Siyaset

Süreçte Barış Vicdanı Neden Eksik?

“Terörsüz Türkiye” diğer deyişle iç barış amacıyla kurulan Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu. (Foto: TBMM)

Türkiye, barış ve güvenlik meselelerini ciddi biçimde ele almayı her denediğinde aynı duvara çarpıyor: Barış vicdanı eksik. Masada planlar, takvimler, kurumsal formüller oluyor; kamuoyunda ise kuşku, mesafe, hatta çoğu zaman öfke. Peki neden? Neden barışı mümkün kılacak ortak ahlaki zemin bir türlü yerleşmiyor?

Tepeden Kurgu, Aşağıda Güvensizlik

Önce çıplak gerçeği söyleyelim. Türkiye’de barış yapma girişimleri çoğu kez tepeden kurgulanıyor. Dosyalar kapalı kapılar ardında hazırlanıyor, metinler teknik bir dilin içine hapsediliyor, toplum ise “bilgilendirilecek kitle” olarak görülüyor. Barış, halkın gözünde bir devlet projesi ya da bir elit oyunu olarak kaldığında, buna güvenmek zorlaşıyor. Güven olmayınca en iyi tasarlanmış süreç bile ilk sarsıntıda dağılıyor.

Bunun kökleri ülkenin siyasal geleneğinde. Devlet ile toplum arasındaki mesafe tarih boyu daralmadı, tersine kriz zamanlarında daha da açıldı. Devlet kendini koruma refleksiyle hareket ederken, sivil toplum çoğu kez izleyici konumuna itildi. “Halk için” söylemi güçlüydü, fakat “halkla birlikte” kültürü zayıftı. Barış gibi en hassas başlıklarda bu zayıflık daha belirgin hale geldi. İnsanların sözünün kıymetli olduğu kanalları kuramadıkça, barış çağrısı bile kuşku uyandıran bir şeye dönüşebiliyor.

Barışın Dili

Bir başka sorun dil. Barış konuşulduğunda çoğu zaman güvenlik dili baskın çıkıyor. Cümleler tehdit, risk ve kontrol kelimeleri etrafında kuruluyor. Oysa barış vicdanı bambaşka bir lügat ister: onur, hakikat, adalet, eşit yurttaşlık ve saygı. Kayıp yakınları, şehit aileleri, çatışmadan etkilenen herkes bu kelimelerle konuşuyor. Devletin dili ile toplumun dili ayrı kaldıkça, arada yankılanan tek ses güvensizlik oluyor.

Siyasal Rekabet

Siyasal rekabet tarzı da etkili. Barış, kutuplaşmanın sert olduğu dönemlerde kolayca “taraf olma” testine dönüşüyor. Liderler, küçük bir yanlış adımın sandıkta ağır bir bedeli olacağını düşünerek risk almaktan kaçınıyor. Toplumun bir kesimi barış talebini kendi gündelik hayatıyla ilişkilendiremiyor, diğer kesimi ise bu talebin yarın geri alınacağından endişe ediyor. Böylece barış herkesin ihtiyaç duyduğu fakat kimsenin sahiplenmekte acele etmediği bir hedefe dönüşüyor.

Kurumsal Zemin

Kurumsal zemin de eksik. Hakikat arayışı çoğu kez mahkeme dosyaları ya da haber manşetleri arasında kayboluyor. Mağdurlar için onarım yolları belirsiz. Anma ve hafıza politikalarında ortak standardımız yok. Dil hakları, yerel yönetişim, eşit yurttaşlık gibi meseleler gündelik hizmete nasıl yansıyacak, bunun somut planları sınırlı. Barışın ahlaki iskeleti saydığımız bu başlıklardan oluşur; iskelet olmayınca süreçler sembolün ötesine geçemiyor.

Alışkanlıklar

Bir de alışkanlıklarımız var. Kriz anında hızlı çözüm arıyoruz. Hızlı çözümler çoğu zaman kısa görüşmeler, dar kadrolar, çabuk ilanlar demek. Oysa barış yavaştır. Dinlemeyi, itirafı, tamir etmeyi ve sabrı ister. Hızla açılan dosyalar hızla kapanınca geriye “yine olmadı” duygusu kalıyor. Bu duygu da toplumun hafızasında yeni bir kırılma çizgisi açıyor.

Tüm bunların toplamı bir güven açığıdır. Devlete güvenmeyen vatandaş, birbirine güvenmeyen toplumsal kesimler, kendi içinde konuşmayı başaramayan siyaset. Sonuçta barış, herkesin ihtiyaç duyduğu ama herkesin başkasından beklediği bir vazifeye dönüşüyor. “Barış olacaksa bile herhalde bize sorulmaz” düşüncesi yayılıyor. Böyle bir ruh halinden kalıcı barış çıkmaz.

Peki ne yapmalı?

Birincisi, barış toplumla birlikte yapılır. Bu basit cümleyi gerçeğe çevirecek mekanizmalar kurmak zorundayız. Mağdurların sesi süreçlerin merkezinde olmalı. Şehit aileleri de, kayıp yakınları da, yerinden edilmiş insanlar da, kadınlar da konuşmalı; söyledikleri tutanaklara, raporlara ve kararlara girmeli. Taraflar bu sesi sadece dinlemekle kalmamalı, kendi pozisyonlarını ona göre gözden geçirmeli.

İkincisi, hakikat ve hafıza için düzenekler gerekli. Ne yaşandığını açıkça konuşamadığımız sürece ortak bir gelecek kuramayız. İnce, sakin, bağımsız bir hakikat çalışması; mezarlıkların, arşivlerin, anmaların ortak usulleri; mağdurlar için ölçülebilir onarım programları. Bunlar barış vicdanının somut sütunlarıdır. Soyut bir helalleşme çağrısı değil, elle tutulur bir yüzleşme planı gerekir.

Üçüncüsü, barışın dili gündelik hayata inmeli. Dil hakkı sağlık ocağında tercüman demektir. Eşit yurttaşlık belediyede adil hizmettir. Yerel yönetişim iyi bütçe, iyi denetim ve şeffaflıktır. İnsanların hayatında hissedilmeyen her reform kâğıt üzerinde kalır. Barış vicdanını güçlendiren şey, insanların günlük deneyimidir.

Dördüncüsü, şeffaflık ve hesap verebilirlik. Kim kiminle, ne konuşuyor, hangi adım hangi tarihte atılacak, ilerleme nasıl ölçülecek? Bunların kamuya açık olması, kara propagandayı ve söylentiyi etkisizleştirir. Parlamentonun çok partili denetimi, bağımsız bir ombuds mekanizması, düzenli kamu raporları bu yüzden önemlidir.

Beşincisi, siyaset ile toplum arasında köprüler inşa edilmeli. Barolar, meslek örgütleri, kadın ve gençlik örgütleri, yerel basın ve üniversiteler sürece dahil edilmeden barış toplumda karşılık bulmaz. Barış, birkaç imzanın değil, geniş bir koalisyonun emeği olduğunda kalıcılaşır.

“Halk İçin”den “Halkla Birlikte”ye

Devlet ile sivil toplum arasındaki tarihten gelen mesafenin, barış anlarında kapanması gerekir. “Halk için” değil “halkla birlikte” anlayışına geçmeden barış vicdanı yerleşmez. Bu, devleti zayıflatmaz; tersine, devleti toplumun vicdanına bağlayarak güçlendirir. Barış, vatandaşın gözünde teknik bir protokol değil, kendi onurunu ve güvenliğini koruyan bir toplumsal sözleşme haline gelir.

Alpaslan Özerdem

Prof. Dr. George Mason Üniversitesi, Barış ve Çatışma Çözümleri Carter Okulu Dekanı

Recent Posts

Ankara’dan SDG yoluyla PKK’ya üç ciddi uyarı: bu gidişle hava dönebilir

Suriye’de yeni rejim 8 Aralık’ta ilk yılını doldurmuşken Ankara’dan hem SDG üzerinden PKK’ya hem de…

2 saat ago

Suriye’de Şara Yönetiminin Bir Yılı: Türkiye-İsrail Gerilimi ve ABD

Suriye'de 2011 yılında başlayan iç savaş, geride tahminen 650 bin ölü ve harap olmuş bir…

16 saat ago

Türkiye–İsrail İlişkileri Kalıcı Bir Kopuşu Kaldırabilir mi?

Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler belki de modern tarihin en sert dönemlerinden birinden geçiyor. Gazze’deki…

19 saat ago

Komisyon’da Öcalan Oldubittisi: İstenen Mesajı Vermedi mi?

TBMM’deki Terörsüz Türkiye Komisyonu'nun çok şey beklenen 4 Aralık oturumu, sürece ne faydası olacağı kuşkulu,…

3 gün ago

5 Aralık 1934: Kadınların Seçme ve Seçilme Hakkı

Türkiye, 5 Aralık 1934’te kadınların verdiği mücadelenin sonucunda  kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanıdı. Fransa’dan…

3 gün ago

Yeni Anayasa’ya DEM Desteği İçin Üç Maddede Değişiklik Yeter mi?

TBMM Komisyonunun 4 Aralık toplantısı AK Parti-MHP ittifakının “Terörsüz Türkiye” sürecinin 2026 yılının ilk yarısındaki…

4 gün ago