2024’ü geride bırakmak üzereyiz. 2025’e girerken ekonomimiz ne durumda? Doğru yolda mıyız? Kısa bir değerlendirme yapmakta yarar var.
24 Aralık akşamı -Temmuz’da bir daha artırılmazsa- 2025 yılının tümü için geçerli olacak asgari ücret açıklandı: 22104 lira. Mevcut asgari ücrete kıyasla yüzde 30 artış anlamına geliyor. TÜRK-İş Ankara’da yaşayan dört kişilik bir aile için hem açlık hem de yoksulluk sınırı açıklıyor. Açlık sınırı sadece gıda harcamalarına göre belirleniyor. Kasım’da açlık sınırı 20561, yoksulluk sınırı ise 66976 lira. Dört kişilik ailede iki kişi asgari ücretle çalışsa, Ocak 2025’te elde edecekleri gelir Kasım yoksulluk sınırının ancak yüzde 66’sına ulaşacak. Oysa yoksulluk sınırı Ocak’ta daha yüksek olacak.
2025’e bakış: Çalışanların yarısı açlık sınırının altında
Resmi açıklamalara göre çalışanların yaklaşık yarısı asgari ücret kazanıyor. Dolayısıyla, asgari ücret ortalama ücrete dönmüş durumda. DİSK verilerine göre, asgari ücret alanlara, asgari ücretin yüzde 50 fazlasına kadar ya da asgari ücretten de düşük ücret kazanan çalışan sayısı eklenince 14,5 milyon kişiye ulaşılıyor. Toplam çalışanların yüzde 80’inine denk düşüyor.
Gelin Merkez Bankası’nın yüzde 21 olan 2025 sonu enflasyon tahmini tutar ve gıda fiyatları da bu oran da artarsa, asgari ücret ile açlık sınırının nasıl şekilleneceğine bakalım. Analizi basitleştirmek için 2025 aylık enflasyonlarının yüzde 21’e uygun bir şekilde eşit olacağını varsayayım. Elbette aylık enflasyonlar farklı gerçekleşecek ama sonuçta hem 2025 sonu karşılaştırması için bir şey fark etmeyecek hem de yine de yıl içinde oluşacak vahim durum için önemli bir fikir edineceğiz.
Grafikte Ocak 2021- Aralık 2025 dönemi için asgari ücret ile açlık sınırının hareketleri gösteriliyor. Durumun vahimliği şurada: Çalışanların yaklaşık yarısının aylık geliri bahar ayları geldiğinde açlık sınırının altına düşecek. Bu çok önemli bir sorun. Türkiye düşük ücret tuzağından çıkmak zorunda. Çıkışın yolu yapısal reformlardan geçiyor. Bunların içinde güçlü sendikalara izin veren bir hukuk reformu da şirket düzeyinde istihdamı düşürmeden verimliliği artırmak da var. Sonuçta, açlık sınırının altında bir asgari ücret düzeyinden şikâyet eden iş insanları var. Demek ki şirketleri verimli çalışmıyor.
Ekonomi küçüldü, işsizlik yüksek
Öte yandan asgari ücret enflasyonun ne ana ne de önemli belirleyicisi. Ona gelene kadar bir dolu unsur var. Bu çerçevede, Erol Taymaz’ın 16 Aralık’ta çıkan yazısını okumanızı tavsiye ederim. Ayrıca yazıda atıfta bulunan akademik makale de önemli. Demek ki 2025’e girerken çok temel bir sorunumuz –ki arka planında çok sayıda yapısal sorun var- orada öylece duruyor. Gelin şimdi bu yapısal sorunların da rol oynadığı daha kısa vadeli gelişmelere bakalım.
Ekonomimiz hem ikinci hem de üçüncü çeyrekte bir çeyrek öncesine göre sınırlı ölçüde küçüldü (GSYH düştü). Son açıklanan veriler bu durumun dördüncü çeyrekte de sürdüğünü gösteriyor. Mesela sanayi üretiminin son üç aylık ortalaması Ekim’de düştü. Hizmet sektöründe de benzer bir gelişme var. 25 Aralık’ta açıklanan yılın son kapasite kullanım oranı ve reel kesim güven endeksi verileri de bu durumu teyit ediyor.
İşsizlik oranımız 2023 ortalamasının altında seyretse de geniş tanımlı işsizlik oranı (atıl işgücü oranı) hem 2023 ortalamasının yaklaşık dört puan üzerinde hem de çok yüksek: Ekim’de yüzde 26,9 düzeyindeydi. Atıl işgücü, işsiz olanların yanı sıra tam zamanlı iş bulamadıkları için kısa süreli çalışanları ve umutlarını yitirdikleri için (resmi tanıma göre gerekli kanallardan) iş aramayıp iş olsa çalışmaya hazır olanları kapsıyor.
Enflasyon istenildiği ölçüde düşmüyor. Merkez Bankası’nın 8 Ağustos’ta yayımlanan yılın üçüncü enflasyon raporunda 2025 sonu enflasyon tahmini yüzde 14’tü, 8 Kasım’da yayınlanan son raporda yüzde 21’e yükseltildi. Beklenen enflasyon da iyi gitmiyor. En düşük enflasyon beklentisi ‘Piyasa Katılımcıları Anketi’nden elde ediliyor: Şu anda 2025 sonu beklentisi yüzde 27,1. Üstelik bir süredir böyle; düşmüyor. Kasım ayında yıllık enflasyon 47,1 düzeyindeydi. Son birkaç ayda gerçekleşen aylık enflasyonlar da istenildiği kadar düşük değil. Zaten Merkez Bankası’nın 2025 tahminini önemli ölçüde artırmasının ana nedeni de bu.
Büyüme, işsizlik, enflasyon: Birer sonuç
Büyüme de işsizlik oranı da enflasyon da hep birer sonuç. Peki, neden sonuçlar böyle? Bu soruyu yanıtlamak için uygulanan ekonomi programına bakmak gerekiyor. Önce başlangıç koşullarına dönüyorum; Haziran 2023’e gidiyorum.
Durum şöyleydi:
Ödemeler dengesi krizinin eşiğindeydik ve risk primimiz oldukça yüksekti. Bu nedenle, Mayıs 2023 seçimleri öncesinde döviz kuru suni ve sürdürülemez bir baskı altındaydı. Bu baskıyı yapmak için döviz rezervlerini eritmiş ve kur korumalı mevduat belasına bulaşmıştık. Dolayısıyla, uygulanacak programın ilk maddesi bu baskıyı kaldırmak olmalıydı. Bir yandan bu sürdürülemez tam saha baskı kalkarken, politika faizinin de enflasyon ile uyumlu bir düzeye gelmesiyle döviz kurunun ‘dengesine’ doğru yönelmesi beklenirdi.
Politika faizi birden mi yükseltilmeliydi? Mesela tek toplantıda olmasa da iki-üç toplantıda mı bu iş tamamlanacaktı? Yoksa kademeli mi artış yapılacaktı? Tek toplantıda keskin faiz artışının sakıncaları olabilirdi; çünkü içinden çıkılması zor kısıtlar yumağı vardı ama iki-üç toplantıda süreç sonlandırılabilirdi. İkinci seçenek ise işi sündürmek anlamına geliyordu.
Faiz enflasyonla uyumlu bir yere bir türlü çıkmadığı için döviz kurunun ‘gereğinden fazla’ sıçraması tehlikesi vardı.
Dahası, ‘fazlasına izin olmadığı’ spekülasyonlarını körükleyerek risk priminin istenilen ölçüde düşmemesine yol açabilirdi. Bu koşullar altında enflasyonun, ilk seçenekte ortaya çıkacak sınırlı artıştan çok daha fazla yükselmesi tehlikesi vardı.
Faiz yetmezdi, başka sorunlar da vardı
İlk seçenekten yanaydım. Tek toplantıda değil ama iki, bilemediniz üç toplantıda enflasyonla uyumlu bir düzeye çıkarılabilirdi faiz. Yetmezdi. Olmazsa olmazların da yapılması gerekiyordu. Çünkü başka sorunlar da vardı.
Nelerdi bu sorunlar ve olmazsa olmazlar?
Bütçe açığı kontrolden çıkma belirtileri gösteriyordu, finans dışı şirketlere ve bankalara getirilen bir dizi kısıtlama söz konusuydu. Faiz enflasyonun çok altında seyrettiği için döviz ve altın talebi çok yüksekti. Açıklanan istatistiklere güven sorunu ortaya çıkmıştı ve her an Merkez Bankası Başkanının değiştirilmesinin yolunu açan bir düzenleme mevcuttu.
Bu sorunların çözülmesi için öncelikle politika faizini enflasyonla uyumlu bir düzeye çıkarmak ve bütçe açığını kontrol altına alan adımları atmak gerekiyordu. Bu adımlar atılarken yük yüklenebileceklerin sırtına konulmalıydı. Sarsılan güveni sağlamak için TÜİK’in yapısını değiştiren radikal kararlar almak, Merkez Bankası Başkanının her istenildiğinde görevden uzaklaştırılmasına cevaz veren kararnameyi yürürlükten kaldırmak ve şirketler ile bankaları gereksiz yere kısıtlayan kararları yok etmek gerekiyordu. Bunlar olmazsa olmazlardı.
Süreç uzun sürdü
Ne var ki politika faizinin artırılması süreci gereğinden fazla sürdü. Üstelik politika faizinin gerçekte açıklanandan düşük olmasına yol açan, döviz rezervini ancak geçici olarak artıracak swap anlaşmaları yapıldı. Bu anlaşmalar azımsanmayacak bir süre devam etti. Maliye politikasında ise yüksek gelir gruplarının vergileri artırılmadı ve kamu-özel işbirliği projelerinde verilen gelir garantileri gündeme gelmedi. Bunlar olmayınca, bütçeyi toparlayabilmek için şok zamlar yapılabildi. Asgari ücretin açlık sınırının altına düşmesine ses çıkarılmadı. TÜİK’e ilişkin bir adım atılmadı. Merkez Bankasını rahatlatacak ve güveni artıracak yasal değişikliğe gidilmedi. Kısacası, olmazsa olmazların pek azı yapıldı.
Faiz artırma sürecini zamana yayılınca ve program da eksik olunca şöyle bir açmaz çıkıyor ortaya. Enflasyon beklentileri istenilen düzeylere gerilemiyor ve dolayısıyla fiyatlama davranışları yeterince düzelmiyor. Enflasyon istenildiği hızda ve ölçüde düşmüyor. Döviz kurunun hep enflasyonun altında artması gerekiyor. Zaman içinde kredi faizlerini daha da yükselten kararlar alınıyor. Ekonomide yavaşlama/daralma eğilimleri gözleniyor. Çeşitli olumsuzluklara yol açıyor bunlar.
Birincisi, şikâyetler yaygınlaşıyor. İhracat yapsın ya da yapmasın sanayici, esnaf, emekliler ve ücretliler; kimse halinden memnun olmuyor: Kim sahiplenecek programı? İkincisi, ara malı ithalatının göreli olarak ucuz kalması ara malı ithalatı kullanımını yükseltiyor. Üçüncüsü, döviz kurunun öngörülebilir gelecekte kontrolden çıkmayacağı bekleniyorsa, döviz cinsinden borçlanma eğilimleri artıyor. Dikkat ederseniz, bu son ikisi mevcut kırılganlıkları artırıcı unsurlar.
Peki, 2025? Şikâyetler artıyorken siyaset daha fazla sabır gösterir mi? Yoksa Türkiye yüzde 25-30 düzeyinde bir enflasyonla ve oynak bir büyümeyle yoluna devam etmeye mi çalışır? Öyle yaparsa enflasyon o düzeyde ne kadar kalır? Bir sonraki yazıda ele alacağım.
Hepinize güzel bir yıl dilerim.