Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ABD Başkanı Donald Trump’a hayli kızmış ve alınmış olduğu anlaşılıyor; İran’lı komutan Kasım Süleymani’yi Irak’ta vuracaklarını önceden haber vermemesi nedeniyle. Bunu 5 Ocak akşamı şöyle ifade etti: “Biz o akşam Trump ile görüşme yapmıştık. Bizim görüşmemizden 4-5 saat sonra oldu. Herhalde hazırlanmıştı, planlanmıştı. Biz de haberi bu noktada alınca şok olduk.”
Kaldı ki o görüşmede, son birkaç gündür Irak’ta tırmanan ABD-İran gerilimi de konuşulmuştu. Dahası, anladığımız kadarıyla Erdoğan, İran’ın üzerine fazla gitmemesini istemiş, kendisinden Libya’ya asker göndermemesini isteyen Trump’tan. Erdoğan’ın kızgınlığı muhtemelen “dostum” dediği ve gerçekten de ABD yönetim kademelerindeki tek dostu kalan Trump’ın, o ne demişse tersini yapması olmuş. Gerçi Erdoğan’da, Trump ne derse tersini yapıyor. Nitekim Libya’ya asker göndermeye “peyderpey” başladığımızı da, Türk subaylarının da eğitmen olarak bulunduğu Libya Harp Akademisinin, Hafter güçlerinin kanlı saldırısına uğradığı haberinin geldiği aynı 5 Ocak günü aldık. Demek ki dostluk başka, siyasi çıkar başka.
Trump’ın İran’la çatışmayı kendi siyasi çıkarı için, azil sürecinden kurtulmak için yaptığı, bunu zamanında kendi azil sürecinden kurtulmak için Irak’a saldıran Bill Clinton’un da yapmış olduğu iddiası, kulağa çekici gelse de sığ bir iddia. Öncelikle Trump’ın azil sürecinin görevden alınmasıyla sonuçlanması ihtimali yok denecek kadar düşük; Senato’dan geçmesi imkânsıza yakın. Trump’ın Süleymani suikastı için emir vermesinde ABD’deki, Eisenhower’ın deyişiyle “askeri sanayi kompleksin” Orta Doğu’daki siyasi çıkarlarını gözettiği, yakın zamana dek eleştirdiği bu gruba teslim olduğu söylenebilir.
Çünkü yaşadığımız tehlikeli gelişmelerin tek nedeni ABD iç politikası değil. Suriye savaşı kaynaklı IŞİD tehdidinin azalmasıyla, Irak’ta İran yanlısı Haşdi Şaabi ve Ketaib Hizbullah gibi silahlı örgütlerin ABD ile dolaylı işbirliği zayıfladı. Irak’ta ortaya çıkan ve Şii ağırlıkta olmasına karşın hem ABD, hem İran etkisine karşı çıkan protesto hareketleri sadece Bağdat’ta hem ABD, hem de İran desteğiyle ayakta duran hükümeti yıpratmakla kalmadı. Hem Washington, hem de Tahran’ı birbirlerine karşı hamle yapmaya zorladı. İran yanlısı gruplar, varlıklarını kanıtlamak için ABD üslerine saldırınca hızla tırmanma başladı: karşılık verildi, ABD elçiliği basıldı ve sonrasında Süleymani öldürüldü.
ABD dünya siyasetinde çok önceleri kapatılmış tehlikeli bir sayfayı yeniden açtı: arada gizli servis, ya da başka bir maşa örgüt olmadan, devlet kararıyla ve resmi silahlı kuvvetleri aracılığıyla başka bir devletin resmi görevlisi öldürüldü. Neticede Süleymani, yıllardır İran dışında pek çok terör eylemine karışmış örgütün arkasındaki beyin konumunda olsa da İran’ın resmi askeri kuruluşlarından Devrim Muhafızlarının dış operasyonlar birimi Kudüs Gücünün, tümgeneral rütbesindeki komutanıydı. ABD devlete suikastlar dönemini başlatmış olabilir.
Trump’ın İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile karşılıklı tehditleri artıyor. İran yanlısı Irak Hizbullahı, Irak güvenlik güçlerine ABD hedeflerinden uzak durma çağrısı yaptı; bunu İran’ın kolunun uzandığı dünyanın her yerindeki Amerikan temsilcilik, üs ve hatta tesisleri şeklinde anlamak mümkün. Köşeye sıkıştırılmış İran’ın yapabilecekleri can yakıcı olabilir.
Öte yandan İran, Avrupa Birliğinin bütün çabalarına karşın, Süleymani suikastı sonrasında nükleer anlaşmayı askıya aldığını açıkladı. İran’ın Basra Körfezi’nin Hint Okyanusuna çıkışı olan Hürmüz Boğazını kapatması, Japonya, Hindistan ve Çin gibi Orta Doğu’dan petrol alan dev ekonomileri zora sokabilir. ABD’nin Irak’a 3,500 asker gönderme kararına Irak parlamentosu ABD’nin (ve diğer askeri güçlerin) ülkeden çıkması kararıyla cevap verdi. Ama Irak’a 2003’de silah zoruyla girip Saddam Hüseyin’i deviren ABD’nin, kendi desteğiyle ayakta duran Irak parlamentosunun kararını dikkate almayacağını Dışişleri Bakanı Mike Pompeo açıkladı bile.
Rusya ve Çin, tepkili ama şimdilik eylemsiz…
Trump ise dünyayı ateşe atabilecek hamlelerini, Türkiye sınırlarında yapmaya devam ediyor: Irak, Suriye ve şimdi Irak üzerinden İran.
Türkiye bir süredir, ABD yaptırımları nedeniyle İran’dan petrol dışalımını başka kaynaklara kaydırmaya başlamıştı; 2018’de petrol dışalımının yarısını İran’dandı. Irak’taki ABD-İran gerilimi ise Türkiye’yi birkaç yönden etkileyebilir. Ticari açıdan, Suriye, Mısır ve İsrail’le ilişkileri çok zayıflayan Türkiye için Arap pazarlarına açılımın önemli kapısı Irak kalmıştı. Her Irak, hem de Kürdistan Bölgesel Yönetimi özerk hükümetiyle petrol anlaşmaları da bulunuyor; Kerkük ve Musul’dan Ceyhan’a iki petrol hattı hâlâ önem taşıyor. Keza, Orta Asya ile ticaret açısından en önemli rota İran. Bu durum, Türkiye’de zaten toparlanma yolları arayan ekonomi üzerine, etkisi sınır illeriyle de sınırlı kalmayacak bir yük getirecektir.
Ancak asıl risk siyasi. Türkiye, 1639 Kasrı Şirin sınır anlaşmasından bu yana İran ile savaşmıyor, iyi de ediyor. ABD’nin Türkiye’den İran’a karşı askeri harekât için destek istemesi, ABD ile mevcut çelişkileri daha da derinleştirebilir. Zaten Erdoğan’ın Süleymani suikastı üzerine sözlerinin satır aralarında “Bize İran için gelmeyin” mesajı var. ABD’nin Türkiye’yi İran için zorlaması, kendisi dâhil kimseye bir fayda sağlamaz.
Öte yandan, Irak’ın karışması, İran ile çatışma ortamı, Türkiye’ye stratejik avantaj da getirebilir. Suriye’nin iç savaş yıkımında, Irak’ın derin istikrarsızlıklar içinde olduğu ve Rusya’nın kuzeyde hazır beklediği bir ortamda, Türkiye’nin NATO içindeki önemi yeniden hatırlanabilir. Buradan Doğu Akdeniz’deki gerilim konusunda kazanımlar da çıkabilir. Benzeri bir durumun ABD’nin İran İslam Devrimi sonrasında Türkiye’deki 12 Eylül 1980 askeri darbesine destek vermesinde yaşandığı unutulmamalı. Ancak o zaman böyle bir fırsatçılığın sonucu ne stratejik açıdan, ne de demokratik ve insani açıdan Türkiye’nin ve halkın lehine olmuştu. Batı, stratejik çıkarları (örneğin Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşü ve Moskova’ya karşı katı tutumun devamı karşılığında) 12 Eylül yönetimin insani ve demokratik hak ihlallerine göz yummuş, ama Evren’e “asker sözü” verildiği halde Türkiye AB’ye alınmamıştı. O nedenle, fırsatçı politikaların kısa vadede yönetenlere çıkar sağlar görünse de uzun vadede ülkenin zararına işleyebileceği de akıldan çıkarılmamalı.
Türkiye fırsatçı değil, barışçı politika izlemeli. Türkiye’nin, ülkesi ve halkıyla çıkarı savaştan değil, barıştan yanadır. Hem siyasi, hem ekonomik, hem coğrafi, tarihi ve insani çıkarı barıştan yanadır.
Suriye iç savaşında taraf olmamızın siyasi, ekonomik, güvenlik ve sosyal maliyeti ortadadır ve hâlâ can yanmaktadır.
Türkiye bu ortamda bölgede daha büyük çaplı çatışma ve savaşları önlemeye ve kendisi de bu savaşların bir parçası olmaktan uzak durmaya çalışmalıdır. Bunun için ağırlık diplomaside olmalıdır.
Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” siyasetini yeniden ve güçlü şekilde hatırlayıp uygulamaya ihtiyacımız, her zamankinden fazladır. Ve bir de “Millet hayatı tehlikeye uğramadıkça, harp bir cinayettir” sözünü.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer'in tutuklanmasını protesto etmek için düzenlenen mitingdeki…
Avrupa Komisyonu'nun üyeliğe aday ülkelerin son bir yıl içindeki gelişmelerini değerlendiren yıllık raporu, 30 Ekim…
Kıbrıs Rum Yönetimi Cumhurbaşkanı Nikos Christodoulides’in Beyaz Saray’da ABD Başkanı Joe Biden ile yaptığı görüşme,…
TBMM'de 2025 yılı bütçe kanun teklifi görüşmeleri başladı. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, TBMM Plan ve…
CHP’nin kitlelere sert muhalefet sözü vermesi için başına saksı düşmesi gerekiyormuş demek ki; o saksı…
Kayyum virüsü İstanbul’a da sıçradı. AK Partili ya da MHP’li olmayan bütün belediyeleri tehdit altına…