Konu bir süredir pek öne çıkarılmıyordu. Belki Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, AK Parti tabanında görünür hale gelen mevzi ve taban kaybını partililerin kendilerini dünya işlerine fazla kaptırıp din işlerini boşlamasına bağladı; tabanı toparlamak için bu yola başvurdu. Belki bu yüzden “İslam bize göre değil, biz İslam’a göre hareket edeceğiz” çıkışını yaptı. Belki o nedenle ilk defa Resmi Gazetede yayınlanan bir kararda ölçü olarak Hz. Muhammed’in hadisine ve Allah korkusuna, yasalar karşısında değil de kıyamet günü hesaba çekilme uyarısına yer verildi.
Aslında işaret fişeği 8 Kasım’da Erdoğan’ın ilahiyat mezunlarının öğretmen olmak istememesine, hatta imam-hatip okullarında Kur’an derslerinin dahi boş geçmesine kızmasıyla atılmıştı. Bu gelişme ardından başka örnekler duyulmaya başladı. Örneğin, eğitimde uluslararası ölçü sayılan PISA sıralamasında matematik, fizik, hatta okuduğunu anlama alanlarında öğrencilerimiz dünya ortalamasının altında yer alırken, 2020 yılında alınacak 20 bin sözleşmeli öğretmende din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenleri, sınıf öğretmenliği ardından ikinci sırada yer alıyordu. Meclis’te 21 Aralık günü kabul edilen 2020 Bütçesinde Diyanet İşleri Başkanlığına ayrılan 11,5 milyar liralık bütçe, İçişleri, Dışişleri, Tarım ve Orman, Ticaret, Enerji ve Tabii kaynaklar, Çevre ve Şehircilik, Kültür ve Turizm Bakanlıkları bütçelerinden fazla. Anadolu İlahiyat Akademisinin, önceki Diyanet İşleri Başkanlarından Ali Bardakoğlu’nun başkanlığında “Değerlerden Pratiğe Ortak Bir Fıkıh-Hukuk Politikası” çalıştayı düzenleyeceği öğrenildi. (Haberi yazan Işık Kansu ve Cumhuriyet gazetesi, daha önce bu konuda geçmişi olan Yeni Akitçilerin başlattığı tehditlere maruz kaldı.) Laik hukuk rejimi ile İslami hukuk rejimi arasında “ortaklık” arayışı söz konusuydu.
Hangi nedenle olursa olsun, hükümetin Anayasal değerleri İslami değerlere uyumlu hale getirmesi eğilimi içinde olduğu algısı var. Fikret Bila’nın dikkat çektiği gibi, böylesi bir durum laiklik ilkesini zedelemenin ötesine hukuk sistemini iki başlı hale getireceği için de Anayasa’ya aykırılık tartışmalarını başlatacaktır. Bu ihtimal, toplumun Anayasanın laik, demokratik, sosyal hukuk devleti ilkelerine bağlı kesimlerinde huzursuzluğa yol açacaktır. Buna, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kurulan Cumhuriyetin en önemli kazanımlarından olan kadın-erkek eşitliğine inanan kesimler dâhildir.
Amaçlanan ne?
Amaçlanan, Cumhuriyetin yüzüncü yılına doğru giderken devlet işlerini din işlerine göre ayarlama çabası, yani laiklik ilkesini belki sadece kâğıt üzerinde bırakıp, örneğin Mısır gibi Türkiye’yi din işlerine göre yönetme çabası mı? Yoksa sadece AK Parti tabanını değil, diğer partilerin tabanındaki inançlı insanları da din ekseninde bir tercihle karşı karşıya bırakıp oy toparlanmasını sağlamak mı?
Çünkü yerel seçimlerde AK Parti-MHP ittifakının, daha çok AK Parti aleyhine işleyen mevzi ve taban kaybının mevcut ekonomi tablosuyla toparlanması imkânının güçlüğü ortada. İnsanlar açıklanan enflasyon rakamlarına, işsizlik rakamlarına değil, artan hayat pahalılığına, artan işsizliğe, asgari ücretin artık istisna değil kural haline gelmesine, ödemelerin aksamasına bakıyor. Rusya ile S-400 anlaşması nedeniyle gündeme gelen ABD yaptırımlarının ekonomiyi olumlu yönde etkilemeyeceğiyse ortada. Teröristlikle suçlanma korkusundan bu sorunlar yüksek sesle dile getirilemiyor bile.
Öte yandan AK Parti-MHP ittifakıyla pastadan pay almak isteyenler artarken, pasta küçülüyor. AK Parti’nin kuruluşunda ortaya konan ideallerden uzaklaşıldığı iddiasıyla Ahmet Davutoğlu’nun Gelecek Partisi’ne ve Ali Babacan’ın kuruluşu muhtemelen 2020 başına kalacak partisine taban kaymaları var; bu kaymanın yüksek oranlarda olması gerekmiyor. Bu iki neden iç gerilimlerin kaynağı.
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin desteğiyle benimsenen yüzde 50+1 eşiği nedeniyle, düşük yüzdelerle oy almalarının dahi Erdoğan’a pahalıya mal olabileceği siyaset kulisinde konuşuluyor. Dahası, MHP ile ittifak yüzünden Kürt seçmen Erdoğan ile arasına mesafe koyuyor, ittifak nedeniyle artan milliyetçi söylem, son anketlerin iddiasına göre AK Parti’den MHP’ye seçmen kaybetmesine yol açıyor.
Artan İslami söylemin bu gidişi durdurmak için mi olduğu kuşkusu bu gerekçelerden kaynaklanıyor.
Ve idarede sorunlar
Yine yerel seçimlerden bu yana Erdoğan’ın Bahçeli desteğine borçlu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde daha önce görülmeyen gelişmelere tanık olunuyor.
İlk örnek, termik santrallere, vatandaşın sağlığı için takılması gereken filtrelerin, daha çok kâr amacıyla takılmasının ertelenmesini öngören yasa maddesinin Erdoğan tarafından veto edilmesi oldu. Oysa yasa tasarısını Meclis’e getiren ve MHP desteğiyle kabulünü sağlayan, kendi genel başkanlığındaki AK Parti idi. Ortada iki ihtimal vardı. Ya Meclis’teki parti grubundan bazı vekiller, hükümetin bazı bakanları ve Beştepe’deki bazı yetkililer Erdoğan’dan habersiz iş çeviriyorlardı, ya da Erdoğan AK Parti bünyesinden dahi gelen tepkiler nedeniyle kararını değiştirmek zorunda kalmıştı.
Bir başka örnek Simit Sarayı gıda zincirinin hükümet eliyle kurtarılması tartışmasında yaşandı. Konu Ziraat Bankası’nın Rekabet Kurumu’na, borçlarını ödeyemez hale gelen Simit Sarayı zincirinin yüzde 51 hissesini alma başvurusunda bulunmasıyla ortaya döküldü. Bankanın zaten 2019 yılında 3 milyar lira civarında zarar edeceği anlaşılıyordu. CHP ve İYİ Parti sert tepki gösterdi. Konu kamuoyunda ayyuka çıktıktan sonra Erdoğan açıkladı: duyar duymaz Ziraat Bankası Genel Müdürünü aramış tepki göstermişti. Banka başvurusunu sessizce geri çekti. Oysa Ziraat Bankası, başında Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın bulunduğu Hazine ve Maliye Bakanlığının “ilgili kuruluşları” arasındaydı.
Benzeri bir durum, Avrupa Birliği Uyum Reformları çerçevesinde AK parti döneminde kaldırılan güvenlik soruşturmasının geri getirilmesi girişiminde görüldü. Muhalefetin Anayasa’ya aykırılık uyarısı sonrasında madde geri çekildi. Sabah Yazarı Mehmet Barlas, 22 Aralık’ta benzeri bir geri adımın “Değerli Konut Vergisi” alanında atılabileceğini yazdı; amaç yönetime para sağlamaksa” yöntemi kendi evinde oturan vatandaşı “taşınmazları ticaret için kullananlara ezdirmek” olmamalıydı.
İşte bu ahval ve şerait altında gündeme getiriliyor laik anayasal düzeni İslami ölçülere göre tanımlama çabaları.