(*) Ruşen Çakır ile Medyascope.tv söyleşisinin tam metni.
Merhaba iyi günler. Konuğum gazeteci Murat Yetkin. Kendisiyle iç ve dış politikadaki sorunları konuşacağız. Murat hoş geldin.
Hoş bulduk Ruşen.
Sen İstanbul’dan dönüp tekrar Ankara’ya yerleştin. İki günlüğüne İstanbul’a geldin, biz de seni kaptık.
Evet, tam yerine gittik tekrar: Ankara’ya döndük.
Öncelikle şunu belirteyim. “YetkinReport” blogun bayağı iyi gidiyor. Hakikaten takdir ediyorum.
Teşekkür ederim. Senden duymak daha da önemli.
Biz de zaten senin rızanla bloğundaki yazıları alıyoruz biliyorsun. Bunu şu nedenle söylüyorum; senin, benim konumumdaki birçok gazeteci işinden oldu. Ama büyük bir kısmı küstü ya da yapamayacağını düşünerek kenara çekildi. Az sayıda kişi kendi ayakları üzerinde durmaya çalışıyor. Sen de bunların başındasın.
Evet, belki benimki bilinçli bir tercih diyebilirim. O koşullarda daha fazla yapamayacağımı düşünerek kendime bir yol çizdim ve bağımsız çalışmaya başladım. Bundan da memnunum.
Söyleşinin 3 Eylül 2019’daki video kaydını izlemek için: https://medyascope.tv/2019/09/03/iceride-ve-disarida-erdoganin-zor-gunleri-murat-yetkin-ile-soylesi/ (Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal.)
Yazılarının çok etkili olduğunu bizdeki paylaşımlardan görüyoruz. Sen doğrudan blogundan görüyorsundur. Biz senin yazılarının hemen hemen hepsini kısa bir özet halinde paylaşıyoruz ve çok ilgi olduğunu görüyoruz. Bir de yazı işlerinde olduğun ve editörlük de yaptığın için başlıkların da çok çekici.
Yıllarca gazetelere manşet attık. İşimiz buydu.
Mesela en son attığın “Erdoğan’a kötü haberler, Erdoğan’dan kötü haberler” başlığı çok ilgi çekiciydi. Bu sabah ikimiz de erkenciyiz. Sen sabah erkenden yazmışsın.
Evet, ben erkenciyim. Zaten gece de erken yatarım, sabah erken kalkarım.
Bugünkü yazının başlığı “Ateş bacayı sarınca: Demirtaş’tan Davutoğlu’na, İmamoğlu’na dek”. Davutoğlu ve üç arkadaşının kesin ihraç talebiyle disipline verilmesini ve başka unsurları da yazmışsın.
Evet, Selahattin Demirtaş için “Terör örgütü kurma ve örgüte üye olma” iddiası ile tutuklu yargılandığı davadan tahliye kararı verildi. Örgüt propagandası suçundan mahkum olduğu için tahliye edilmedi ama onun da gün sayısı az. Tabii burada ‘’Yargı bağımsızdır, öyle karar vermiş, tesadüftür’’ diyebilirsin. Ama özellikle zor zamanlarda toplumlarda tesadüflere çok inanmamak lazım. Mesela, 18 Eylül’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde, Demirtaş’ın durumu görüşülecek. Onun öncesinde belki de bir duruşma daha yapılır tamamen tahliye olur. Bakarsın onun yerine bir başkası gözaltına alınır. Ya da Demirtaş tahliye edildikten 1 hafta sonra başka bir nedenden tutuklansa, bütün o yasal süreç yeniden başlayacak ama bu dava düşmüş olacak. Bütün bunlar sıkışma işaretleridir. Ben böyle görüyorum.
Bir başka açıdan baktığımızda, Ekrem İmamoğlu’nun Batman’daki bir düğüne giderken, bir de Diyarbakır’a uğrayıp, tesadüfen, görevden alınan HDP’li Diyarbakır, Van ve Mardin belediye başkanlarıyla Diyarbakır’da görüşmesi, onlara Atatürk resmi armağan etmesi, onların onu kabul etmesi… Bütün bunlar geçtiğimiz yerel seçimlerin öncesine kadar akıldan geçebilecek şeyler değil. Bunlar olabiliyor. Orada bir hamle CHP yapıyor, burada bir hamle AK Parti yapıyor. Bir yandan Davutoğlu bastırıyor. Bir arkadaşımız bugün ‘’Davutoğlu sesini yükselttikçe tepki topluyor. Babacan sessiz kaldıkça ilgi topluyor’’ diye yazmıştı. Enteresan şeyler oluyor.
Peki, Davutoğlu’nun disipline verilmesi meselesine bakalım. Davutoğlu ve yanındaki eski milletvekilleri kesin ihraç talebiyle disipline verildi. Onların şöyle bir iddiası vardı biliyorsun. Babacan partiden istifa etti. Ama Davutoğlu hâlâ sanki partide hak iddia eder gibi, yeni parti kurmaktan ziyade, partiyi değiştirme iddiası vardı. Erdoğan, disipline sevk etmekle, Davutoğlu’nun bu stratejisini geçersiz kıldı.
Doğru. Ama burada iki tarafa da bakmak lazım. Davutoğlu’nun bu sarsıcı söylemleri, özellikle muhalif partilerin çok hoşuna gidiyor. Davutoğlu’nun sarsıcı adımlar attığı da doğru. En son Konya mitingine bakalım. Ben Konya’da değildim ama gidenlerden ve görenlerden edindiğimiz bilgi, AK Parti’nin bugüne kadar yaptığı en zayıf Konya mitingi olduğuydu. Tabii burada Davutoğlu’nun etkisi var. Davutoğlu’na ‘’Biz nereli olduğuna değil, nerede durduğuna bakarız’’ deyip ertesi gün bu adımı attı. Bunlar ilgi çekiyor. Ancak Davutoğlu’nun daha önce yayınladığı bir manifesto, bir bildirge var. Siyasi anlamda da, ekonomide de bildirge yayınlayabilirsiniz. Bildirge hangi durumda yayınlanır? Bu artık ‘’Benim tutumum bu. Ben eski tutumumda değilim’’ demektir. Bu bildirgeyi yayınladıktan sonra zaten Davutoğlu’nun, Ali Babacan’ın yaptığı gibi ‘’Ben artık buraya ait değilim’’ demesi lazımdı bence. Bir çıkış yapıyorsanız, ‘’Benim tutumum artık budur’’ diyorsanız, o tutumun da partinin genel merkezine uymadığını söylüyorsanız, o zaman artık yeri gelmişti bence.
Herhalde artık partiyi kuracak değil mi?
Kuracak. Senin de kulağına gelmiştir, okumuşsundur; Saadet Partisi ile birleşecek diye bir takım spekülasyonlar var. Bilmiyoruz. Ama artık yolların ayrıldığı kesin, bu açıkça görülüyor. Belki yeni istifalar da olacaktır.
Peki, diğer parti için ne diyorsun? Sen Ankara’da tam onların göbeğine düştün. Her ne kadar Abdullah Gül burada olsa da bütün kurmay heyet Ankara’da.
Orada da Babacan, çok sessiz ve derinden, organize gidiyor, çok öne çıkmıyor. Benim gördüğüm, bildiğim, konuştuğum kadarıyla, kendini günlük hayhuydan arındırmış, onlara da pek bulaşmak istemiyor. Kendi stratejisi çerçevesinde çalışıyor. Böyle bir yönü var. Bu, başarılı yön. Başarısız demeyeyim ama eksik kalan yönlerden bir tanesi şu: Davutoğlu’nun bir özeleştiri vereceği yok. Davutoğlu ezelden ebede, ‘’Ne yaptıysam yüzde yüz doğrudur’’ inancında olan birisi. Davutoğlu, Erdoğan’la birlikte Türkiye’nin Suriye’ye bu şekilde girmesinde, birinci derecede pay sahibidir. Ama sanki hiç o yapmamış gibi. Her şeyi doğru yapıyor iddiasında Davutoğlu.
Ali Babacan’ın toplumdaki görüntüsü de farklı. AK Parti’nin ekonomi kurmayıyken bile herkes onu ayrı bir yere koydu; daha nötr, daha teknokrat, söylediğinin bir ağırlığı var. İktisatçı.
Bir de, ekonomide işler fena gitmiyordu.
Evet. Kemal Derviş’ten alınan programı sağ salim uyguladı, bir yere kadar getirdi. Dolayısıyla öyle bir görüntüsü var. Yine de bir hesaplaşmayı bize vermesi lazım. Bu bir. İkincisi de şu: Bizde “Eskiye rağbet olsa bitpazarına nur yağardı” diye bir atasözü vardır. Kimse alınmasın, kimseyi şahsen hedef aldığım, kastettiğim yok. Fakat AK Parti’nin kuruluş dönemindeki neredeyse aynı kadrolarının bir kısmıyla, -şu anda Erdoğan’ın yanında hâlâ kalan bir kaç kişi dışında olanlarla- yola çıktığınızda, üstüne de başka isim eklemediğinizde, -ya da bilmiyoruz, belki çok sürpriz isimler çıkacak- ‘’Bu parti ne kadar açılabilir?’’ gibi bir soru işareti kalıyor. Çünkü iddiaları “Biz artık sadece muhafazakârlara, dindarlara hitap eden bir parti olmak istemiyoruz. Toplumun daha geniş kesimlerine hitap eden, özgürlükçü, daha modernist bir parti olacağız. Çünkü Türkiye şehirleşiyor”… Bunları söylediğinizde, toplum buna uygun bir vitrin bekler. Olup olmadığını bilmiyoruz, belki de oluyordur. Ama bu söylediğim bile, Babacan’ın susarak ilgi odağı olduğunu gösteriyor.
Orada bir takım isimler telaffuz ediliyor. Ama isimlere baktığım zaman, o isimler başka kesimlerden olsa bile yeni isimler değil. Hatta birçoğu da reddediyor.
Örnek?
Mesela Ertuğrul Günay’ın adı telaffuz edildi. Ama kendisi “Yok” dedi. Nesrin Nas’ın adı telaffuz edildi. Ama o da ‘’Yok’ dedi.
Ben Ufuk Uras ismini söyleyeceğim. Eğer Ufuk Uras’ı oraya koyup soldan oy bekliyorlarsa, çok beklerler. Ufuk Beyle de tanışırız gerçi. Ama “Ufuk Bey varmış” diye solcuların Ali Babacan’ın partisine oy vereceğini bekliyorlarsa, biraz beklerler.
Peki, bu sabah erkenden yazdığın yazıya gelelim. Erdoğan’ın “radikal” bir kabine değişikliği yapacağından söz etmişsin. Orada Abdülkadir Selvi’ye bir gönderme var.
Abdülkadir Selvi “Radikal değişiklikler olabilir” dedi. Ama sen sorunu bitir.
O meselede ne olabilir? Sen “Berat Albayrak’ın değişmediği bir kabinede radikal hiçbir şey olamaz” diyorsun.
Aslında bunu ben söylemiyorum ama bu görüşe katılıyorum. Bunu, hem içeride siyasetle uğraşan herkes, hem de dışarıda, “Şu ekonomi durgunken bize geniş imkânlar olabilir” deyip buraya gelmek isteyen dış yatırımcılar, özellikle Avrupa ülkelerinden bakanlar bunu dillendiriyorlar. Siz şimdi bir Alman yatırımcı olsanız, ya da diyelim, ABD’nin çok ünlü bir firmanın üst düzey bir yöneticisi olsanız, spor bakanının değişip değişmediği umurunuzda olur mu? Çok büyük bir merak konusu olur mu sizin için? Hayır: bir yere bakıyorsunuz. Herkes bir yere bakıyor. Bugün Karar gazetesinde İbrahim Kahveci “2023 hedeflerimiz var ama maalesef gittiğimiz yol 2023 değil, 2003 yılı oluyor” diye yazmış. Neyse, tabii o onun yorumudur. Fakat insanlar sadece ekonomiye bakarak söylemiyorlar. Yine Karar gazetesinden örnek vereceğim: Yayın yönetmeni İbrahim Kiras bugünkü makalesinde, “Ailenin, parti ve devlet yönetiminde etkili olduğunu söylemeye korkuyoruz” diye yazmış.
Evet, ama sen de beklenmediğini söylüyorsun.
Ben beklemiyorum. Çünkü şöyle bir ruh hali olduğunu gözlemliyorum. Bir yerden bir iplik sökülmeye başlarsa devamı gelir.
Yani bunu bir taviz olarak adlandırabiliriz.
Evet. Akıllarda hep 17-25 süreci var. Bir açık verilirse gider. Ama bu “Berat Albayrak Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndan gitmez” demek değil.
Enerji Bakanlığı’na tekrar geri gelir?
Hayır. Belki terfien başka yerlere gidebilir.
Belki Dışişleri’nde olabilir.
Bakarsınız Cumhurbaşkanlığı’nda yeni makamlar açılır. Olur mu olur. Ama Berat Albayrak ismi orada kaldıkça… Türkiye’den dışarıya giden yatırım raporları, ekonomide bir şeyin değişmediğini söyleyecektir.
AK Parti yönetiminde isimlerin değişmesi konuşuluyor, tamam. Ama ben yıllardır bu hareketi izliyorum, sen de izliyorsun; Bana kaç tane AK Parti Genel Başkan Yardımcısı’nın ismini sayabilirsin?
Ben siyaset gazetecisi olduğum için biraz sayarım herhalde. Sen de sayarsın.
Birazını evet ama tamamını değil. Ben birçoğunu hatırlamıyorum bile.
Ama aynı şekilde CHP Genel Başkan Yardımcılarınnın tamamını da sayamam. MHP’nin tamamını da sayamam.
Hayır, şunu anlatmak istiyorum. Mesela şu anki Bakanlar Kurulu’nu sayabilir misin?
30 yıllık gazeteciyim, bu kadar silik, ismini hatırlamadığımız bir Bakanlar Kurulunu hiç hatırlamıyorum. Hatırlamıyorum çünkü merak da etmiyorum. Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı gibi birkaç bakan sayarız. Onun dışında merakımı da çekmiyor. Mesela, Turizm Bakanı Mehmet Bey de en son şu haberle dikkatimi çekti. Bodrumda onun izniyle bir araziyi imara açmışlar. İhaleyi de onun sahip olduğu şirket kazanmış. Böyle bir şey olabilir mi? Dünyanın herhangi bir yerinde böyle bir şey hükümet düşürür. Ama bizde ufak bir haber oluyor; o da eğer oluyorsa.
Kendini sürekli hatırlatan bir Tarım Bakanımız var mesela.
Ben diplomasiyle de biraz alakalıyım. Mesleğim gereği, dış ilişkilerle ve ekonomiyle de alakam var. Tarım Bakanı değişirse, alınması kimse ama gerçekten kimsenin umurunda değil. Belki ailesinin umurunda olur.
Ağabeyi de FETÖ’den tutuklu ve cezaevinde biliyorsun.
Aile derken onu kastetmedim tabii. Çocukları, eşi, annesi, babası “Ne güzel, bizimki bakanlık yapıyordu, bakanlığından oldu” derler. O kadar.
Dış ilişkilere geçelim. Sen yakınlarda yazdığın yazıların birinde, Türkiye’nin Rusya ile olan ilişkilerinin alarm veren bir durumda olduğunu ve bir an önce toparlanması gerektiğini söyledin. Yani Türkiye yumurtalarının birçoğunu Rusya’nın sepetine mi koyuyor diyorsun?
Hayır, öyle demiyorum. Yumurta diyerek madem gıda örneği verdin, ben de tost örneği vereyim. Türkiye’nin, Suriye coğrafyasında ABD ile Rusya arasında tost vaziyetinde olup ikisi arasında ezildiği görüntüsü var. Bugün sabahleyin havuz takımından “Savunma Bakanımız Hulusi Akar’dan flaş flaş açıklamalar” diye başlıklar vardı. Neymiş diye merak edip baktım. “Amerikalılar sözlerinde dursun” demiş. Sen günlük haber yapıyorsun, kaçıncı defa söyledi bunu? 20 defa mı, 30 defa mı? “Amerikalılar sözünde dursun yoksa …”
Araya gireceğim ama Davutoğlu’nun müthiş lafını hatırlatayım: “Kimse Türk’ün gücünü test etmeye kalkmasın”.
İşte bak, insanın aklına neler geliyor değil mi? Herkes de test ediyor ama. Türkiye’nin gücünü test etmeyen kalmadı. Kıbrıs Rumları bile test ediyor. Eskilerin bir sözü vardır: “Söylediğin sözün esiri, söylemediğinin efendisi olursun”. Bunu anımsatıyor. Enflasyon gibi. Tedavüldeki para ne kadar çok olursa, değeri o kadar azalıyor. Bir lafı ne kadar çok söylersen değeri o kadar azalıyor.
Peki, “Sözünüzde durun” derken kime söylüyor? ABD’ye mi, Rusya’ya mı?
İkisine de diyor. Üstelik ikisine de bağımlıyız. ABD’ye zaten stratejik bağımlıyız. Rusya’ya da stratejik bağımlı olmaya başladık; hem enerji sektöründe, hem askeri sektörde, hem turizm sektöründe; gıda ihracatında, müteahhitlik hizmetlerinde. Say sayabildiğin kadar. Ve giderek bağımlı hale gelmişiz. Rusya’nın izni olmadan Suriye’de adım atamıyoruz. İdlib’teki gözlem noktalarımızdaki askerler, resmen Rusya hava savunmasının izin verdiği kadar korunuyor. Geçenlerde 9 numaralı kontrol noktasında olduğu gibi, bazen ikmal sağlanamıyor. Bu durumdayken “Sözünüzde durun yoksa…” cümlelerini kuruyoruz.
İdlib konusunda bazı şeyler hemen unutuluyor.
Esad İdlib’i geri alacak. Kendi toprağı zaten.
Tam bunu söyleyecektim. Halep’te benzer bir olay olmuştu biliyorsun. Türkiye muhaliflerin bir nevi hamisiydi. Sonra bir anlaşmayla Türkiye çekilince, Esad Halep’i geri aldı.
Zaten bir yandan, “Suriye’nin toprak bütünlüğünden yanayız” deyip, sonra da Suriye toprağında sanki orası bizimmiş gibi, fütuhat şiirleriyle, enflasyonla boğuşan vatandaşın dikkatini oralara çekmenin bir yararı olmuyor. Biz Zeytindalı Operasyonu’nu da Rusya’nın desteğiyle yaptık, Fırat Kalkanı Operasyonu’nu da Rusya’nın desteğiyle yaptık. Tamam, o Malazgirt Zaferi’yle aynı güne denk gelmiş olabilir. Ama o kadar.
Bundan sonra ne olacak? Suriye’den çekilmeyecek Türk Ordusu. Ne görüyorsun?
Çekilmemek için Erdoğan her şeyi yapıyor. 16 Eylül’de Astana Süreci ve Soçi Ateşkesi’nin toplantısı Ankara’da yapılacak. Öyle planlandı. Tarihi değişir, değişmez bilemiyorum ama planlama bu. Acaba ne konuşacaklar? Demek ki çok önemli bir şey var ki Erdoğan atladı Rusya’ya gitti. Putin de hazır Erdoğan gelmişken, “Ben sana yeni model otomobillerimi göstereyim” der gibi, Su-35, Su57’leri gösterdi. E, peki ne oldu? Geri mi çekildi? Rusya saldırıları durdurdu mu? Hayır. Erdoğan Türkiye’ye döndü. Birkaç saat sonra, bir Suriye uçağı, bizim kontrol noktamızın çok yakınını bombaladı. Yani değişen bir şey yok ki. Sonuçta İdlib Suriye toprağı. “Buraya sen giremezsin” diyemiyorsun: Suriye toprağı. Bizi ilgilendiren oradan gelen yeni bir göç dalgası. Ve bu göç dalgası diğerlerine benzemeyecek. Az önce sözünü ettin sen de; Halep’in boşaltılması sırasında yapılan anlaşmalarla zaten “Sivil halk ve onlara eşlik edenler” adı altında…
Gidenler oraya gitti.
Fotoğrafları biliyoruz. Ellerinde Kalaşnikoflarla, kafaları poşularla sarılı “sivil halk”, Halep’ten İdlib’e geçtiler. Bunların arasında El-Kaide bağlantılı olanlar, IŞİD bağlantılı olanlar, artık adını bile telaffuz etmediğimiz, her gün 5 kurulup, 5’i de dağılan lejyoner örgütlerin tamamı, İdlib ve açevresine geçti. Bunlar oradan temizlenince nereye gidecekler? Bunların arasında Rus vatandaşı var, -Çeçenler Rus vatandaşı- Özbek vatandaşı var, Çin vatandaşları var, Avrupalılar var. Kimse de bunları istemiyor. Zaten PKK’nın Suriye kolu PYD, sık sık “Biz artık bu hapishanedekileri tutamıyoruz” diyor. “Bırakırız” diyor yani. Kendi kontrol ettikleri bölgede hapishanede binlerce IŞİD’liyi tutuyor bunlar. Onların çoğu da Avrupa vatandaşı. “Bırakırız. Bırakırsak bunlar size gelecek” deyip tehdit ediyorlar.
Murat senin iktidardan bir takım kaynakların var.
Benim haber kaynaklarım var. İktidar ya da muhalefet diye bir ayrım yapmıyorum. Haber kaynaklarım var.
Tabii. Kastettiğim haber kaynakların zaten. Şam ve Ankara’nın artık doğrudan ilişkiye geçmesi fikriyatı dillendiriliyor mu? Yoksa hâlâ ürküyorlar mı?
Sorduğun bütün soruların cevabı “Evet”. Evet, ürküyorlar da. Kolay olmuyor. Çünkü “Katil Esed” dediniz. Doğru. Esad’ın kanlı bir diktatörlüğün başında olduğu da doğru. Ama bir savaşa girdiğiniz zaman- bu savaş ister doğrudan olsun, ister bizim girdiğimiz türden vekâlet savaşı olsun… İzleyiciler için daha sokak deyimiyle söyleyeyim, Vekâlet savaşı şudur: Herkesin kendi haydudu oluyor. Herkes kendi haydudunu besliyor. Herkes kendi haydudunu melek, karşıyı şeytan gibi gösteriyor. Bu, kendiniz savaşmadan, onları savaştırmak oluyor. Amerika’nın da, Türkiye’nin de, Rusya’nın da, İran’ın da kendi lejyonu var. Paralı askerleri var yani. Dolayısıyla, bunlar savaşıyor. Her savaşın bir kazananı, bir kaybedeni oluyor. Satranç oynuyorsun, şahı verdiğin zaman kaybediyorsun. “Ben şahı verdim ama vezir hâlâ elimde” dediğin zaman oyunu kazanmış olmuyorsun. Kabul etmek lazım. Sonuçta komşuyuz. Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğünü, egemenliğini kabul ediyorsa, başında Esad olsun, Mesad olsun neticede görüşülecek. Zaten dolaylı olarak, Rusya üzerinden istihbarat örgütleri görüşüyor. Bir bağlantı yok değil. Astana Süreci’nde 3 ülke belirleyici. Ama ABD de, Suriye de gözlemci. ABD’nin en son Astana sürecindeki gözlemcisi şu anda Ankara Büyükelçisi. Yani, Astana Süreci’ne ABD adına müdahil olan kişi, şu anda ABD’nin Ankara Büyükelçisi.
Suriye meselesini konuşurken, Türkiye’deki Suriyeliler meselesini de konuşmak kaçınılmaz. Son dönemde yapılan kamuoyu araştırmalarında, insanların en çok şikâyet ettiği konu ekonomi, işsizlik. Ama bildiğim kadarıyla, Suriyeliler meselesi ekonominin hemen altında. Her partiden vatandaşın en büyük şikâyeti haline gelmiş. Hatta terör bile onun epey gerisinde kalmış.
Neden? Sen bunu neye yoruyorsun?
Açıkçası, ben sorunların gerçek kaynaklarını tanımlamaktan ürken insanların bu meseleyi kolay hedef haline getirdiklerini düşüyorum.
Bunu bir atasözüyle süsleyelim mi? “Eşeğini dövemeyen semerini döver” lafı vardır.
Aynen öyle. Ama şu ya da bu şekilde eğilim giderek artıyor. Araştırmalara baktığım zaman şunu görüyorum. Parti dağılımına göre yapıyorlar ya, tabii ki belli partilerde daha fazla, belli partilerde daha az. Ama sonuç Olarak, bu konu ortak bir zeminde oluşmuş durumda. Rahatsızlığın boyutları, dereceleri farklı olabilir. Ama Türkiye’de değişik statülerdeki milyonlarca Suriyelinin varlığı, çok ciddi bir toplumsal soruna dönüşüyor.
Mesela ekonomide yaşananların nedenlerini sorgulamak yerine, ‘’Suriyeliler yüzünden işsizlik artıyor’’ diyorsun. Ya da ‘’Suriyeliler nedeniyle ev kiraları, araç fiyatları artıyor’’ diyorsun.
Yani, lokal sorunlar genel sorumlu. Buradaki kırılma ne? Bu algı neden sonra değişmeye başladı.
Ekonomik krizle.
Tamam, o bir neden. Ama asıl, yerel seçimler. Yerel seçimlerde AK Parti baktı ki muhalefet sürekli buna oynuyor; CHP, İYİ Parti… HDP bu işe girmedi. İlk başlarda MHP’lilerin söylemi de Suriyeliler karşıtı söylemlerdi, hatırlatayım. Süleyman Soylu İçişleri Bakanı başta olmak üzere, “İstanbul’daki, İzmir’deki Suriyeliler sorununu gidereceğiz” diyerek, AK Parti kitlesinin gözündeki “Başımızın tacı Suriyeliler” algısı bir anda kırıldı: “Aaa, demek ki buraya vurmak serbest”. Bizim son derece sığ havuz medyası buna atladı. Onlar da birden, Suriyelilere vurmaya başladılar. İçişleri Bakanı çakıyorsa, başkaları çakıyorsa bizim ne eksiğimiz var? Biz de başlarız. Bu sadece İçişleri Bakanının kabahatidir demiyorum. AK Parti’nin, muhalefetin hedefi olmama amacıyla pozisyon değiştirmesi, büyüyü bozdu.
Peki, ne olacak? Buradan nasıl çıkılacak? Suriye’deki her şey çözülse bile, milyonlarca insanın oraya geri dönmesi söz konusu olamayacak.
Bu, Cenevre Süreci görüşmelerine bağlı. Rusya, Astana Süreci’ni Türkiye’nin de içinde bulunduğu zorluktan da faydalanarak -ki bir uçak düşürme hadisesi vardı hatırlıyorsun. Davutoğlu “Emri ben verdim” demese, iş belki de bu kadar ciddi bir krize dönüşmeyecekti, yumuşatılabilecekti. Ama Davutoğlu AK Parti grubunda “Emri ben verdim” dediği anda iş bitti- Rusya çok güzel Astana Süreci kurdu. Birkaç sene öncesine kadar da Cenevre’de Suriye’nin geleceği konuşuluyordu. Birkaç senedir yapılmıyor. Şimdi yeniden yapılması için kapı aralanıyor. Rusya, işi soğutma ve Suriye’de, özellikle batı kesiminde kontrolü iyice ele alma süreci olarak değerlendirdi. Rusya’nın, Türkiye üzerinden yaptığı bu manevra, herhalde ileride diplomasi tarihinde okutulacak bir manevradır. İran’ın oraya dâhil olması, tamamen Halep’teki şantajları nedeniyledir. İran, Halep’te, İdlib’e doğru giden cihatçı militanları öldürmeme karşılığında Astana Süreci’ne girdi. Rusya tarafından alındı. Türkçesi budur. Yoksa giden bütün konvoyu yok edebilirlerdi. Yok etmeme karşılığında İran da kendi şantajını yaptı ve Astana Süreci’ne girdi. Bütün bu tablodan ne çıkar? Suriye bir yere doğru gidiyor. Suriye’nin toprak bütünlüğü kâğıt üzerinde kalacak. Fiiliyatta kalacak mı bilmiyoruz. Şu anda kalmış değil. Burada bizim muhalefet partilerinin de “”Git Esad’la el sıkış” demeleri… Esad şu anda ülkesine hâkim değil ki. Esad’ın Suriye üzerindeki egemenliği kâğıt üzerinde. Ülkesinin tamamına gidemeyen bir devlet başkanı. Şu anda Rakka’ya gidemez mesela. İdlib’e gidebilir mi? Çok zor. Ancak İdlib’i temizlerler, o zaman gider. Yani ne “Esad gitmeden bu iş olmaz” demekte bir çıkış yolu var, ne de “Git Esad’la el sıkış, her şey yoluna girecek” demekte bir çıkış yolu var. Artık oyuncak kırıldı. Yeni bir oyuncak yapmak lazım. Yeni bir Anayasa, yeni bir düzen. Orada Esad’ın yeri olur mu, olmaz mı? O ayrı konu. Baas’ın yeri olur mu? Olur. Ama Esad’ın yeri olur mu, bilemem. Belki bir geçiş sürecinde olur.
Peki. Bitirirken Ekrem İmamoğlu ile bitirelim. Seçildikten sonraki süreci nasıl görüyorsun?
Seçildikten sonraki süreci biraz sorunlu oldu. Ama toparladı galiba. Özellikle “İstanbul’daki sel felaketinde niye Bodrum’a gitti?” sürecinden sonra biraz toparladı galiba. Oraya kadar biraz PR ağırlıklı bir şeydi. Hatta Diyarbakır’a gidişi bile parti içinde biraz eleştiriliyor. Ama onun bir köprüleme işlevi oldu. İcraatla öne çıkması tercih ediliyor tabii. Mesela toplu taşımanın belli hatlarda 24 saate çıkartılması, özellikle emekçi insanlar için, özellikle çalışmak zorunda olan kadınlar için çok önemli bir şey. Çünkü büyük bir sorundu. Vakıfların, çok haksız olduğu ayan beyan ortada olan paralarını kesmesi. Bütün bunlar İmamoğlu’na oy veren kitlelerin beklediği şeyler.
Ankara’da nasıl gidiyor işler?
Ankara’da Mansur Yavaş daha sessiz, derinden ve gerçekten radikal, icraata yönelik adımlar atıyor. Ankara’nın çehresi değişmeye başladı. Mesela, Çankaya Ankara’da çok merkezi bir yerdedir. Devlet daireleri, hükümet, büyükelçilikler, Genelkurmay, Meclis hepsi Çankaya ilçesinde. Çankaya ilçesinde CHP’nin oy oranı {4a62a0b61d095f9fa64ff0aeb2e5f07472fcd403e64dbe9b2a0b309ae33c1dfd}70’n üzerinde. Hiçbir şey yapılamıyordu. Çünkü Melih Gökçek en küçük sokaklara bile cadde adı veriyordu mesela. Cadde olduğu zaman o Büyükşehir Belediyesine geçiyordu. Hizmet gitmiyordu, insanlar ilçe belediyesini suçluyordu. Şimdi Büyükşehir Belediyesi CHP’ye geçti. İlçe belediyesi olarak CHP’nin çok fazla belediyesi yok. Fakat birden çehre değişikliği başladı. Demek ki oluyormuş. Kızılay bölgesi bir mezbeleliğe dönmüştü. Şimdi altyapı çalışmaları başlamış, yapılıyor.
Orayı trafiğe kapatmaları söz konusu galiba.
Bir şeyler yapılıyor. Ama Ekrem İmamoğlu ile Mansur Yavaş’ın üslupları gayet farklı. Mansur Yavaş tamamen icraata yönelik bir şeyler yapıyor. Mesela, belediye ihalelerini, Meclis toplantılarını canlı yayınlama yöntemi şimdi pek çok belediye tarafından yapılıyor. Bu, insanlarda bir şeffaflık duygusu getiriyor. Hatta Mansur Yavaş döneminde Ankara Belediyesi’nde olan bir sorun, yine o canlı yayınlarda ortaya çıktı. Hemen önlemini aldılar. Düşen maliyetler gördük. Mesela bu ağaç meselesini şeffaflık olmadığı için hiç bilmiyorduk. Biz gazeteci olarak bile bilmiyorduk, vatandaş nereden bilsin? Mansur Yavaş “İthal ağaçları yasaklayacağım” dedi. Yahu 5 katına mal oluyormuş. Akasya ağacını, Mısır’dan, Almanya’dan oradan buradan yandaş şirketler üzerinden ithal ediyorsun, Ankaralıya 5 katına mal oluyor. E şimdi beşte birine mal ediyorsun. Hem de Türkiye’deki fidanlıklar çalışmış oluyor, böylece istihdam yaratılmış oluyor. Sonuç olarak, Ekrem İmamoğlu’nun icraata yönelik çalışmalarla ortaya çıkması onun işlevini de artıracaktır diye düşünüyorum.
Murat çok sağ ol, burada noktayı koyalım. Evet, Murat Yetkin’le içeriyi ve dışarıyı, dışarısı bağlamında özellikle Suriye’yi, içeride de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin sorunlarını, yeni parti ihtimallerini konuştuk. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. İzleyicilerimize de teşekkürler. İyi günler.
MEDYASCOPE DUYURUSU
Medyascope’a destek olmak ister misiniz?
Yayınlarımızı sürdürebilmek ve daha kaliteli kılmak için desteğinize ihtiyacımız var.
Medyascope olarak Ağustos 2015’ten itibaren, çölleşen haber ikliminde her kesimden herkese su verecek bir vaha olmaya çalışıyoruz. Özgürlüğümüzden, bağımsızlığımızdan, ve çok yanlı habercilik anlayışımızdan taviz vermemekte kararlıyız. Çoğunlukla gençlerden oluşan kadromuzla, dijital medyanın olanaklarını kullanarak yayın yapıyor ve her geçen gün hem içerik hem de teknik olarak büyüyoruz. Hedefimiz yayın gün ve saatlerimizi artırmak; içeriklerimizi daha da zenginleştirmek. Bu da sizin desteklerinizle mümkün. Çok teşekkürler.