Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, MHP lideri Devlet Bahçeli sayesinde başbakana ihtiyacı olmayan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini kurdu ama bu sayede bir gölge başbakan sahibi oldu. Bahçeli, adeta tek başına AK Parti hükümetinin adı konulmamış ortağı, kritik konularda fiilen veto yetkisini kullanan gayri-Anayasal başbakanı gibi davranıyor; üstelik hiçbir sorumluluğa ortak olmadan iktidar üzerinde söz sahibi olup, iktidarın nimetlerinden yararlanıyor. Ankara kulislerinde, özellikle de İçişleri ve Adalet sistemindeki bazı kilit atamaların Bahçeli onayından geçerek yapılabildiği, herkesin konuştuğu sır.
Bahçeli, 2015 Haziran seçimlerinde Meclis’teki sandalye üstünlüğünü yitiren Erdoğan’ı daha seçim gecesi erken seçim isteyerek kurtarmış olmasının, 2016 askeri darbe girişimi ardından Erdoğan’a 2017 halk oylaması için cumhurbaşkanlığı sistemi desteği vermiş olmasının ve başbakanlığı kaldıracak sistemi bir yıl öne, 2018’e aldırarak Erdoğan’ı yeniden seçtirmesinin hakkı olarak görüyor bütün bunları.
Erdoğan 2018’de ilk turda yüzde 52 oyla seçilmesini Bahçeli’nin verdiği desteğe borçlu olduğunu biliyor. Dolayısıyla Erdoğan’ın 31 Mart seçimlerini kendi sınırlarının ötesine taşıyarak daha üzerinden bir yıl geçmeden kendisi için güven tazeleme vesilesine dönüştürmesinin isabetsiz bir tercih olduğu söylenebilir. Türkiye’ye dışarıdan bakan gözlemcilerin yerel seçimlerin adeta bir ölüm kalım meselesine dönüşmesine anlam vermekte zorlanması da bu yüzden… Şimdi 31 Mart’ta Erdoğan-Bahçeli ittifakının oy toplamının yüzde 52 olup olmayacağı, hatta yüzde 50’yi bulup bulamayacağına bakılacak. Tabii bir de yerel seçim çerçevesinde, bu ittifakın İstanbul, Ankara, Adana, Bursa, Antalya gibi yüksek nüfuslu belediyeleri elde tutup tutamayacağı meselesi var. İzmir ise Erdoğan ve Bahçeli birlikte halkın önüne çıksa da CHP’de kalacak gibi.
Oysa sorunlar var. Erdoğan geçenlerde “Cumhur İttifakının” yeterince “konsolide” olamadığını, pekişmediğini söyledi. Bahçeli’nin buna dolaylı ama kamuoyu önündeki cevabı, beka sorunu dururken biber, patlıcan fiyatlarından konuşmanın yanlış olacağı idi. Basit gibi görünüyor, temeldeki farklılığı gösteriyor: Erdoğan pragmatist, Bahçeli ideolojik yaklaşıyor soruna. Bahçeli “beka” derken “bölünme korkusunu” canlı tutmaktan söz ediyor. Erdoğan ise, artık anketlere güvenmediğini söylese de, halkın yüzde 80 gibi ezici bir çoğunluğu için hâlihazırdaki en büyük sorunun bölünme korkusu değil, hayat pahalılığı, işsizlik gibi ekonomik sıkıntılar olduğunun farkında. Üstelik bu korkuyu canlı tutmak, PKK’ya daha fazla askeri operasyonlarla paralel gitmesi beklenen bir çizgi. Oysa Suriye’de ABD ve Rusya ile ciddi sıkıntılar varken, Fırat Kalkanı, ya da Zeytin Dalı kapsamında operasyonlara kalkışmak riskler taşıyor. Hükümet kontrolündeki medya tarafından şişirilecek olsa da, vur kaç tarzındaki özel operasyonların amaca hizmet edeceği de kuşkulu.
AK Parti ve MHP arasında gözlerden itinayla kaçırılsa da yok edilemeyen bir sorun daha yaşandı geçenlerde; bir dış politika sorunu. Çin’de Komünist Parti’nin Doğu Türkistan’daki Uygur Türklerini “toplama kamplarına” kapattığı iddiaları üzerine Bahçeli, Dışişleri Bakanlığının tepki göstermesini istedi ve tepki de gösterildi. Ancak bu hem Çin ile daha sıkı ilişkiler, özellikle ekonomik ilişkilerden yana olan AK Parti bünyesindeki “Avrasyacı” lobiyi de, Pekin’i de rahatsız etti. Çin, tepkisini göstermek için İzmir konsolosluğunu geçici olarak kapattı. Burada da ideolojik ve pragmatist yaklaşımların farkı ortaya çıktı.
Erdoğan ve onun izinden giden bakanları, hükümet yetkilileri, yine Bahçeli’nin ön almasıyla CHP, İYİ ve Saadet dâhil muhalefet partilerini, HDP’yi karşılarına almadıkları için “terörist” ilan etme konusunu çok fazla tekrarlayarak inandırıcı olmaktan uzaklaştılar.
Erdoğan nasıl mevcut koşullarda, 31 Mart seçimlerinden önce, MHP’ye artan bağımlılığından kurtulmasının mümkün olmadığını görüyorsa, Bahçeli de görüyor. MHP’nin AK Parti ile bu bağımlılığı sürdürme dışında ülke yönetiminde hiçbir söz hakkı olamayacağının farkında: Erdoğan iktidarının, ama kendisine bağımlı olarak “simbiyotik”, yani “ortakyaşar” halde sürmesini istiyor.
Peki, ya seçimlerden sonra?
Eğer Erdoğan-Bahçeli ittifakı kazançlı çıkarsa, Erdoğan’ın bu bağımlılıktan kurtulması çok daha uzun ve sancılı bir süreç olacaktır; tabii MHP etkisi iç ve dış siyasette ve idarede kendisini daha çok göstermek isteyecektir. Ancak Erdoğan-Bahçeli ittifakı bu defa beklenen faydayı göstermezse, Erdoğan’ın MHP’yi AK Parti içinde eritme, ya da Bahçeli’den kurtulmak için arayışlara girmesi kimseyi şaşırtmamalı.
Tabii kurt bir siyasetçi olan Bahçeli de kendisini ve partisini dışlayabilecek bu tip senaryoların gündeme gelme ihtimalini hesap ediyordur. Beklenmedik anda beklenmedik çıkışlar yapan ve çoğunda amacına ulaşan Bahçeli’nin bu senaryolara karşı tutum geliştirebileceğini düşünmek de yanlış olmaz.
Bu nedenle seçim-sonrası Türkiye’si sadece solda değil, sağda da sürprizlere açık görünüyor.