Salgının başından beri konuyla ilgili uzmanlar, kurumlar olarak gidişatla ilgili rakamların (yeni vaka sayıları, ölümler, test sayıları vb) yerleşim birimlerine göre il, il, ilçe, ilçe ilan edilmesinin gerekliliğini döne döne vurguladık. Zira virüs her ili aynı anda ve aynı şiddette etkilemiyordu. Herkesin kendi yaşadığı il ve ilçedeki durumu bilmesi hem vatandaşların içinde bulundukları riske uygun bir şekilde tedbirlere daha sıkı uymasını hem de yerel yöneticilerin kendi bölgeleri için uygun tedbirleri almalarını sağlayacak ilk adımdı. Pandeminin birinci yıl dönümüne giderken nihayet Sağlık Bakanlığı, anlaşılması imkansız ısrarından vazgeçip vaka sayılarını (son bir haftada testle doğrulanan yeni vakaların toplamının o şehrin nüfusuna oranı şeklinde) açıklamaya başladı. Olumlu bir adım.
Mevcut tedbirler etkili mi?
Sağlık Bakanlığı her ili, bu yeni kritere, son bir haftada saptanan yeni vaka sayılarının nüfusa oranına göre düşük, orta, yüksek, çok riskli şeklinde sınıfladı ve her bir risk sınıfına da bir renk verdi. Kırmızı renkli iller çok yüksek risk, kavuniçi olanlar yüksek risk, sarılar orta risk, maviler düşük risk şeklinde. Her risk sınıfında uygulanacak yasaklar da belirlendi ve ilan edildi. Buraya kadar iyi. Sorun ilan edilen tedbirlerle riskin yüksekliği arasındaki uyumsuzlukta. Yüksek riskli illerde, örneğin Samsun’da, ilan edilen yüz binde 468’lik rakamın anlamı, her 20-25 erişkinden birinin şu anda bulaştırıcı olduğu. Yani, bu şehirde risk sınıflamasına göre izin verilen bir saat süreli ve 50 kişinin katılımıyla yapılacak bir nikah davetine katılanların en az ikisi bulaştırıcı olacak ve törene katılanların önemli bir kısmı (5-20 kişi) törenden virüsü alarak ayrılacaklar.
“Yüz binde” şeklinde açıklanan sayıların ne anlama geldiğini hesaplayınca, haritadaki kırmızı illerde sosyal etkileşimin neden en aza indirilmesi, kapalı alanlardaki bütün aktivitelerin yasaklanması gerektiği daha iyi anlaşılıyor. Bu illerde artışın devam ediyor olması, mevcut tedbirlerin bulaşmayı hiçbir şekilde kontrol edemediğini gösteriyor.
Söz konusu il İstanbul olunca
İkinci sorun 15 Mart akşamı ilan edilen kararlarda. Türkiye çapında hemen bütün illerde vaka sayıları arttığı halde (mesela İstanbul’da iki hafta içinde yüzde 60’dan daha fazla, zaten yüksek oranlara sahip Doğu Karadeniz’deki illerin hemen hepsinde yüzde 20’den daha fazla) tedbirlerin o il için iki hafta önce belirlenen düzeyde kalmasına karar verildi. Bu karar bütün bu il il sonuç ilan etme, illeri risklerine göre sınıflandırma, ona uygun tedbir belirleme vb. şeklindeki sistemi bir anda boşa düşürüyor. Eğer tedbirler, bir ilde enfeksiyonun görülme sıklığına uygun bir şekilde belirlendiyse, bu sayıya/renge üstelik bir artışı takiben ulaşan illerin neden uymadığını anlamak mümkün değil. Üstelik bulaşmanın son haftalarda hızlandığı yerler, o risk sınıfında olan ama son iki haftada sayıların düştüğü illerden daha çok tehlike altındalar. En sıkı tedbirlerin bulaşmanın hızlandığı bu illerde uygulanması gerekir.
Anlaşılan o ki, son rakamlarla risk kategorisi yükselen bazı iller (özellikle İstanbul) gözden çıkartılamıyor. Olumlu değil, olumsuz anlamda. Bu iller ve ahalisi salgının riskine bırakılıyor, ama ekonomik aktiviteleri gözden çıkartılamıyor. Oysa döne döne dediğimiz ve akademisyenlerin de değişik şekillerde gösterdiği gibi salgını kontrol etmeden ekonomiyi düzeltemezsiniz.
Tedbir hızımız sürekli virüsün gerisinde
Virüs çok hızlı. Bizim tek avantajımız, nasıl davrandığını bilmemiz, nasıl yayıldığını, nasıl hızlandığını hem başka ülkelerin, hem de kendi ülkemizin deneyimlerinden öğrenmiş olmamız. Salgını kontrol etmenin tek bir yolu var, bu bilgileri kullanarak virüsten daha hızlı davranmak, o hamle yapamadan yolunu tıkamak. Ama biz hep geride kalıyoruz. Uzun sessizlikler, yokmuş gibi yapmalar sonunda nihayet adım attığımızda, salgın çoktan bir ileri aşamaya geçmiş oluyor. Pandeminin bir yılı içinde, göreceli olarak vaktinde attığımız tek adım, 2020 Mart ayında vaka sayıları fazla artmadan bazı kitlesel kısıtlamaları uygulamaya koymamız ve şehirlerarası dolaşımı sınırlamamızdı. Bu sayede ilk dalgayı birçok ülkeye göre nispeten az hasarla atlattık. Ama o günden bugüne hep geç kalıyoruz. Ağır bedeller ödedik. Korkarım ödemeye de devam edeceğiz.