24 Eylül 2025’de Nev York’ta BM bünyesinde düzenlenen Gazze konulu toplantıya, Türkiye ve ABD’nin yanı sıra Endonezya, Katar, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Ürdün, Pakistan ve Mısır’ı temsilen devlet veya hükümet başkanları katılmışlardı. (Foto: akparti.org)
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Gazze için kabul ettiği 2803 sayılı karar, Trump yönetiminin 20 maddelik planını onaylayarak yıkıma uğramış bir bölgeyi istikrara kavuşturmayı hedefleyen kararlı bir uluslararası müdahale olarak sunuldu. Oysa bu karar, uluslararası sistemin çatışma yönetimine yaklaşımındaki daha derin bir krizi gözler önüne seriyor. Kararın merkezinde yer alan ve bölge dışından siyasi figürlerin başkanlık edeceği bir “Barış Kurulu” ile silahsızlandırmadan sorumlu bir “Uluslararası İstikrar Gücü”, Filistin siyasi yelpazesinin rızası olmadan tasarlanmış durumda. Barışın temellerini atmak yerine, yeni bir direniş döngüsünün koşullarını yeniden üretebilecek bir çerçeveyle karşı karşıyayız.
Türkiye açısından bu plan, Ankara’nın son yirmi yılda Kafkasya’dan Afrika Boynuzuna uzanan arabuluculuk iddiasını yeniden tanımladığı bir döneme denk geliyor. Mesele yalnızca BM planının başarı şansı değil. Asıl soru, Türkiye’nin bu süreci kendi arabuluculuk anlayışını yeniden kalibre etmek için bir fırsat olarak mı göreceği, yoksa yerel meşruiyeti zayıf, dışarıdan kurgulanmış bir “istikrarlaştırma” projesine mi eklemleneceğidir.
2803 sayılı kararın en dikkat çekici yönü Filistinli rızasının yokluğudur. Metin, “tarafların planı kabul ettiğini” iddia etse de Hamas, özellikle zorla silahsızlandırmaya ilişkin maddeleri açıkça reddetmiştir. Hamas açısından silah meselesi, işgal, devletleşme ve kendi kaderini tayin gibi siyasi sorulardan ayrı düşünülemez. Kararın, İstikrar Gücü’ne “gerekli tüm tedbirleri alma” yetkisi vermesi, bu tıkanıklığı fiilen kabul eden, müzakere değil zorlama çağrışımı yapan bir dildir.
İsrail ordusu yıllar süren yoğun operasyonlara rağmen Hamas’ı silahsızlandıramamışken, siyasi birlikten ve kamu desteğinden yoksun çok uluslu bir gücün bunu başarması gerçekçi değildir. Meşruiyeti olmayan zorlayıcı bir misyon yalnızca kırılgan olmakla kalmaz; doğrudan yeni direniş dinamikleri üretir.
Gazze’nin, Filistinlilerin tali bir teknokratik role itildiği, yabancıların başını çektiği bir Barış Kurulu tarafından yönetilmesi önerisi, Filistinlilerin uluslararası diplomasiye duyduğu güvensizliği derinleştirme riski taşımaktadır. Sorun yalnızca askeri işgal değil; yıllardır “onlar adına” kurulan, fakat “onlarla birlikte” tasarlanmayan yönetişim modelleridir.
Filistin konusunda çifte standartları eleştiren Türkiye için bu yapı ciddi bir ikilem yaratıyor. Filistinlilere değil, jeopolitik hamîlere hesap veren bir idari otoritenin savunulması, kendi söylemiyle de çelişecektir. Türkiye yapıcı bir rol üstlenecekse, siyasi özneyi idari kontrolle ikame eden bir çerçeveyi sorgulamak zorundadır.
Karar, silahsızlandırma, terhis ve yeniden entegrasyon (DDR) alanında biriken yirmi yıllık deneyimi de göz ardı ediyor. Kuzey İrlanda’dan Kolombiya’ya kadar kalıcı barışlar, dış zorlamayla değil siyasi müzakereyle mümkün olmuştur. Silahsızlanma ancak siyasi kapsayıcılık, güvenlik reformu ve güvenilir garantilerle birlikte anlam kazanır.
Gazze planı ise bu mantığı tersine çeviriyor: önce silahsızlanma, sonra siyaset. Bu bir yenilik değil, defalarca başarısız olmuş bir reçetenin tekrarından ibaret. Siyaseti baypas etmek, onu ortadan kaldırmaz; erteler ve radikalleştirir.
Türkiye’nin Afganistan, Kosova ve Suriye’deki deneyimleri de bunu doğruluyor. Silahsızlanma teknik değil, egemenlik, kimlik ve tarihsel hafıza ile iç içe geçmiş siyasi bir süreçtir. Müzakere ufku olmadan dayatılan demilitarizasyon, çatışmayı çözmez; başka alanlara taşır.
Türkiye artık çevresel bir diplomatik aktör değil. Karadeniz Tahıl Girişimi, Güney Kafkasya’daki diyalog bazlı temaslar, Afrika Boynuzundaki uzlaşı çabaları ve Gazze’deki insani rol, Ankara’nın “işlevsel arabuluculuk” kapasitesini ortaya koyuyor: dar kapsamlı, sonuç odaklı ve jeopolitik kaldıraçlara dayalı bir diplomasi.
Ancak, 2803 sayılı karar Türkiye’yi bir tercihle karşı karşıya bırakıyor. Zorlayıcı ve dış kontrol odaklı bir istikrar modeline mi eklemlenecek, yoksa rıza temelli bir yaklaşımı mı savunacak?
Burada önemli bir sınırlılık da açıkça kabul edilmeli: Türkiye’nin İsrail’le doğrudan ve işlevsel iletişim kanallarının ciddi biçimde kısıtlı olması, tam kapsamlı bir arabuluculuğun önündeki en büyük engeldir. Bu durum Ankara’nın rolünü, nihai anlaşmaları broker eden bir aktörden ziyade, diplomatik çerçevenin yeniden siyasileştirilmesine katkı sunan bir kolaylaştırıcıya indirger.
Ve Gazze için sürdürülebilir bir yaklaşım üç temel unsura dayanmalıdır.
• Birincisi, tüm temel Filistinli aktörleri içeren müzakere çerçevelerine geri dönülmelidir.
• İkincisi, uluslararası angajman kendi kaderini tayin ve eşit siyasi özne ilkesine dayanmalıdır.
• Üçüncüsü, istikrar; siyasi diyalog, yeniden inşa, güvenlik ve insani yardımın birlikte ele alındığı bütüncül bir çerçeveyle mümkün olabilir.
2803 sayılı karar, uluslararası sistemin tanıdık bir refleksini yansıtıyor: meşruiyet yerine zorlama. Gazze bunun ilk örneği değil. Ancak bu yaklaşımın giderek inandırıcılığını yitirdiği bir ana denk geliyor.
Türkiye için bu an bir uyarıdan çok bir fırsattır. Dayatılmış istikrar modelleri zemin kaybederken, Ankara rıza, kapsayıcılık ve müzakereye dayalı farklı bir diplomasi anlayışını savunabilir. Bu kolay olmayacaktır. Sabır, sürtüşmeye tahammül ve yerleşik şablonlara itiraz gerektirir.
Ancak Türkiye bu fırsatı değerlendirebilirse, Gazze bir kez daha dayatılmış çözümlerin dipnotu olmak yerine, daha ilkesel ve kalıcı bir diplomasinin test alanına dönüşebilir.
Adli Tıp Kurumunun Can Medya grubu ve Habertürk’ün görevden alınan tutuklu Genel Yayın Yönetmeni Mehmet…
Adalet Bakan Yardımcısı Akın Gürlek’in Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına getirildiği 8 Ekim…
TBMM Genel Sekreteri Kürşat Kırbıyık, Meclis lokantasında staj yapan bir kız öğrenciye tacizde bulunulması konusunda…
Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Akif Ersoy’un, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen uyuşturucu operasyonu çerçevesinde gözaltına…
Artık zihnin nabzını tutan mekanizma toplumların duygu termometresini, öfke seviyesini, umut dozunu belirleyen şey tanklar,…
İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun “Çıkar amaçlı suç örgütü” kurmakla suçlandığı davanın 9…