Kolombiya örneği halkın güvenini kazanmadan varılacak uzlaşmanın sadece elitle arasında bir uzlaşma kalıp işlemeyeceğini gösteriyor. Latin Amerika ülkesi Kolomnbiya’da hükümetle silahlı FARC hareketi arasındaki anlaşma, halkoylamasında reddedilmişti.
Türkiye’nin PKK ile yürüttüğü silahsızlandırma ve toplumsal barış süreci, yalnızca siyasi ve askeri aktörler arasındaki müzakerelere sıkışmış bir mesele değildir. Bu sürecin başarısı, en az silahların susması kadar, toplumun sürece duyduğu güvene ve verdiği desteğe bağlıdır. Toplumsal psikoloji literatürü ve diğer örneklerle birlikte Kolombiya örneği de bize gösteriyor ki, barış yalnızca elitlerin kararlarıyla değil, halkın onay ve katılımıyla kalıcı hale gelir.
Ne var ki, toplumun desteğini kazanmak kolay değildir. Çatışmaların uzun yıllar boyunca yarattığı acı, kayıp ve travmalar, taraflara karşı kalıcı önyargılar ve güvensizlik doğurur. Bu önyargılar, barış girişimlerine yönelik kuşku ve dirençle birleştiğinde, en umut verici süreçleri bile kırılgan kılabilir.
2016’da Kolombiya hükümeti ile silahlı örgüt FARC (Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri) arasında imzalanan barış anlaşması, dünyanın en kapsamlı ve yenilikçi barış metinlerinden biriydi. Ancak aynı yıl yapılan halkoylamasında beklenmedik bir şekilde halk “hayır” oyu verdi. Çatışmadan doğrudan etkilenmiş kırsal bölgelerde barışa daha fazla destek varken, kentlerde yaşayan ve şiddeti yalnızca dolaylı biçimde deneyimleyen kesimlerde güvensizlik hakimdi. Bu sonuç, iki kritik noktayı ortaya koydu:
1. Toplumun farklı kesimlerinde barışa bakış açısı homojen değildir. Çatışmayı doğrudan yaşayan köylü ve kırsal topluluklar için barış, günlük yaşamı doğrudan etkileyen şiddet ve yerinden edilmenin sona ermesi anlamına geliyordu. Bu nedenle barışa daha fazla sahip çıktılar. Buna karşılık, büyük şehirlerde yaşayan ve çatışmayı daha çok medyadan izleyen kesimler için anlaşma, silahlı örgüt FARC’a fazla taviz verildiği algısıyla özdeşleşti. Dolayısıyla barışın yarattığı umut ile kaygı, toplumun farklı bölümlerinde birbirinden oldukça farklı şekillerde algılandı.
2. Anlatı ve iletişim eksikliği büyük risk yaratır. Kolombiya’da hükümet barış anlaşmasının kazanımlarını topluma anlatmakta yetersiz kalırken, muhalif aktörler güçlü ve tek sesli bir kampanya yürüttüler. “FARC’a af ve ödün veriliyor” söylemi, özellikle şehirlerde geniş kitlelerin zihninde kolayca karşılık buldu. Halk, barışın ekonomik kalkınma, güvenlik ve sosyal iyileşme açısından somut getirilerini göremediği için şüpheyle yaklaştı. Bu iletişim boşluğu, barışa yönelik destek potansiyelini hızla eritti ve referandum sonucunda “hayır” oyunun kazanmasına yol açtı.
Türkiye’de yürütülen barış süreci de benzer risklerle karşı karşıya bulunuyor. Araştırmalar, toplumun kayda değer bir kesiminin sürece ihtiyatla yaklaştığını gösteriyor. Research İstanbul’un yaptığı ve Dr. Erdi Öztürk’ün YetkinReport’ta aktardığı ankete göre, Mayıs 2025’te halkın yalnızca yüzde 39’u sürecin başarıya ulaşacağına inanıyordu. Katılımcıların yüzde 65’i ise sürecin geleceği konusunda kararsızdı. Temmuz ayında gerçekleştirilen yeni ankette de tablo çok farklı çıkmadı: Yüzde 39 hâlâ umutlu olsa da, bu kez yüzde 48 sürecin çökeceğini düşündüğünü belirtti. Yani iyimserlik varlığını koruyor, ancak güvensizlik ağır basıyor. En yaygın kaygı ise, sürecin bizzat PKK tarafından sabote edilebileceği ihtimaliydi. Böylesi algılar kritik önem taşıyor; çünkü güçlü bir toplumsal güven ve sahiplenme olmadan hiçbir barış süreci kalıcı olamaz.
Dahası, Öztürk’ün daha önceki yazılarında da vurguladığı gibi, toplumun önemli bir kısmı sürecin temel aşamalarından habersiz. Örneğin PKK’nin dağılma kongresi gibi kritik gelişmelerin halkın yaklaşık üçte ikisi tarafından hiç duyulmamış olması, iletişimdeki büyük bir boşluğa işaret ediyor. Dolayısıyla sorun yalnızca barışa dair kuşku değil, aynı zamanda ciddi bir bilgi eksikliği.
Türkiye’de şehit aileleri, terör mağdurları ve yerinden edilmiş insanlar, barışın kendi acılarıyla nasıl yüzleşeceğini öğrenmek istiyor. Öte yandan Kürt vatandaşların büyük bir bölümü “eşit yurttaşlık” ve kültürel haklar konusunda somut adımlar bekliyor. Eğer bu beklentiler karşılanmaz ve toplum sürece aktif biçimde dahil edilmezse, barış girişimi yalnızca “elitler arası bir uzlaşı” görüntüsünde kalır ve toplumsal taban bulamaz.
1. Şeffaf iletişim: Barış sürecinin her adımı halka açık, anlaşılır ve güven verici bir dil ile anlatılmalı. Dedikodular ve manipülasyonların önüne geçmek için devletin, sivil toplumun ve bağımsız medyanın ortak bir iletişim stratejisi geliştirmesi şart.
2. Kapsayıcı diyalog: Sürece sadece devlet ve PKK değil, mağdur aileler, yerel yönetimler, kadın örgütleri ve gençlik platformları da dahil edilmeli. Bu katılım, barışın “hepimizin süreci” olduğu algısını güçlendirir.
3. Adalet ve yüzleşme: Kolombiya’da olduğu gibi, af mekanizmaları toplumda tartışma yaratabilir. Türkiye’de mağdurların sesi duyulmalı, hakikatle yüzleşme ve onarıcı adalet mekanizmaları hayata geçirilmeli. Bu, mağduriyetleri görmezden gelmeyen bir barış zemini sağlar.
4. Somut kazanımlar: Barışın gündelik hayata yansıyan faydaları – ekonomik kalkınma, güvenlik, kültürel hakların tanınması – hızla görünür hale gelmeli. İnsanlar barışın yalnızca soyut bir ideal değil, hayatlarını doğrudan iyileştiren bir süreç olduğunu hissetmeli.
Barış süreçlerinde toplumsal destek yalnızca tamamlayıcı bir unsur değil, sürecin kendisini ayakta tutan omurgadır. Halk desteği olmadan en iyi tasarlanmış anlaşmalar bile kalıcı olamaz. Kolombiya’nın referandum deneyimi, halkın güvenini kazanmanın ne kadar hayati olduğunu dramatik biçimde gösterdi. Türkiye’nin mevcut barış girişimi de benzer bir sınavla karşı karşıya.
Bugün toplumun geniş kesimleri süreci desteklese de, derin bir güvensizlik hala devam ediyor. Bu güvensizlik giderilmediği sürece, barış en küçük provokasyonda sarsılabilir. Halkın desteğini kazanmak, sadece sürecin meşruiyetini değil, aynı zamanda sürdürülebilirliğini de garanti altına alır.
Türkiye, PKK ile yürütülen barış sürecinde tarihi bir fırsatla karşı karşıya. Ancak bu fırsatın kalıcı barışa dönüşmesi, yalnızca örgüt ve devletin atacağı teknik adımlara değil, toplumun sürece inanmasına bağlıdır. Kolombiya örneği, halkın desteği olmadan en güçlü anlaşmaların bile kırılgan kalacağını gösterdi.
Bu nedenle Türkiye’nin önceliği, barışı sadece masada değil, toplumun kalbinde ve zihninde inşa etmek olmalıdır. Barışın geleceği, halkın güvenini kazanmakla mümkün olacak.
Türkiye, 5 Aralık 1934’te kadınların verdiği mücadelenin sonucunda kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanıdı. Fransa’dan…
TBMM Komisyonunun 4 Aralık toplantısı AK Parti-MHP ittifakının “Terörsüz Türkiye” sürecinin 2026 yılının ilk yarısındaki…
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Rusya-Ukrayna savaşının giderek daha geniş bir coğrafyaya yayıldığını, bunun “çok korkutucu…
İçişleri Bakanlığı 2 Aralık gecesi 22.15te Irak Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) lideri Mesud Barzani’nin 29…
Dün, 1 Aralık, Ankara’da “Ortak Geleceğe Birlikte Bakmak” başlıklı bir çalıştay vardı. Diyarbakır merkezli araştırma…
Barışın kaderi çoğu zaman masadaki teknik maddelerle, güç dengeleriyle ve takvimlerle açıklanır. Oysa eksik olan…