Cumhurbaşkanı Erdoğan, 30 Kasım akşamı Covid-19 salgınına karşı yeni önlemleri ilan etti. Haftasonları Cuma akşamından, Pazartesi sabahına kadar ve hafta içleri de akşam 21:00 sabah 5:00 saatleri arasında sokağa çıkma yasağı. Ayrıca cenazelere ve nikah merasimlere katılacak insan sayısı kısıtlandı. Bir de 20 yaş altı ve 65 yaş üzeri vatandaşların toplu taşımayı kullanması engellenecek.
Kuşkusuz yöneticilerimizin sonunda salgında geldiğimiz durumun ciddi olduğunu kabul etmeleri ve bunu önce 30 binleri bulan vaka sayılarını açıklayarak ve ardından yeni tedbirler alarak vatandaşa ilan etmeleri çok olumlu oldu. Davranış değişikliğini başlatmanın ilk adımı tehdidin büyüklüğünü açıklamaktır. Gerçi artık herkes etrafındaki insanların hastalandığını, bir kısmının hastanelik olduğunu hatta öldüğünü biliyor. Bildiğimiz Covid-pozitif tanıdıklarımızın sayısı hızla artıyor. Yine de otoritenin durumun ciddi olduğunu ilan etmesi önemli, özellikle hükümete yakın medya dışında haber kaynağı olmayan çok sayıda vatandaş için.
Hafta sonu sokağa çıkma yasakları
Daha önce de yazmıştım, hafta sonu sokağa çıkma yasakları çok etkili yöntemler değil. Türkiye’ye has bu yöntemin etkisini Nisan-Mayıs aylarına bakarak anlamamız mümkün. Bahardaki salgında tepe noktasını, hafta sonu yasakları olmaksızın geçtik: Büyük toplantıların yasaklanması, restoran, kafe, AVM’lerin kapatılması, sınır kapılarının kontrol altına alınması ve en önemlisi şehirlerarası dolaşımın sınırlanması ile.
Nisan ortasında başlayan haftasonu yasakları bir işe yarasaydı, vaka sayılarının hızla düşmesi beklenirdi. Tersine düşmediler, binli sayılarda ısrar ettiler ve biz her şeyi birden “normalleştirdiğimiz” Haziran ayına bu binli sayılarla girdik. Bu kaba gözlemin dışında akademisyenler matematik modeller kullanarak daha hassas hesaplamalar yaptılar. ODTÜ’den Erol Taymaz, tamamen resmi verileri kullanarak hafta sonu yasakları yerine 14 günlük tam kapanma uygulasaydık, vaka ve ölüm sayımızın yüzde kırk daha az olacağını, üstelik ekonomik kaybımızın da daha az olacağını hesapladı. Yetkin Report’da da yazan Selva Demiralp de benzer sonuçlara ulaştı. Bu vaka sayısının azlığı çok önemli, çünkü kalıcı bir etkisi var. Yaza daha az vaka sayısıyla girseydik, sonradan Konya, Ankara, Diyarbakır, Urfa ve diğer şehirlerde yaşadığımız patlamaların da büyüklüğü daha az olurdu.
Hızlı bulaşma, tükenen sağlık çalışanları
Şimdi baharda olduğundan on kat daha fazla vaka sayıları ve hızlı bulaşma ile karşı karşıyayız. Bakanın kendisi yeni vaka sayılarının büyük illerde bir hafta içinde yüzde yetmiş arttığını söyledi. Hastaneler, yoğun bakımlar ağzına kadar dolu. Sürekli yeni yatak açılma gayreti var, ama artık sağlık çalışanları yetişemiyor. Bu kaçınılmaz olarak hastaların aldığı bakımın niteliğini düşürüyor, ve ölüm oranlarını yükseltiyor. İkinci bir sonuç olarak da iş yükü artmış olan sağlık çalışanlarının kendilerinin enfekte olması riskini çok arttırıyor. Son bir hafta içinde 20’den fazla sağlık çalışanı kaybettik. Onları düşünmüyorsanız kendinizi düşünün. Bu hızla gidersek bahara ulaştığımızda hizmet verecek sağlık çalışanı kalmayacak.
Bulaşma aşamalarına dikkat
Bu noktada artık agresif davranmamız lazım. Virüsün bulaştırıcılık süresi belirtiler başlamadan 3-5 gün. Birçok insan hafif belirtilerle ya da belirtisiz olarak virüsü bulaştırıyor. Bir örnek kullanayım:
Ahmet Bey bu Çarşamba enfeksiyonu almış olsun. Cumartesi günü bulaştırıcı olmaya başlayacak. Hafta sonu evde olduğu için yalnızca ev halkından eşi Ayşe Hanım’a ve büyük oğlu Ali’ye virüsü verecek. Küçük kızları Zeynep’e bulaşmayacak.
Esnaf olan Ahmet Bey Pazartesi dükkanına gidecek. Toplu taşıma kullanarak 1,5 saatlik bir yolculuktan sonra işyerine varacak. Müşterilerle, tedarikçilerle, kendisine dükkanda yardımcı olan ortağıyla bütün gün çalışacak, akşam sokağa çıkma yasağından önce evine yetişmek için saat yedide dükkanı kapatıp yola koyulacak.
Aksi gibi, toplu taşıma benzer kaygılar içindeki insanlar yüzünden sabah olduğundan daha kalabalık. Salı aynı şey.
Çarşamba sabahı biraz kırıklıkla uyanacak, kahvaltısından bir tat alamayacak, ama kredi borcu var, eve ekmek getirmek lazım. Aldırmayıp yollara düşecek.
Perşembe günü Ahmet Bey’in eşi Ayşe Hanım, ve Ali de hafta sonu aldıkları enfeksiyon yüzünden virüsü bulaştırmaya başlayacaklar. Ayşe Hanım çalıştığı tekstil fabrikasına, Ali ise AVM’deki tezgahtarlık işine devam edecek. Onlar da toplu taşımayla işlerine gidip gelecek, alışveriş yapacak. Ali arkadaşlarıyla buluşacak, AVM’de takılacaklar. Hiçbir belirtileri yok.
Aile ortada ciddi bir şey olduğunu ancak hafta sonu Ahmet Bey’in eşinin ateşi yükselince düşünecek.
Bu hikayenin çok özel olduğunu düşünmeyin. İstanbul’da Ahmet Bey’in benzeri yüz bin kişi olduğunu hesaplıyorum. Onun için enfeksiyonları evlere kapamak ve ev içi bulaşmanın sonuçlarını da önleyecek tedbirler lazım. Bu hafta sonu ve akşam yasaklarıyla başarılamaz. Bekleyecek vakit de yok. Bu yüzden zorunlu sektörler dışında herkesin işe güce ara vermesi ve evde kalması lazım. Bulaşma zincirlerini kırmamız lazım. Önümüzde örnekleri var, Ekim ayında küçük esnafı ve çalışanları, destek ücreti ödeyerek evlerine gönderen ve evden çıkmayı sıkı kurallara bağlayan Avrupa ülkeleri vaka sayılarını filyasyonla kontrol altına alabilecekleri düzeylere düşürdüler.
Ne çekti 65 yaşın üzerindekiler…
65 yaş üzeri ve 20 yaş altının toplu taşımayı kullanmayı yasaklanması ise vatandaşın eşit haklara sahip olması ilkesine aykırı. Toplu taşıma tehlikeli ise kimse binmesin. 65 yaş üstündekiler, doktora, bankaya, alışverişe koşarak mı gidecek? Hepsinin özel arabası, taksiye ödeyecek parası var mı? Yüzde yirmisinin yoksulluk sınırının altında yaşadığı bir yaş grubundan bahsediyoruz. Ya çocuklar ve gençler? Hem eğitimden uzak kaldılar, hem böyle cezalandırılıyorlar. Bu iki yaş grubuna, açıkça, ekonomide üretken değilseniz, ayak altında dolanmayın deniyor.