An itibariyle muhalifler ilerliyor, Esad güçleri çekiliyor ama o kadar çok bilinmeyen ve karmaşa var ki, kesin öngörülerde bulunmak çok zor, taraflardan herhangi biri bakımından işin bittiğini söylemek için de erken.
Kıdemli diplomat Feridun Sinirlioğlu’na Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) yolu açıldı. 3 Aralık’ta…
Ankara 32. Ağır Ceza Mahkemesi, 61 sanıklı Ayhan Bora Kaplan suç örgütü davasında karar verdi.…
Süleyman Demirel’in 100’üncü doğum günü nedeniyle 1 Aralık’ta İstanbul’da düzenlenen toplantı, Türkiye’de siyasetin yönelimine dair…
Rusya, Ukrayna-NATO kriziyle, ABD İsrail-Lübnan ateşkes anlaşması ve Şükran Günü ile meşgulken fırsatı değerlendiren Heyet…
Suriye’de yıllardır devam eden iç savaş, Halep ve Hama’da muhalif grupların ilerleyişi ve Şam’da darbe…
Suriye’de radikal İslâmcı Heyet Tahrir üş-Şam (HTS) örgütü öncülüğündeki silahlı muhalif güçlerin iki gün içinde…