

İmamoğlu krizi bir kaç hafta önce küresel dengelerde konumunu güçlendirmek isteyen Türkiye’yi içeride yeni siyasi ve ekonomik zorluklarla karşısında bıraktı. Erdoğan’ın İmamoğlu’nu saf dışı bırakma çabası, kamuoyunun bilmediği dış dinamiklere mi bağlı?
Türkiye’nin siyasi sahnesinde önemli bir dönemeçteyiz. Ekrem İmamoğlu’na yönelik hukuki süreçler, siyasi baskılar ve dün alınan tutuklama kararı, sadece İstanbul’u ve İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığını hedef almakla kalmıyor; aynı zamanda Türkiye’nin önümüzdeki donemde siyasi dengelerini ve dinamiklerini temelden sarsacak bir gelişme haline geliyor.
Görünen o ki ne hükümet geri adım atacak ne de muhalefet yekvücut bir şekilde hareket etmekten vaz geçecek. Kazananın olmayacağı, ülkenin kan kaybını devam ettirecek bir kilitlenme yaşanabilir. Giderek kar topu gibi büyüyen kriz, yanlış yönetildiği takdirde, sadece İmamoğlu’nun gelecekteki siyasi konumunu güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda tüm muhalefeti mevcut iktidara karşı daha güçlü bir aktöre dönüştürebilir.
Sadece adaylık sorunu değil
İktidarın yaptığı en büyük hata, İmamoğlu’na karşı diploma iptali, yolsuzluk ve terör bağlantısı suçlamaları gibi adımları sadece onun siyasi geleceğini engellemeye yönelik bir hamle olarak görmesiydi. Oysa gerçekte mesele çok daha derin ve bu gidişle daha da derinleşeceği aşikâr:
• Muhalefetin kenerlenmesi: CHP içindeki bölünmeler hafifliyor, İmamoğlu, sadece kendi partisinin değil, tüm muhalefetin birleşmesinde ve etrafında kenetlenmesinde bir sembol haline geliyor. Mansur Yavaş bile kendi adaylığına ilişkin temkinli tavrını terk edip İmamoğlu’nun arkasında yer aldı.
• Toplumsal hareketlenme: İBB’ye kayyım ataması yapılırsa, sokak eylemleriyle Gezi tarzı bir harekete dönüşme riski var. Özellikle öğrencilerin direnci ve protestoları iktidarı rahatsız edecek boyutlara ulaşabilir. Gözaltı ve tutuklamalar, yangına körükle gitmekle eşanlamlı olabilir.
• İstanbul’un ekonomik gücü: İstanbul, sadece bir belediye değil; aynı zamanda büyük bir ekonomik gücün, devasa inşaat projelerinin ve finansal ağların merkezi. İmamoğlu’nun yönetimi, AKP’nin yıllarca şekillendirdiği ekonomik düzeni sarsıyor ve bu da iktidar partisinin, ekonomik ve siyasi çıkarlarını yeniden yapılandırmasını zorunlu kılıyor.
• Kürt meselesi ve “Öcalan Açılımı”: PKK’nın çözülmesi, Suriye ve İran’daki gelişmeler, Türkiye’nin yeni Avrupa mimarisindeki yeri gibi meseleler, Ankara’da güçlü bir merkezi yönetim ve ülke çapında toplumsal dayanışma gerektiriyor. Ancak mevcut durum tam tersi bir gidişata işaret ediyor. DEM, İmamoğlu’nun yanında yerini aldı, süreç kesintiye uğrayabilir.
İktidar neden şimdi?
Gerçekten de özellikle ekonomik kırılganlığın bir nebze iyileşmeye yüz tuttuğu ve küresel dinamiklerin Türkiye’nin lehine dönmeye başladığı bir dönemde, İmamoğlu’nu hedef alarak olası Cumhurbaşkanlığı yarışında onu saf dışı bırakma çabası ya çok büyük bir korkuyu ya da bizlerin bilmediği bambaşka bir dosyayı işaret ediyor olabilir.
İmamoğlu’na yönelik soruşturmalar, yüzlerce müfettiş incelemesi, siyasi baskılar, 31 yıl sonra diploma iptali, yolsuzluk ve terör örgütü bağlantısı gibi suçlamalar, zamanlaması yüzünden kamuoyunu ikna etmekte başarısız oldu. Aksine, İmamoğlu’nu daha güçlü bir siyasi figür haline getirdi, muhalefeti yeniden ateşledi.
İstanbul’daki son iki belediye seçiminden sonra (ve “İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder” söyleminin sahibi olan) iktidar partisinin bu kaybı hâlâ sindiremediği açık. Medya gücü ve devlet imkanları ile her şeyi kontrol etme güdüsüne rağmen, İmamoğlu engellenemiyor. Tam aksine, 2028 (ya da daha erken) Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yaklaşırken bu durum, iktidar tarafından varoluşsal bir tehdit olarak görülüyor.
İktidarı sarsabilir mi?
Aslında 2028’e kadar mevcut iktidarın hükmetme ruhsatı olmasına rağmen İmamoğlu krizi yönetimin sürdürülebilirliğini tartışmaya açtı. Kriz, sadece İmamoğlu’nun siyasi geleceğiyle sınırlı kalmıyor; çok daha geniş etkileri olan bir gelişmeye dönüşüyor. Bence üç önemli sonuç öne çıkıyor:
1- Artan toplumsal hareketlenme: CHP, DEVA ve diğer muhalefet partilerinin sokaklara inmesi ve İmamoğlu’nun etrafında kenetlenmesi ile 2023 seçimlerinden sonra oluşan hayal kırıklığı yeniden canlanabilir. Bu da dizginlenmesi zor yeni protesto dalgaları başlatabilir.
2- AKP’nin değişim dinamiklerinin zayıflaması: Siyasi ve ekonomik kırılganlık arttıkça ve halk nezdinde popülerlik azaldıkça, TBMM’nin önemli ölçüde devre dışı bırakılması ve Külliye’de dar bir kadro ile yönetimin hüküm sürmesi, Erdoğan’ın parti içindeki liderliğini sorgulatabilir. İstanbul’daki hamlenin başarısız olması, partinin içindeki fay hatlarını derinleştirebilir. Erdoğan sonrası liderlik için halefiyet mücadelesi, beklenenden çok daha erken başlayabilir.
3- Artan ekonomik riskler: Kriz nedeniyle hem sermaye çıkışı yaşandı hem de Merkez Bankası rezervlerinde erime görüldü. Yabancı yatırımcıların güveni sarsıldı, yabancı ve yerli sermaye çıkışını hızlanabilir önümüzdeki haftalarda. Uluslararası finans çevreleri, Türkiye’nin risk primlerini artırabilir ve borçlanma maliyetlerini yükseltebilir. Ayrıca belirsizlik, döviz kuru üzerinde baskı oluşturabilir, TL’nin değerinin dalgalanmasına yol açabilir.
Krizin küresel yansımaları
İmamoğlu’na yönelik yargı süreci ve siyasi baskılar, başta Batı başkentleri olmak üzere uluslararası camia tarafından da dikkatle izleniyor.
Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye’deki gelişmeleri demokrasi gerilemesi olarak değerlendiriyor. Orta Doğu, Körfez ülkeleri, Rusya ve Çin ise şimdilik sessiz kalıyorlar, ancak gelişmeleri dikkatle izliyorlar. Erdoğan, son yıllarda diplomatik ilişkileri yeniden yapılandırmaya çalıştı. Ancak İmamoğlu krizi, Batı ile ilişkileri gerilebilir ve Türkiye yaptırım ve siyasi izolasyonla karşılaşabilir.
Ne yazık ki bundan birkaç hafta önce Türkiye’nin küresel düzende nasıl güçlenebileceğini, önüne çıkan yeni fırsatları konuşurken, şimdi bu gelişmelerle adeta kendi ayağımıza kurşun sıkıyoruz gibi. İçeride güçlü olmayan bir ülkenin dış dünyada gücü olması, uluslararası itibarını koruması mümkün olamaz.
Erdoğan’ın bu krizi nasıl yöneteceği konusunda birkaç olasılık var.
Zor seçenekler
Ya hafif bir ceza verilerek İmamoğlu’na yeniden kısıtlı da olsa alan açılır, gerginliklerin büyümesinin önüne geçilir, kamu vicdani rahatlatılır. Ya da süreç, nasıl hesaplandıysa öyle sonuna kadar devam ettirilir, İstanbul’a kayyım atanır, gerekirse daha sert müdahalelerle OHAL ilanı veya daha geniş bir yargısal operasyonlar başlatılır.
Önümüzde duran en mantıklı seçenek, krizi daha da tırmandırmadan iç dayanışmayı pekiştirecek bir uzlaşı yolunu bulmaktan geçiyor. Bu seçenek, gösteri ve protestoların yatışmasının belki de tek yolu. Lakin, Erdoğan geri adım atarsa, AKP içindeki bölünmelerin baş göstermesi ihtimali de var.
Eğer iktidar baskıyı artırma yolunu seçerse, siyasi istikrarsızlık, ekonomik riskler ve toplumsal gerginlikler tehlikeli boyutlara ulaşabilir. Kısacası, seçenekler hiç rahat değil.
Neticede, mevcut krizin nasıl yönetileceği, önümüzdeki yılların siyasi atmosferini ve ülkenin istikametini büyük ölçüde belirleyecek. Ülkenin geleceğini her şeyin önünde tutacak vatanperver, stratejik düşünceye ve cesarete her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var; hem iktidardan hem de muhalefetten.