Yetkin Report

  • English
  • Siyaset
  • Ekonomi
  • Hafıza Kartı
  • Hayat
  • Yazarlar
  • Arşiv
  • İletişim

Gazetecilik Susarsa, Bilim de Susar

Yazar: Utku Perktaş / 01 Temmuz 2025, Salı / Oda: Siyaset

Fatih Altaylı’nın da tutuklanması Türkiye’de artık neyin suç sayıldığına dair bulanıklaşan çizgileri ve ifade özgürlüğünün nasıl daraldığını gösteriyor. Gazeteci susarsa bilim de susar.

Bilimsel bilgi kamuya nasıl ulaşır? Yalnızca akademik dergilerle değil; onu sadeleştiren, çoğul seslere alan tanıyan, bilime samimiyetle yaklaşan medya organlarıyla. Bir bilim insanı olarak halkla buluşmamı sağlayan bu alanlar, yalnızca içerik değil; aynı zamanda anlam, merak ve güven üretir. Bugün bu yazıyı yazıyor oluşum da böylesi bir alanın bana açılmış olması sayesinde. Tıpkı bir zamanlar televizyonda tanık olduğum gibi: Bilime alan tanıyan gazetecilik, bilginin demokratikleşmesidir.

Pazar akşamları televizyon karşısında bilim konuşulan ender anlardan biriydi. Türkiye’de ana akım medyada bilim insanlarının söz hakkı bulabildiği, bilimsel düşüncenin kamuya açık bir biçimde ifade edilebildiği nadir programlardandı Teke Tek Bilim. Ve bu programın yürütücüsü Fatih Altaylı, bilimi anlamaya çalışan, sorular soran, cevaba alan açan bir gazeteciydi.

Bir akademisyen olarak, ben de bu programa iki kez konuk oldum. Her iki programda da hissettiğim şey, ekranın diğer ucundaki insanların bilimle temas kurmasını mümkün kılacak samimi bir çabaydı. Popülerlik için değil; anlamak, aktarmak ve kamuya bir şey kazandırmak için yapılan bir işti bu.

Özgürlüklerin Daralan Alanı

Bu yazıyı kaleme aldığım tarihte Fatih Altaylı tutukluydu. Anlayabildiğim ölçüde ve birçok hukukçunun, gazetecinin yorumlarına göre, hakkında verilen tutukluluk kararı ölçüsüz ve orantısız. Yaptığı bir yorum sonrası yargılanıyor. Oysa bu durum, Türkiye’de artık neyin suç sayıldığına dair bulanıklaşan çizgileri ve ifade özgürlüğünün nasıl daraldığını da gösteriyor. Bunun en önemli göstergesi ise, yakın geçmişte birçok değerli gazetecinin benzer süreçlere maruz kalmış olması.

Ama benim dikkat çekmek istediğim şey hukuki boyut değil; özgürlükler meselesi. Bilim insanı olarak, akademide özgürlüklere kafa yoran biri olarak biliyorum ki, özgür toplumlar sadece özgür üniversitelerle değil, çeşitliliğin hüküm sürdüğü özgür bir basınla da mümkündür.

Çünkü her ikisinin de özünde benzer bir etik sorumluluk yatar: Gerçeği aramak, farklı görüşlere alan tanımak, kamuoyunu bilgilendirmek, eleştiriye açık olmak. Eğer bu iki alan da baskı altındaysa, toplumun bilgiye ulaşma kanalları daraltılmış demektir. Ve bu sadece bireysel hakların değil, toplumsal sağduyunun da aşınması anlamına gelir.

Baskının Küresel Eğilimleri, Yerel Yansımaları

Amerika’da Notre Dame Üniversitesi’nin Keough Küresel İlişkiler Okulu’nda yapılan bir konuşmada dile getirilen şu cümle bu yüzden önemlidir: Özgür bir halk, özgür bir basına ihtiyaç duyar.

Dünyanın farklı coğrafyalarında, demokratik gerilemenin ilk işareti genellikle gazetecilere yönelik baskılarla başlıyor. Macaristan, Hindistan, Rusya gibi örnekler bunun kanıtı. Türkiye’de de benzer bir örüntü oluşuyor: Önce gazeteciler susturuluyor, bir yandan akademi değersizleştiriliyor, ardından sivil toplum yapıları işlevsizleştiriliyor.

Açık Radyo’nun Kapanışı: Sesler Susturuluyor

Aslında Açık Radyo bu durumun ilk örneklerinden biri oldu. Türkiye’nin en köklü bağımsız yayın organlarından biri olan bu radyo, 30 yıla yaklaşan yayın hayatına RTÜK’ün lisans iptali kararıyla veda etti. Yaklaşık üç yıl boyunca Antroposen Sohbetler adlı programımı burada hazırladım. Bu deneyim, bana yalnızca bilgi paylaşımının değil; özgür bir yayıncılığın değerinin, farklılıklara kulak vermenin ne denli ufuk açıcı olduğunun da dersini verdi. Radyo, yalnızca bir mecra değil; düşünsel çeşitliliği savunan, kamusal bilinci besleyen bir yaşam alanıydı. Bu nedenle susturulması, sadece bir frekansın kapanması değil; aynı zamanda özgürlük koridorunun biraz daha daralması demekti. Hukuki süreci bildiğim kadarıyla hâlâ devam ediyor. Ancak Açık Radyo, bugün Apaçık Radyo adıyla internet üzerinden yayınlarını sürdürüyor. Antroposen Sohbetler de bu yolda yürümeye devam ediyor.

Dijital Direniş ve Bağımsız Gazetecilik

Bu bağlamda, Fatih Altaylı’nın YouTube kanalında sürdürdüğü bağımsız gazetecilik, Türkiye’deki birçok benzer örnekle birlikte, ana akım medyada yaşanan tıkanmaya karşı kurulmuş kişisel bir direnç hattıydı. Bu mecralar arasında, dijital alanda uzun süredir ilkeli ve deneyimli bir yayıncılık yürüten, çeşitliliği gözeten ve farklı seslere alan açan platformlardan biri de Yetkin Report. Bu sayede, kamusal tartışmaya bilimin katkısı sürdürülebiliyor.

Ancak biliyoruz ki, yalnızca bu isimler değil; YouTube başta olmak üzere dijital mecralarda kurulan çok sayıda bağımsız haber ağı, eleştirel bilgi üretimini sürdürüyor. Bugün bu platformlar üzerinden milyonlara ulaşan gazeteciler, yalnızca bireysel görüşleri değil; kamusal ilgiyi, merakı ve düşünsel çeşitliliği de görünür kılıyor.

Yeni Kamusal Alan: Ekranın Diğer Ucu

Kümülatif olarak on milyonlarca izlenmeye ulaşan bu kanallar, dijitalde şekillenen yeni bir medya düzenini temsil ediyor. Artık yalnızca içerik üreticileri değil, izleyiciler de kamusal alanın aktif bileşenleri. Bu nedenle bir gazetecinin susturulması, yalnızca bireysel bir sesi değil; milyonların bilgiye erişim hakkını ve çoğulcu düşünceye katkısını da sekteye uğratır.

Üstelik dijital mecralarda sürdürülen bağımsız gazetecilik, yalnızca içerik üretmek değil; eleştirel düşünceyi canlı tutmak, doğruyla yanlışı birlikte tartışmaya açmak demektir. Bu emek, devlete ya da büyük sermayeye bağlı olmadan soru sormanın değerini hatırlatır; aynı zamanda araştırmacı gazeteciliğin bu ülkedeki köklü belleğine yaslanır ve unutulmaması gerekenleri diri tutar.

Bir Kişi Değil, Hafıza Susturuluyor

Gazetecilerin yaşadığı sıkıntılar anlamında yakın geçmişte de benzer örnekler yaşandı. Sosyal medyada etkin birçok gazeteci soruşturmalarla, gözaltılarla, davalarla karşı karşıya kaldı. Fatih Altaylı ise şimdi bu zincirin yeni halkası. Onun tutuklanması kamuoyunda güçlü bir tepki yarattı. Zaten uzun süredir biriken rahatsızlık, diğer gazetecilere yönelik benzer baskılarla büyüyordu. Altaylı’ya yönelik bu son adım, vicdani itirazın artık taşma noktasına geldiğini gösteriyor.

Ama değişmeyen şey şu: Susturulmak istenen yalnızca bir kişi değil; düşünsel çeşitliliğin kendisi.

Gazetecilik ve Bilim: Sessizliği Reddetmek

Bir bilim insanı olarak bu sessizliğe kayıtsız kalamam. Geçmişte Fatih Altaylı’nın televizyon programına konuk olmuş biri olarak, bugün yaşananlara dair tanıklığımı kamuoyuyla paylaşmak benim için hem etik bir sorumluluk hem de mesleki bir borçtur. Çünkü bilgiye erişim hakkı yalnızca gazetecilerin değil; biz bilim insanlarının da varlık nedenidir. Altaylı’nın programı, bu hakkın hayata geçtiği alanlardan biriydi. Ancak bugün yaşananlar, bu tür programlarda tanık olduğumuz özgürlük alanlarının ne denli kıymetli olduğunu ve bu alanların ne kadar kolay daraltılabildiğini bir kez daha hatırlatıyor.

Gerçeğin Ortak Yükü

Ben bir gazeteci değilim. Gazeteciliğin teknik ayrıntılarını bilmem, mesleğin çetin gündelik pratiklerine hâkim değilim. Ama bir bilim insanı ve bilim anlatıcısı olarak, hakikate ulaşma ve gerçeği paylaşma çabamızın ortak olduğuna inanıyorum. Bilimin de gazeteciliğin de dayandığı temel değer, gerçekleri görünür kılmaktır. İşte bu nedenle, özgür ve bağımsız basına yönelik her baskı, yalnızca gazeteciliğe değil, aynı zamanda bilimsel düşünceye, ifade özgürlüğüne ve kamuya duyulan sorumluluğa da yönelmiş bir karartma girişimi olarak okunmalı.

Bilim insanlarının kamuoyuyla doğrudan iletişim kurma hakkı da yalnızca akademik özgürlüğün değil; demokratik şeffaflığın da bir parçasıdır. Bilimsel verilerin politik yorumlarla manipüle edilmesi, halkın doğru bilgiye erişimini tehdit eder. Gazetecilikle bilim arasında kurulan etik köprü, bu nedenle yalnızca doğruyu aktarmakla değil; bilgiye yönelen müdahalelere karşı ortak bir direnç göstermeyle de ilgilidir.

Bağımsızlığın Bedeli

Üstelik bu baskı yalnızca tek bir kişiyi hedef almıyor. Benzer biçimde çalışan pek çok bağımsız gazeteci, işlerini çoğu zaman maddi kaygılar, belirsizlikler ve artan bir tedirginlik içinde sürdürmeye çalışıyor gibi görünüyor. Bunun adı açık bir yasak ya da sansür olmasa da, bu tablo, giderek yaygınlaşan bir yıldırma biçimini düşündürüyor. Açıkça ifade edilmeyen ama giderek yaygınlaşan bir baskı iklimi, birçok gazetecinin mesleğinden uzaklaşmasına neden olabilecek bir atmosfer. Bu nedenle Fatih Altaylı ve diğer gazetecilerin yaşadığı durum, yalnızca bireysel mağduriyetler değil; daha geniş bir baskı atmosferinin işareti olarak da okunabilir.

Medya Özgürlüğü Tehdit Altında

Bugün yalnızca Türkiye’de değil, dünyanın pek çok yerinde özgür basının sesi kısılmak isteniyor. The Guardian Foundation’ın Dünya Basın Özgürlüğü Günü öncesi yayımladığı analiz de bu küresel baskı ortamına dikkat çekiyor ve basının geleceği için üç temel unsuru öne çıkarıyor: finansal bağımsızlık, çoğulcu temsil ve haber okuryazarlığı. Habere erişim ile demokrasi arasındaki doğrudan ilişkiyi vurgulayan bu çerçeve, aynı zamanda bilgiye duyulan güvenin azalmasıyla birlikte medya kuruluşlarının sürdürülebilirliğinin tehlikeye girdiğini ortaya koyuyor. Benzer şekilde The New York Times’ta yayımlanan bir analizde, Trump yönetiminin gazetecilere yönelik tutumu, Putin’in Rusya’sında yaşananlarla kıyaslanıyor ve “basit bir dışlama” ile başlayan sürecin, zamanla tüm demokratik refleksleri zayıflattığı vurgulanıyor. Bu tür küresel uyarılar, Türkiye’de yaşananların yalnızca yerel değil; daha büyük bir otoriterleşme dalgasının parçası olduğunu gösteriyor.

Özgürlüğün Yanındaki Etik Arayış

Öte yandan, gazeteciliğin yalnızca özgürlük değil, aynı zamanda bağımsızlık gerektiren bir etik arayış olduğunu da unutmamak gerekir. The New York Times yayıncısı A. G. Sulzberger’in Columbia Journalism Review’de yayımlanan yazısında vurguladığı gibi, bağımsız gazetecilik “gerçekleri olduğu gibi yansıtmak”la yükümlüdür; ne olduğuna inandığımızı değil, gerçekten ne olduğunu aktarmayı hedefler. Bu duruş, bazen kahraman ilan edilenleri sorgulamayı, bazen de kötü gösterilenleri aklamayı gerektirebilir. Sulzberger’in ifadesiyle, bu yaklaşım artık neredeyse radikal bir çaba olarak görülmektedir; ama tıpkı bilimde olduğu gibi, bu çaba vazgeçilmezdir.

Çünkü biz bunları hatırlatmazsak, mesele yalnızca bir gazeteciye yönelik bir karartma girişimiyle sınırlı kalmaz; onunla birlikte eleştirel düşünceyi, bilimsel aklı ve demokratik refleksi de yitiririz. Bu nedenle, bir toplumda fikirlerin, seslerin ve bakış açılarının bir arada var olabilmesi —yani düşünsel çeşitlilik— yaşamsal önemdedir. Ve bu, yalnızca bireyler arası ilişkilerde değil; gazetecilikte, akademide, sanatta ve siyasette de geçerlidir. Birlikte yaşamanın temeli, farklılıklara yer açan, onları koruyan ve bu farklarla gelişebilen bir toplumsal düzen kurabilmektir. Bu ilke, sadece özgürlükle değil; onu besleyen çoğullukla anlam kazanır. Tıpkı doğadaki gibi, toplumsal yaşamda da çeşitlilik yalnızca bir zenginlik değil, yaşamsal bir etik koşuldur.

Ortak Tanıklık, Sessiz Bir Eşlik

Bu yazı, bir bilim insanının tanıklığıyla, susturulan ya da susturulmak istenen seslere dair içimde birikenleri paylaşma ihtiyacından doğdu. Belki de bu, yalnız kalmaması gereken seslere uzaktan da olsa dikkatle kulak verme biçimi. Ve sessizleştirilmeye karşı, dayanışmanın söze dökülmüş bir ifadesi.

Not:
Bu yazıda bahsi geçen kavramsal çerçeveler, A.G. Sulzberger’in Columbia Journalism Review’de yayımlanan “Journalism’s Essential Value” https://www.cjr.org/special_report/ag-sulzberger-new-york-times-journalisms-essential-value-objectivity-independence.php  (2023) başlıklı yazısıyla ve The New York Times Learning Network’te yer alan ilgili analizlerle örtüşmektedir. Bu kaynaklar, özgür ve bağımsız basının demokratik toplumlar için taşıdığı hayati öneme dikkat çekerken; burada sunulan değerlendirme Türkiye bağlamında bir bilim insanının tanıklığına dayanmaktadır.

Yeni yazılardan haberdar olun! Lütfen aboneliğinizi güncelleyin.

İstenmeyen posta göndermiyoruz! Daha fazla bilgi için gizlilik politikamızı okuyun.

Aboneliğinizi onaylamak için gelen veya istenmeyen posta kutunuzu kontrol edin.

Etiketler: Açık Radyo, basın özgürlüğü, Bilim özgürlüğü, Fatih Altaylı

OKUMAYA DEVAM EDİN

Erdoğancılık olgusu: artık adı konulmalı
Abdullah Gül kendisi hakkındaki son haberler için ne diyor?
Herşeye rağmen: Türkiye’de kadınlar gece yürüyüşünde haykırdı
  • Çarpıcı anket: Yüzde 70 Türkiye nükleer silah edinmeye başlamalı diyor17 Temmuz 2025
  • İmamoğlu’nu aday yaptırmama davalarında bir gün daha: 1 yıl 8 ay16 Temmuz 2025
  • 78 canın ardından: Kartalkaya yangınında mühendislik, ihmal ve adalet16 Temmuz 2025
  • Milliyetçilik mi dediniz? ODTÜ Devrim Stadı pankartlarında arayın16 Temmuz 2025
  • Azerbaycan-Suriye enerji anlaşması, Türkiye’nin rolü ve yeni jeopolitik15 Temmuz 2025
  • Eşzamanlı operasyonlar: Türkiye-PKK, Suriye-İsrail, Azerbaycan ve ABD15 Temmuz 2025
  • Müthiş bir dezenformasyon operasyonundan CHP’ye dersler14 Temmuz 2025
  • DEM uyardı, AK Parti “Üçlü ittifakı” düzeltti, CHP topa sert girdi13 Temmuz 2025
  • Türkiye hava gücünü akıllı güce dönüştürebilir mi?13 Temmuz 2025
  • Erdoğan’ın AKP, MHP, DEM üçlüsü sözleri resmi metinlerden niye çıktı?12 Temmuz 2025
Haberler arşivinde arama yapın...

Siyaset

Ekonomi

Hafıza Kartı

Hayat

Arşiv

English

Hakkımızda

Künye

Yazarlar

Yardım

Reklam & İşbirliği

Bize Ulaşın

tbtcreative.com | UFKZDN © 2024 yetkinreport.com

Kurumsal Bilgiler     ·      Yardım     ·      Kullanıcı Sözleşmesi     ·      Yasal Çekince

TOP