Medyayı, futbolu, ekonomiyi çürüten skandallara her gün yenileri ekleniyor. Ama bir türlü vitrinde görünenin arkasına geçilemiyor. Fotoğraf, Can Medya Grununa operasyonun başladığı günden. (Foto: Milliyet)
Her seferinde büyük bir naiflik ve iyimserlikle, lağımın bu defa patladığını düşünüyor toplumun bir kesimi. Son birkaç aydır el konulan holdingler, yasadışı futbol bahisleri, kara para soruşturmalarıyla iç içe geçmiş ve nihayet uyuşturucu ve henüz bilmediğimiz başka boyutlara uzanan medya bulaşıklıkları yine toplumun hep işlerin bir gün düzeleceğini ümit eden, iyi niyetli kesiminde lağımın bu kez patlayacağına dair beklentilere yol açacak türden.
Medyayı, futbolu, ekonomiyi çürüten skandallara her gün yenileri ekleniyor. Ama bir türlü vitrinde görünenin arkasına geçilemiyor.
Siyaset ve ekonominin durumu neyse, futbolun, medyanın ve yargının durumu da onlara paralel.
TMSF’nin, Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Akif Ersoy’u 9 Aralık’ta görevden uzaklaştırması medyadaki çürümüşlüğün, belki de buzdağının su üzerindeki ucudur. Ersoy’un İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen uyuşturucu soruşturması kapsamında, Habertürk ve Show TV gibi kanalları da bünyesinde toplayan Can Medya Grubunun başka çalışanlarıyla gözaltına alınması TMSF’nin aldığı kararın gerekçesi.
O arada, AK Partili Şamil Tayyar’ın, Ersoy’un TMSF tarafından daha önce görevden alınmak istendiği ama “hatırlı dostlarca” engellendiği iddiasını görmezden mi gelelim? Artık siyaset dünyası mı, bürokrasi mi, iş dünyası mıdır, o hatırlı dostların kim olduğu ortaya çıkmadan buzdağının tamamı görülebilir mi? Lağım patlar mı?
Unutmayalım ki TMSF, Can Grubu ve Can’ın ondan devraldığı Ciner Grubuna devlet Eylül ayında kara para, kaçakçılık, sahtecilik suçlamalarıyla el konduğu için devrededir.
Medyanın fiilen ve tahminen yüzde 90’ı 2007’den itibaren AK Parti hizasına getirilmişken yaşanıyor bütün bunlar.
Hakemlere duyulan güven de hâkimlere duyulan güven gibi inişte. Şike yoluyla maç sonucu ayarlayıp uluslararası para aklama işindeki yasadışı bahis sitelerine karışmakla suçlananlar arasında hakemler, futbol kulübü başkanları, futbolcular var. Futbol ateşi ile geçim sıkıntısı uyuşturulan taraftar grupları hâlâ o takım, bu takım kavgasının içinde.
İşyerlerinde çalışanlara asgari ücreti çok görüp fabrikalarını ücretlerin kölelik seviyesindeki ülkelere taşıyan, yurtdışından kölelik seviyesinde ücrete razı işçi transfer eden kulüp yöneticilerinin, milyarları basarak transfer ettikleri güya yıldız futbolculara rağmen, Türk futbolu sürünüyor. Aradan para aklayanlar kazanıyor. Ama spor yorumcularından oralara dokunan pek yok; taraftar tribününe dönmüş spor medyasına da değmeye başladı gerçi işin ucu.
Neyse ki demeçler düzeyinde de olsa soruşturmaları engellemeye çalışmayan görüntüdeki Futbol Federasyonu Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu, Türk futbolunun “panik halinde” olduğunu söylüyor. Hacıosmanoğlu İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek’e teşekkür ediyor.
Akın Gürlek’in 11 Kasım’da 402 sanıklı “Ekrem İmamoğlu Çıkar Amaçlı Suç Örgütü” iddianamesini Adliyeye sunmadan önce, 7 Kasım’da, kısa süre önce Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına atanan Barış Duman’ın Silivri’de Türkiye’nin en büyük duruşma salonu projesini Adalet Bakanlığına sunmasına onay verdiği Sabah gazetesinin haberinden anlaşılıyor. Dünya sıralamasını zorlayacak şekilde, 3 bin 240 metre kare büyüklükteki bu duruşma salonu TOKİ tarafından 555 sanık, 1268 avukat, 472 izleyici alacak kapasitede inşa ediliyormuş.
Adalet dendiğinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından hatırlatılan modern Adalet Saraylarının duruşma salonu artık sayıları giderek artan sanıklara açılan yolsuzluk iddialı siyasi nitelikli davalara yetmiyor. Medya bu gelişmeyi “yargılamada Türkiye standardı” diye övüyor, sanki askeri sanayide sağlanan başarılar havasında.
Siyaset neredeyse yargı kararlarıyla yeniden inşa edilmek isteniyor. Buna ana muhalefet partisi, seçmenin üçte birinin oyunu almış CHP’yi yargı kararları ve medya operasyonlarıyla hizaya getiremeye çalışmak, CHP ile DEM Partinin arasını açmaktan medet ummak dahil.
Biz ise sürekli yinelenen vaatler dışında bir anlam ifade etmeyen bütçe görüşmeleriyle, örneğin çocuk işçi cinayetleriyle değil, diz hizamıza yükselen lağımla uğraşmak durumundayız; medya, futbol, bahis filan dahil.
Bir zamanlar, “Avrupa Birliğine giden yol Diyarbakır’dan geçer” diye bir slogan vardı, kulağa pek hoş geliyordu; Kürt sorunu anlamına geliyordu. Şimdi o slogandan çeyrek asır sonra “Terörsüz Türkiye” projesiyle hâlâ aşılmaya çalışılıyor.
Geçenlerde Türkiye’de temaslarda bulunan Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Nacho Sanches Amor, “AB’ye giden yol Silivri’den geçer” deyiverdi; demokratikleşmeyi kastediyordu.
Diyarbakır’la açılmayan AB kapılarının Silivriyle açılacağından kuşkularım var ama her şeyden önce tepeden tırnağa bir temizlenmemiz gerekiyor; bunun istisnası yok.
Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Akif Ersoy, 9 Aralık akşamüzeri İstanbul’da bir uyuşturucu soruşturması nedeniyle…
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Silivri Cezaevinde kurulu mahkeme salonunda yapılan diploma iptali davası…
Türkiye, barış ve güvenlik meselelerini ciddi biçimde ele almayı her denediğinde aynı duvara çarpıyor: Barış…
Suriye’de yeni rejim 8 Aralık’ta ilk yılını doldurmuşken Ankara’dan hem SDG üzerinden PKK’ya hem de…
Suriye'de 2011 yılında başlayan iç savaş, geride tahminen 650 bin ölü ve harap olmuş bir…
Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler belki de modern tarihin en sert dönemlerinden birinden geçiyor. Gazze’deki…