Stella Levi, Balat’tan Paris’e gelin gittiğinde henüz İkinci Dünya Savaşı patlamamıştı. Ama Nazi ordularının işgaliyle beraber Paris’te de müthiş bir Yahudi avı başladı. Stella’nın hâlâ Türk pasaportu vardı, korunma talebiyle Paris’teki Türkiye Büyükelçiliğine başvurdu. Ancak iki kızı, Irene ve Neli Türk vatandaşı değildi, Naziler tarafından alınıp toplama kamplarından birine, muhtemelen Drancy’dekine atılmaları ihtimali vardı. Yeni soyadıyla Stella Aseo, çocuklarını kurtarması için Türkiye’nin Paris Büyükelçisi Behiç Erkin’den yardım istedi.
Erkin, Paris Başkonsolosu Namık Yolga ve Marsilya Başkonsolos Yardımcısı Necdet Kent’e, Stella’nın ve iki kızının isimlerinin de Türkiye Yahudilerini Nazilerin elinden kurtarmak için yapılan gizli kurtarma planının listesine eklenmesi için ne gerekiyorsa yapmaları talimatı verdi. Stella, yakalanmamak için durmadan yer değiştirirken iki kızına da hızla Türk pasaportu çıkartıldığı haberini aldı. 1943 yılında trenle İstanbul’a dönen yüzlerce Yahudi’nin arasında onlar da vardı.
Stella’nın o zamanlar 3 yaşında olan yeğeni ve evlerinde kaldıkları kız kardeşi Roza’nın kızı Jale, yıllar sonra kendi oğlu İshak’a, Naziler yakalarsa başka bir şey söyleyemesinler iki küçük kıza şarkı olarak sadece Fransız milli marşı Marseillaise’in öğretilmiş olduğunu anlatacaktı. İsak, yani Stella’nın yeğeni, Jale’nin oğlu İshak İbrahimzadeh, 31 Ocak 2020 tarihinde Ankara’da düzenlenen Holokost Kurbanlarını Anma toplantısında, Türk diplomatların çabasını överken kısaca büyük teyzesi ve kızlarına da değindi. Almanya’daki Nazi iktidarının Almanya ve işgal altındaki Avrupa’da, sırf Yahudi olmaları nedeniyle tutuklayıp toplama kamplarında (komünist, Roman ve eşcinsellerle birlikte) öldürdüğü 6 milyon insanı anarken heyecandan sesi titriyordu; İshak İbrahimzadeh, konuşmayı Türk Yahudi Cemaatinin Başkanı olarak yapıyordu.
Sade bir anma toplantısı
İbrahimzadeh, “nefret söyleminin” azim ve hırsının insanları nereye götürebileceği konusunda Tevrat’tan da örnekler vererek, kendisini Tanrı sanan Firavun’un, Hazreti Musa’nın uyarıları ve başına gelen “on felakete” rağmen bildiğini okumasının kendisini ve halkını nasıl yıkıma götürdüğünü anlattı. Nazi terörünün simgesi olan Auchwitz-Birkenau toplama kampına ilk kez bu yıl, kampın Sovyet Kızıl Ordusu tarafından kurtarılışının 75’inci yılı törenleri için gitmiş ve oradan çıkmanın ne kadar zor olduğunu yaşayarak anlamıştı.
Auschwitz’in kurtarıldığı gün olan 27 Ocak, dünya Holokost Günü olarak anılıyor. 2011 yılından bu yana Türkiye’de de adına bu tür kapalı toplantılar (yalnızca Ankara’daki diplomatik misyon, az sayıda akademik kadro, Cemaat temsilcileri ve basın vardı) düzenlenen Holokost Kurbanlarını Anma Gününe son beş yıldır, İkinci Dünya savaşı sırasında Nazi zulmünden kaçan onlarca Yahudi bilim insanına kapılarını açan Ankara Üniversitesi ev sahipliği yapıyor. Üniversitenin Konferans Salonundaki toplantıda konuşan Rektör Erkan İbiş’in konuşmasında “toplama kampı değil, ölüm kampı” benzetmesini, toplantıya katılan Yahudi Cemaati üyeleri sessizce başlarıyla onayladı.
Bu yılki anma töreninin öncekilerden farkı ilk kez bir Bakanın da hükümeti temsilen katılmasıydı. Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy konuşmasında, bundan 5 yüzyıl küsur önce Osmanlı İmparatorluğunun İspanya’daki Katolik Engizisyondan kaçan Yahudilere kucak açma politikasını hatırlatarak, Türkiye’nin ne Holokostun bir parçası olduğunu, ne de yapılanlara göz yumduğunu vurguladı. (Almanya Büyükelçisi Martin Erdmann ve Rusya Büyükelçisi Aleksey Erkhov’un yanı sıra İspanya Büyükelçisi Juan Gonzales-Barba da törendeydi.)
Bir önceki gün, 30 Ocak tarihinde, Yahudi Cemaati Hahambaşı İsak Haleva liderliğinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı ziyaret etmiş, ancak ziyaretin öncesinde veya sonrasında herhangi bir açıklama yapılmamıştı. Heyet daha sonra Ankara’nın bir zamanlar canlı, ama şimdi sayısı giderek azalan Yahudi cemaati ile birlikte Ulus’taki Ankara Sinagogunda ibadet etmiş, sonra da Dışişleri yetkililerince verilen yemeğe katılmıştı.
Tören ve etkinliklerin düşük profilli tutulmasının başlıca nedeni, Türkiye’de belli İslamcı ve milliyetçi grupların, Türkiye-İsrail ilişkilerinde son yıllarda yaşanan bozulmayla birlikte Yahudi cemaatine önyargılı bakış ve olumsuz algısının artması. Radikal İslamcı gruplar Musevi cemaatini doğrudan hedef alırken (El Kaide’nin 15 Kasım 2003’te İstanbul’daki iki sinagog saldırısında 23 kişiyi öldürdüğünü hatırlayalım), İslamcı, hatta hükümet yanlısı medyada sık sık (İsrail hükümetini eleştirmenin ötesinde) Yahudi-karşıtı yazılar yer alıyor. Sadece AK Parti değil, önceki Türk hükümetleriyse Cemaatin uluslararası etkisini Türk dış politikasına destek vermekte kullanmasını isteyegeldi.
Siyasi havanın olumsuz etkileri
Bu çelişki Erdoğan hükümetinin duruşunu da etkiliyor. Örneğin, ABD Başkanı Donald Trump’ın 29 Ocak’ta açıkladığı ve Türkiye’de her kesimin tepkisini çeken İsrail yanlısı Orta Doğu planı olmasaydı, 2005 yılında ABD’deki Yahudi topluluğu tarafından ödül verilen Erdoğan’ın 30 Ocak’ta Yahudi Cemaatini kabulünde belki de Holokost Kurbanlarını bir açıklamayla anması mümkün olur muydu? Sormaya değer.
Bir başka örnek, Türkiye’nin tıpkı Avrupa Birliği (AB) gibi girmek isteyip de giremediği bir kuruluşa üyeliği konusunda yaşanıyor; bu kuruluş Uluslararası Holokost Anma İttifakı (IHRA). İbrahimzadeh konuşmasında, Yahudi Cemaatinin Dışişleri bakanlığının girişimlerini desteklediğini ve bu üyeliğin dünya Yahudi toplumlarının –sadece Türkiye değil- İslam dünyası ile aralarında köprü kurma ihtiyacını karşılayacağına inandıklarını vurguladı.
Ancak Türkiye 12 yıldır IHRA’da gözlemci üye olmasına rağmen, tam üye olamıyor. İttifaka üye kabul edilmenin belli kriterleri yerine getirmek gerekiyor. Bunlardan birisi 27 Ocak’ı resmen Holokost Kurbanlarını Anma Günü ilan etmek. Bir diğeri 27 Ocak’ta devlet yetkililerinin, kamuoyu önünde Holokost’u kınayan açıklamalar yapması. (Haleva, konuşmasında –“yıkım” anlamında kullanılan- Holokost’un, Yahudi soykırımı yerine kullanılmamasını isteyerek, soykırım suçundan öteye bir anlam taşıdığını öne sürdü.) Bir de ders kitaplarında İkinci Dünya savaşı anlatılırken öğrencilere Holokost hakkında doğru bilgi verilmesi şartı var.
Bizde en zoru belki de bu sonuncusu. Çünkü bırakalım Holokost’u, tarih dersi kitaplarımızda doğru dürüst İkinci Dünya Savaşı ve sonrasına dair bilgi de verilmiyor. Milli Eğitim Bakanlığı Türkiye’nin yakın tarihine dair hassas konulara ders kitaplarında yer verilmesinden yana değil. Bunda bir ölçüde Soğuk savaş ve askeri darbeler döneminden uzak durma kaygısı da var.
Törene gelince, son derece dokunaklıydı. Ankara Üniversitesi Konservatuarı sanatçıları Holokost kurbanları tarafından bestelenmiş şarkıları seslendirdiler. Joan Baez’in sesinden tanıdığımız” Donna, Donna” şarkısının bu bestelerden biri olduğunu bilmiyordum. Deutsche Welle tarafından hazırlanan bir belgeselde Holokost’tan sağ kurtulabilenlerin anlattıkları tüyler ürperticiydi. Daha sonra, Nazi iktidarı zamanında acımasızca katledilenler için mumların yakılmasından önce, yine Ankara Üniversitesi Konservatuarına bağlı genç dansçılar bir gösteri sergilediler.
Belki bölgesel politikalarda işler biraz yoluna girerse, Holokostu daha üst düzey törenlerle hatırlamak, böylece daha çok kişinin tarihin bu karanlık sayfasını öğrenip ders çıkarması mümkün olur.