Şu günlerde başta Amerikan istihbaratı CIA olmak üzere dünyanın çoğu istihbarat örgütünün Türkiye’ye dair ortak merakı, herhalde ilk Rus S-400 bataryasının Türkiye’ye gelip gelmediğini, öğrenmektir. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 1 Temmuz’da “Teslimat on gün içinde yapılacak” demesi ve o sürenin dolmuş olmasına rağmen herhangi bir açıklama yapılmaması, türlü senaryoların üretilmesine de yol açıyor. Bu senaryolar arasında S-400’lerin geldiği açıklamasının, hatta belki kamuoyuna görüntü verilmesinin, hain darbe girişiminin üçüncü yıldönümü olan 15 Temmuz Pazartesi gününe bırakıldığı da bulunuyor.
Ne Türk, ne Rus yetkililer bu konuda hiçbir bilgi vermemek üzere tembihli. Zaten bu tür devlet sırrı niteliği taşıyan konularda bilginin olabildiğince az kişi arasında kalması esastır. Örneğin Abdullah Öcalan’ın CIA yardımıyla yakalanması kararı dört kişilik bir toplantıda alınmıştı; Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı. Şimdi Başbakan bulunmadığına göre en dar halkadaki kişilerin, eğer hâlâ dört kişiyse, Cumhurbaşkanı Savunma Bakanı, Dışişleri Bakanı ve MİT Başkanı olduğunu var saymak mümkün. Ve tabii Rusya’daki muhataplarının…
İlk gelecek olan bataryanın nasıl geldiği (ya da geleceği), nereye konuşlanacağı, “aktive edilip” edilmeyeceği (yani çalıştırılıp Türk hava savunmasına dâhil edilip edilmeyeceği), başında Rus personelin mi, Türk personelin mi bulunacağı gibi konular da önemli. Ama artık en üst perdeden Amerikan tehditlerine karşın S-400’lerin teslim edilip edilmeyeceği tartışması geride kalmış durumda. Zaten önceki ABD Savunma Bakan Vekili tarafından 6 Haziran’da Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’a gönderilen tehdit dolu mektuptan sonra Türkiye değil, kendisine saygısı olan herhangi bir ülkenin vazgeçme ihtimali olmazdı.
Şimdi tartışma konusu Rus füzelerinin alımı sonrasında ABD’nin uygulama tehdidinde bulunduğu yaptırımları devreye alıp almayacağı, buna karşılık Türkiye’nin nasıl karşılık vereceği. Hem ABD, hem Türkiye’nin batı savunma ittifakı NATO’ya üye olması, NATO’nun baş hasmının da fiilen Rusya olduğu gerçeği, S-400 konusunu Türkiye’nin özelde ABD, genelde Batı ile ilişkilerinde bir “stres testine” dönüştürmüş bulunuyor. Stres testi finans sektörünün mühendislikten alıp kullandığı bir kavram: yükleme ya laboratuvar, ya da bilgisayar ortamında dayanıklılığın sınırlarını bulmayı amaçlıyor. S-400 konusunda Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinin dayanıklılık sınırları ölçülüyor adeta.
ABD Büyükelçisinin geliş zamanlaması
ABD’nin yeni Ankara Büyükelçisi David Satterfield, belki de bu nedenle tam da Erdoğan’ın söz ettiği on günlük süre dolmakta iken, 10 Temmuz günü saat 19.00 gibi Ankara Esenboğa havalimanına indi. Büyükelçinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a güven mektubunu ne zaman verip resmen göreve başlayacağı 11 Temmuz öğleden sonrası itibarıyla henüz belli olmamıştı. Büyükelçiye güven mektubu randevusunun S-400 teslimatı öncesinde mi, sonrasında mı verileceği, ya da kalkışmanın beyni olmakla suçlanan Fethullah Gülen’in hâlâ ABD’de bulunmasını hatırlatacak şekilde 15 Temmuz’la bağlantılı olarak mı verileceği gibi ayrıntılar da merak konusu diplomatik kuliste.
Satterfield, Ortadoğu meseleleri konusunda uzman sayılan bir diplomat. Son olarak, ABD Dışişleri Bakanı Kıdemli Danışmanı sıfatıyla Türkiye-Rusya-İran arasındaki Astana Sürecinde ABD adına gözlemci olduğu bilgisi var. ABD Dışişlerinde bir dönem Arap ve Arap-İsrail İşleri Müdürü olarak çalışmış, Arapça ve Fransızca biliyor. Suudi Arabistan, Lübnan, Tunus ve Suriye’de görev yapmış, hatta işgal sonrası Irak’tayken İsrail lobisiyle ilişkisi Kongre’de söz konusu edilmiş. ABD Başkanı Donald Trump’ın, bu konularda saplantı derecesinde hassas olduğu halde, hem George Bush, hem de Barack Obama dönemlerinde kilit görevler üstlenmiş Satterfield’ı Ankara’ya göndermesi önemli. Daha önce iki başkanla çalıştığı halde Trump döneminde kilit görev verilen bir diğer diplomatın da, asker kökenli Suriye Özel Temsilcisi (ve önceki Ankara Büyükelçilerinden) James Jeffrey olduğunu hatırlatalım.
ABD yaptırımları, sadece Türkiye’nin de ortak üreticisi olduğu F-35 uçaklarının verilmeme tehdidini kapsamakla kalmıyor. Gerçi önceki Genelkurmay Başkanlarından İlker Başbuğ F-35 programının çok geciktiğini, aksadığını ve planlandığından çok daha yüksek maliyetlere ulaştığını söylüyor ama Türkiye daha yirmi yıl öncesinden, önümüzdeki dört yıl içinde gövde ömrünü tamamlamaya başlayacak F-16’lar yerine hava savunmasını F-35’ler üzerine kurmaya başlamıştı. İşin askeri boyutunda sadece F-35’ler yok. Özellikle hava, bir ölçüde deniz kuvvetlerinde hâlâ ABD ve başka NATO ülkelerinde üretilen teknoloji ve hassas malzemeye bağımlılık mevcut.
Ancak Amerikan yaptırımları esas olarak zaten zor günler geçiren Türkiye ekonomisini tehdit ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan 29 Haziran’da Japonya’da Trump ile yaptığı görüşme üzerine iyimser bir tablo çiziyor. Ama ne Kongre Trump’ı destekliyor, ne de Trump bir dediği diğerini tutan bir siyasetçi; daha önce PKK’nın Suriye kolu PYD’ye karşı Fırat’ın doğusunda söz konusu edilen askeri harekâtın “ekonominizi mahvederim” tehdidi ardından askıya alındığı biliniyor. Trump, Japonya’daki basın toplantısında bu harekâtı kendisinin Erdoğan’a telefon ederek durdurduğu iddiasında bulunmuştu.
Stres testinin muhtemel etkileri
ABD ile zıtlaşmanın tırmandığı süreçte Erdoğan’ın Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya’yı “faizleri indirmedi” gerekçesiyle, ancak kulise yansıdığı kadarıyla yeni parti kurma hazırlığındaki eski ekonomi kaptanı Ali Babacan ile irtibatı kuşkusuyla görevden almasına dek varan hassas gelişmeler söz konusu. Trump’ın meşum Twitleriyle sadece Türkiye’de değil, en son büyükelçi örneğinde olduğu gibi (İsrail’le birlikte) en yakın stratejik ortağı İngiltere’de bile nasıl sarsıntılara yol açtığı görülüyor.
Aslında Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak yönetimindeki Türk ekonomisi, kendi yapısal sorunlarına ek olarak, ABD dışında başka dış tehditlerin de etkisi altında. Bunlar arasında Kıbrıs etrafındaki gaz arama ihtilafının askeri boyutlarıyla tırmanmasını da sayabiliriz. Avrupa Birliğinin (AB), Türk Deniz Kuvvetleri eşliğinde yapılan aramalar nedeniyle Türkiye’ye yaptırımlar uygulamaya karar vermesi, Ankara’nın tepkisine neden oldu. Türkiye’nin ihracatının yarısı AB ülkelerine, siyasi yönden sorunlar yaşasa da ekonomik bakımdan Türkiye’nin en önemli ticari muhatabı, başta Almanya, İtalya, Fransa, Hollanda gibi ülkeleri olmak üzere AB ülkeleri; en ciddi dış yatırımlar da AB’den geliyor.
Bütün bunların üzerine bir de Erdoğan’ın yerel seçimlerde yaşadığı yenilgiye bağlı olarak AK Parti içinde karşı karşıya kaldığı sorunlar binmiş durumda.
Erdoğan, S-400 meselesini sadece savunma ihtiyacı olarak değil, özellikle 15 Temmuz sonrasında ABD ile ve genel olarak Batıyla ilişkileri yeniden tanımlama ihtiyacı çerçevesinde görüyor. Öte yandan, kendileri de ABD’deki Trump yönetimi tarafından itilip kakılmaktan bıkmış başka NATO üyesi ülkelerin de Türkiye ile ABD arasındaki S-400 zıtlaşmasının sonucunu merakla beklediği dikkate alınmalı.
Dolayısıyla bu aslında iki yönlü bir stres testi sayılır.
Sorular şunlar:
1- ABD, Rus füzeleri aldı diye Türkiye’yi gözden çıkarmaya ne kadar hazır?
2- Türkiye, ABD ve AB ile ilişkileri nereye kadar gerebilir?
3- Türkiye, Rusya’ya ne kadar, nereye kadar güvenebilir?
4- Türkiye’de seçmen ekonomik faturanın ağırlaşmasını nereye kadar taşıyabilir?
5- Bu süreç yine “beka” sorununun gündemde tutulacağı bir baskın seçim getirir mi?
S-400 stres testinin sıcaklığını hissedeceğimiz günler bizi bekliyor gibi görünüyor.