Türkiye 29 Ekim’de Cumhuriyet Bayramını kutlarken, ABD Temsilciler Meclisi Ankara’yı zorlamak amacıyla iki önemli karar aldı. Bunlardan birisi, Suriye’deki harekâta son verilmesi için askeri-ekonomik yaptırımlar uygulanmasını öngörüyor; hem Başkan Donald Trump’ın partisi olan Cumhuriyetçiler, hem de muhalif Demokratların ortaklığıyla, 16’ya karşı 403 oyla geçti. Diğerinin ise güncel konularla ilgisi yok. Bu yıl 11 Nisan’da verilmiş ve oylanmamış Ermeni soykırım iddiasının kabulünü öngören tasarı da 11’e karşı 405 oyla kabul edildi. Her ikisi de önce Senato’da oylanacak, orada kabul edilirse de Trump’ın onayına sunulacak.
Bu ortaya ilginç bir durum çıkarıyor. Eğer Demokratların çoğunlukta olduğu Temsilciler Meclisi sadece Suriye harekâtına tepki olarak yaptırımları çıkartmış olsaydı, bunu hem (yaptırımların baş hedefi olan) Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a, hem de onun üzerinden Trump’ı zor düşürmek için oylandığı sonucuna varabilirdik. Oysa her yıl 24 Nisan vesilesiyle Nisan ayında görmeye alıştığımız Ermeni karar tasarısı, durduk yerde, sadece Türkiye’nin canını acıtmak amacıyla gündeme taşınıyor.
Dolayısıyla, Temsilciler Meclisi kararının nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:
1- Türkiye’nin Suriye harekâtına ve harekâtın “Kürt müttefiklere” yani onların gözünde “Hristiyanları IŞİD zulmünden kurtaran” YPG’ye yönelmiş olmasına tepki,
2- Bir yandan ABD’ye rağmen Rusya ile işbirliği yapan ve onların gözünde artık “ılımlı” İslamcı sayılmayan Erdoğan’a tepki,
3- Bu yolla Trump’a karşı tepkinin yükseldiğini göstermek, görevden alınması için –onların gözünde- Erdoğan’ın avukatlığını yapan Trump’a diğer konuların yanında Türkiye üzerinden de saldırıda bulunmak.
ABD iç politikasında gözler o kadar kararmış ki, kendi iktidar savaşları ve Türkiye ile hükümetler arası ilişkilerdeki çelişkiler nedeniyle 70 yıllık batı ittifakı bağlantısını ve devletten devlete ilişkileri tehlikeye atmaktan çekinmiyorlar.
Ne gibi sonuçlar doğurur?
ABD’li, kaynaklara göre yaptırım tasarısının Senato’dan geçmesi başka koşullar altında daha zor olurdu, çünkü orada çoğunluk Cumhuriyetçilerdeydi ve Senatör Lindsey Graham üzerinde Trump’ın belli bir etkisi vardı. Ancak Ermeni karar tasarısı için kimse garanti veremiyor; Türkiye’ye, daha doğrusu Erdoğan’a tepki orada kendisini gösterebilir. Bu da;
1- Türkiye’nin onlarca yıldır izlediği Ermeni tasarılarını büyükelçiyi çekme, ya da başka bir konuda taviz verme manevralarıyla Senato, ya da Başkan tarafından geri çevrilmesi yoluyla engellenmesi taktiğini zor sokar. Hem Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, hem de Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın anında sert tepkiler vermesi biraz da bu yüzden,
2- Ermeni tasarısının rüzgârıyla Senato’da da yaptırımlardan yana rüzgâr estirebilir. Ancak (Graham’ın dediği gibi) Senato kendi tasarısını oylamak isteyerek Temsilcilerinkini ona göre düzeltilmesi için geri gönderebilir. Temsilciler bunu onaylarsa, ikisinin birden senatodan geçme ihtimali ortaya çıkar,
3- Eğer tasarılar, biri ya da ikisi birden, Senato’da oylanırsa, Başkan Trump’ın önüne gider ve onun da karar vermek için 10 gün süresi kalır.
Bu durum, Erdoğan’ın da, Türkiye’nin de kararını Trump’ın insafına bağlı kılar.
Ama diyelim ki Senato, ya da Trump geri çevirse dahi, ortadaki tablo Türkiye-ABD ilişkilerinde tamiri alacak çatlakların derinleştiğini gösteriyor.
Ankara’da, hükümet katında çıkan tek farklı sesin, Rus yapımı Su-35 uçağının alınması sorulduğunda, “Hayır, bir F-35 ortağıyız” diyen Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’a ait olduğuna dikkat çekmek gerekiyor.
Çıkış yolu var mı?
Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin giderek Soğuk Savaş yıllarında olduğu gibi askerden-askere nitelik kazandığı görülüyor. Ancak bu defa askerler arasında da çelişkiler var.
Gerek ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence ile Erdoğan arasındaki 16 Ekim Ankara mutabakatıyla Suriye’deki askeri varlığa, gerekse Türkiye’nin 26 Ekim’de IŞİD lideri Ebu Bekir el-Bağdadi’ye karşı düzenlenen harekâtta hava sahası kullanımına izin vermiş olmasının bu durumu yumuşatmadığı anlaşılıyor. Tam tersine Amerikan medyasında, tabii YPG/PKK’nın propagandasının da etkisiyle Türkiye’nin kontrolü altında olması beklenen İdlib bölgesinde, Türkiye sınırına beş kilometre mesafede çoluk çocuk oturan el-Bağdadi’nin Türk güvenlik birimleri tarafından nasıl fark edilmediği ve harekete geçilmediği sorgulanıyor. İşte Temsilciler Meclisinde daha önce eşi görülmemiş oylama sonucunun çıkmasında bu durumun da etkisi var.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti hükümetlerinin, özellikle son beş-altı yılda, ABD ile ilişkilerin sadece Cumhurbaşkanı ile Başkan arasında yürütülebileceği yolundaki yanlış değerlendirmesinin de bu sonuçta payı var. Kongre ile ilişkilerin ihmal edilmesi işleri bu noktaya getirdi. Bu ilişkilerin tamiri zaman alacaktır.
Mevcut krize gelinde, ABD’den gelen tepkilerin sertliği, orada da belli bir sıkışmanın yaşandığına işaret ediyor. Uluslararası ilişkilerin düğümlendiği noktalarda ya tatlı dil, ya keskin kılıç devreye girer; kılıçtan kaçınmak, konuşmayı kesmemek gerekiyor. Bugünkü krizden çıkış da diyalog ve diplomasi yolundan geçiyor.