Siyaset

2026’ya Girerken Yeni “Büyük Oyun”: Neden Ormanı Tepeden Göremiyoruz?

Dış aktörler, Türkiye’nin ekonomik ve siyasi kırılganlıklarını fırsat bilip bu yeni dönemde önümüze çıkarabilir. (Harita Genel Müdürlüğü)

Yeni bir yıla yaklaşırken tek tek yaşadığımız gelişmelerin ötesinde asıl rahatsızlık, ağaçların arasında yolumuzu bulmaya çalışırken, içinde bulunduğumuz ormanı bütünüyle gözden kaçırma riskidir. Günlük krizler, tepkisel açıklamalar ve giderek sertleşen dil arasında, Türkiye’nin gerçekte nereye doğru sürüklendiğini sakin bir mesafeden değerlendirmek her geçen gün zorlaşıyor.
Oysa tarih bize şunu öğretir: Tam da böyle dönemlerde, analiz duygularla değil, stratejik bir bakışla yapılmalıdır.
Bugün Türkiye ne açık bir çatışmanın eşiğinde ne de jeopolitik bir rahatlık dönemindedir. Ancak ekonomik, diplomatik ve güvenlik dinamikleri birlikte okunduğunda, eşzamanlı ve birbirini besleyen bir baskı ortamı oluştuğunu inkâr etmek güçtür. Asıl mesele, bu baskıları parça parça mı algıladığımız, yoksa tek bir stratejik çerçeve içinde mi değerlendirebildiğimizdir. Anlamlı bir karşılık ancak bu ikinci yolla üretilebilir.

Büyüyen Ekonomi, Daralan Özerklik Alanı

Yaklaşık 1,2 trilyon dolarlık gayri safi yurt içi hasılasıyla Türkiye hâlâ büyük ve çeşitlenmiş bir ekonomidir. Sanayi altyapısı, nüfus büyüklüğü ve coğrafi konumu önemli yapısal avantajlar sunar. Ancak ekonomik büyüklük, ekonomik dayanıklılıkla aynı anlama gelmez.
Bugün Türkiye’nin konumunu belirleyen temel unsur, dış finansmana yüksek bağımlılıktır:
• Yıllık 200 milyar doları aşan dış finansman ihtiyacı,
• Kamu ve özel sektörde sürekli borç çevirme baskısı ve sınırlı rezerv tamponu,
• Doğrudan yabancı yatırımlarda kalıcı bir gerileme,
• Yüksek enflasyonun öngörülebilirliği ve uzun vadeli planlamayı aşındırması.
Körfez ülkeleriyle geliştirilen siyasi yakınlaşma, henüz dönüştürücü ve verimliliği artıran yatırımlara dönüşebilmiş değil. Çin’le ticaret hacmi artmaya devam ederken, 45 milyar dolara yaklaşan ticaret açığı, ciddi bir Çin sermayesiyle dengelenemiyor.
Sonuçta ortaya çıkan tablo şudur: Türkiye’de stratejik tercihler artık yalnızca piyasa koşullarıyla değil, giderek artan biçimde jeopolitik kısıtlarla şekillenmektedir. Büyük bir ekonomi olmak, tek başına stratejik özerklik sağlamaya yetmiyor.

Yeni ABD Doktrini ve Rusya Dengesi

Washington’da dil değişti. ABD’nin evrilen ulusal güvenlik yaklaşımı, değer vurgusundan çok çıkar, kaldıraç, teknoloji, ekonomi, enerji ve işlem mantığına dayanıyor. İttifaklar artık sabit varlıklar değil; dosya bazında yeniden değerlendirilen koşullu ilişkiler.
Bu çerçevede Türkiye dışlanmış değil; ancak sürekli müzakere edilen bir aktör. NATO’nun güney kanadı, Rusya ile ilişkiler, Karadeniz ile Doğu Akdeniz arasındaki geçiş hatları, İsrail’in güvenlik öncelikleri ve Suriye sahası Türkiye’yi vazgeçilmez kılıyor.
Aynı zamanda bu başlıklar, ABD baskısının en yoğun hissedildiği alanlar. Washington’dan gelen övgü dili, çoğu zaman taviz taleplerinin hemen öncesinde ya da sonrasında devreye giriyor.
Rusya ile ilişkiler bu denklemin en hassas unsurudur. Enerji arzı, turizm gelirleri ve nükleer işbirliği, Türkiye için önemli bir ekonomik denge unsuru işlevi gördü. Ancak Batı kaynaklı yaptırım baskısı arttıkça bu dengeyi korumak giderek zorlaşıyor. Moskova ile sert bir kopuşun bedeli doğrudan ekonomik olurken, tam uyum stratejik manevra alanını daraltıyor.
Mesele taraf seçmek değil; kırılganlık koşullarında dengeyi yönetme zorunluluğudur.

AB’de Yunanistan ve Güney Kıbrıs Kilidi

Avrupa Birliği küresel ölçekte güç kaybediyor olabilir; ancak engelleme kapasitesi hâlâ son derece yüksek. Üstelik AB, Türkiye’nin hâlâ en büyük ticaret ortağıdır. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin sahip olduğu veto gücü, Türkiye dosyalarını yapısal biçimde kilitlemektedir.
AB, Türkiye’nin en eski aday ülke olmasına rağmen, bırakın genişleme perspektifini, Gümrük Birliği’nin modernizasyonunu dahi ilerletemiyor. Serbest dolaşım bir yana, Türk vatandaşları için vize randevuları bile giderek zorlaşıyor. Avrupa’nın yeni güvenlik mimarisi tartışmalarında da Almanya’nın itirazlarına rağmen, Türkiye’yi dışarıda tutma eğilimleri açıkça hissediliyor.
Bu tabloyu daha da kritik hâle getiren gelişme, Güney Kıbrıs’ın 2026’nın ilk yarısında AB Konseyi Dönem Başkanlığı’nı üstlenecek olmasıdır. Dönem başkanlığı karar dayatmaz; ancak gündemi belirler, temposunu ayarlar ve dili şekillendirir. Bu da Ege ve Doğu Akdeniz meselelerinin AB’nin kurumsal baskı mekanizmalarına daha fazla dâhil edilmesi riskini artırır.
Türkiye açısından sorun Avrupa’dan kopmak değil; her stratejik adımın bir veto duvarına çarpma ihtimalidir.

Savunma ve Güvenlik Boyutu

Türkiye, NATO üyesi olarak ciddi askerî kapasitelere, sahada edinilmiş geniş bir tecrübeye ve gelişmekte olan bir savunma sanayiine sahiptir. İnsansız sistemler ve platform çeşitliliği, operasyonel esnekliği önemli ölçüde artırmıştır.
Ancak güvenlik mimarileri durağan değildir. Tehditler değiştikçe, öncelikler de değişir. Bugün tartışılması gereken konu Türkiye’nin güçlü olup olmadığı değil; bu gücün yeni nesil tehditlerle ne ölçüde uyumlu olduğudur.
Hava ve füze tehditlerinin giderek çeşitlendiği bir dünyada, katmanlı ve entegre savunma mimarileri vazgeçilmez hâle gelmiştir. Bu yalnızca Türkiye’ye özgü bir mesele değil; birçok NATO ülkesinin karşı karşıya olduğu ortak bir sınamadır. Türkiye açısından mesele zayıflık değil; zamanlama, entegrasyon ve ileri teknolojiye erişim sorunudur.
S-400 tecrübesi bu açıdan öğretici oldu. Bazı kritik tedarik kanallarını kilitledi ve savunma alımlarının ittifak uyumu, finansman mekanizmaları ve teknoloji transferinden bağımsız düşünülemeyeceğini net biçimde gösterdi. Bugün tartışma geçmiş kararları değil, ileriye dönük dengeyi nasıl yeniden kuracağımızı ilgilendiriyor.

İç Dinamikler ve Terörsüz Türkiye

Bu dış baskı ortamı, içeride “Terörsüz Türkiye” söylemi, anayasal değişiklik tartışmaları ve Suriye’de YPG/PKK eksenli düzenlemelerle aynı döneme denk geliyor. Tesadüf mü, yoksa bir örtüşme mi?
Bu başlıkların her biri kendi başına meşru tartışmalardır. Ancak uluslararası siyasette zamanlama belirleyicidir. Dış aktörler, Türkiye’nin ekonomik ve siyasi kırılganlıklarını bir “fırsat penceresi” olarak okuyabilir; normal koşullarda daha fazla dirençle karşılaşacak talepleri bu yeni dönemde öne sürebilir.
Bu bir niyet isnadı değil; güç siyasetinin bilinen refleksidir. İçerideki halefiyet tartışmaları, daralan sivil alan ve dağınık muhalefet görüntüsü, bu algıyı daha da güçlendirebilir.

Tesadüf mü, Birikim mi?

Yunan adalarının uluslararası anlaşmalara aykırı biçimde silahlandırılması; ABD ve Fransa’nın verdiği destek; Güney Kıbrıs’taki askerî tahkimat; İsrail ile Ege ve Doğu Akdeniz’de yapılan ortak tatbikatlar; Türkiye’yi Orta Asya’ya bağlaması beklenen Zengezur Koridoru’nun, Rusya ve İran etkisinden çıkarak fiilen ABD gözetimine girmesi; Doğu Akdeniz’de Lübnan ve Libya’nın Türkiye aleyhine pozisyon değiştirmesi; henüz tam olarak istikrara kavuşmamış Suriye dosyası ve son olarak yabancı bir askerî İHA’nın Çankırı’ya kadar ulaşması…
Tek tek bakıldığında her biri yönetilebilir dosyalar gibi görünebilir. Ancak birlikte okunduğunda, Türkiye’nin ekonomik, diplomatik ve güvenlik eşiklerinin eşzamanlı biçimde test edildiği kümülatif bir sürece işaret ediyor.

Yeni Bir Stratejik Sıçrama Zorunlu

Türkiye 2026’ya girerken açık bir savaşla değil; sessiz, çok katmanlı ve senkronize bir baskı ortamıyla karşı karşıyadır. Bu tablo panik değil, stratejik berraklık gerektirir.
Türkiye’nin, partiler üstü bir yaklaşımla, yeni bir sıçrama ve toparlanma dönemini başlatması zorunludur. Bu da ancak:
• Ekonomik dayanıklılığı artıracak yapısal reformlar,
• Savunma ve caydırıcılık mimarisinde entegrasyonu hızlandıracak adımlar,
• Slogandan arındırılmış, dengeye dayalı bir dış politika,
• İçeride ise demokrasiyi daha sağlıklı işleten net bir siyasi ufuk ile mümkün olabilir.
Asıl soru, “Kim bize ne yapmaya çalışıyor?” sorusu değildir.
Asıl soru bence şudur: Türkiye, 2026’ya girerken ormanı tepeden görme iradesini ve kapasitesini yeniden kazanarak, kendi yolunu akılcı ve özgüvenli biçimde çizebilecek ve süratle harekete geçebilecek mi?

Mehmet Öğütçü

Londra Enerji Kulübü YK Başkanı

Recent Posts

Türkiye, İsrail Saldırısı Sırasında İran’a PKK/PJAK İstihbaratı Verdi

Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, Türkiye’nin Haziran 2025’te İsrail-İran savaşı sırasında İran rejiminin değişeceği beklentisiyle…

4 saat ago

AK Parti İktidarı Kurduğu Medya Düzeniyle İftihar Ediyor mu?

Mehmet Akif Ersoy, o dönem Ciner Medya Grubunu yöneten Kenan Tekdağ tarafından Ağustos 2024’te Habertürk…

1 gün ago

Ankara, SDG’nin Kazanımlarına Rağmen Barrack’tan Memnun. İşte Nedeni

ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye Özel Temsilcisi ve kağıt üzerinde Ankara Büyükelçisi Tom Barrack 15…

2 gün ago

Karadeniz’den Gelen İHA Kimindi? MSB Kaynakları: Henüz “Belli değil”

Manisa, Şehzadeler Belediye Başkanı Gülşah Durbay’ın cenazesine katılan CHP milletvekillerinden Namık Tan 15 Aralık akşamı…

3 gün ago

Avrupa: Ekonomik Dev, Siyasi Cüce?

Avrupa Birliği denince uzun yıllar akla gelen tanımı bugün hâlâ hatırlıyorum: “Ekonomik dev, siyasi cüce.”…

3 gün ago

Terörsüz Türkiye Sürecinde Toplumun En Güvendiği Aktör Kim?

Terörsüz Türkiye süreci hâlâ son derece belirsiz ve kırılgan bir zeminde ilerliyor. Ankara’da bu dosyanın…

3 gün ago