Cümlenin tamamı aslında şöyle: ABD ve AB dayısı, İsrail Ortadoğu’nun kabadayısı. Gazze, Ramallah, Lübnan’dan sonra Suriye’de hem ordusu hem vekil güçleri aracılığıyla egemenlik kurmak istiyor. İsrail, Suriye ve Lübnan’ın güneyindeki Dürzilerin, Şam’daki Ahmed el Şara yönetimiyle çelişkilerini kullanıp koruyuculuğunu üstlenerek Suriye’nin zaten ağır silah ve hava gücünü yerle bir ettikleri her köşesine saldırıyor. 16 Temmuz’da
Enerji artık yalnızca bir kaynak değil—bölgesel sınırları yeniden çizen jeopolitik bir kaldıraç. Bunun en güncel örneği, Azerbaycan devlet enerji şirketi SOCAR ile Ahmed el-Şara liderliğindeki Suriye geçici yönetimi arasında 12 Tammuz’da Bakü’de imzalanan anlaşmadır. İlk adımda Azerbaycan’ın Türkiye üzerinden Suriye’ye doğalgaz satışını öngören bu mutabakat, konvansiyonel bir yatırım adımının çok ötesindedir: Ortadoğu’daki güç dengelerinin yeniden
MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın 29 Haziran’da Hamas Şura Meclisi Başkanı Muhammed İsmail Derviş ve beraberindekiler ile yaptığı duyurulan görüşmenin dört başlık altında yürütüldüğü anlaşılıyor. 1- Gazze’de yaşanan insani trajedi, 2- Gazze’deki insani dramın ve yıkımın sona erdirilerek yardım geçişlerinin derhal sağlanması için Türkiye’nin uluslararası toplumla ile birlikte yürüttüğü çabalar, 3- Filistinli guruplar arasında uzlaşı sağlaması,
Ortadoğu’nun siyasi haritası değişti; ülke sınırları kâğıt üzerinde aynı kaldı ama artık yeni dengeler ve roller geçerli; ezberler altüst oldu. Geride, füzelerle yerle bir edilmiş ama henüz akıl ve işbirliğiyle yeniden kurulamamış bir bölgesel boşluk kaldı. Bu boşluğun yönetimi ise artık birkaç ülkenin değil, yalnızca iki aktörün üzerinde dönüyor: İsrail ve Türkiye. İsrail kaba gücüyle
Son haftalarda İsrail’in İran’a yönelik doğrudan saldırıları, İran’ın karşı saldırıları, ABD’nin nükleer tesisleri hedef alan operasyonları ve Devrim Muhafızları komutanlarının ölümüne kadar varan çatışmalarla gerilim zirveye tırmanmıştı. ABD Başkanı Donald Trump’ın sabahın ilk saatlerinde ilan ettiği sürpriz ateşkes ve “barış” çağrısı, sahada olduğu kadar Tahran’ın koridorlarında da taşları yerinden oynattı. İran, tarihi boyunca birçok devrime,
İranlı kadınlar, yıllardır sadece rejimin değil, savaşın, sessizliğin ve erkek egemen düzenin karşısında dimdik duruyor. 2025 Haziran’ında Ortadoğu yeniden sıcak bir savaşın eşiğindeyken, İranlı kadınlar ve kadınların mücadelesi bir kez daha tarihin en çetin sınavlarından birini veriyor. Bu satırları yazarken aklımda yalnızca onların öfkeleri değil; cesaretleri, yalnızlıkları ve inatları da var. Hem geçmişin yükünü, hem
Öncelikle şunu belirtmeli: ABD Başkanı Donald Trump 22 Haziran İran saldırısıyla inisiyatif almadı. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun çizdiği hatta ilerleyerek, kendi üslûbunca, kişisel karakteri ve ABD’nin iç siyasetinin dengeleri doğrultusunda hareket etti. Elbette, buradan kendine bir “dünya liderliği” parsası çıkaracaktır. Ancak, gerçek “güdüldüğü” yönde giderek bu adrese çıktığıdır. İran’ın bu aşamada nükleer kaynaklarının bir kısmını,
ABD 22 Haziran sabaha karşı 03.30 sularında İran’ı vurdu. Saldırıda ABD’de Missouri’deki üslerinden kalkan B-2 stratejik bombardıman uçağının taşıdığı 6 adet GBU-57 sığınak delici bombanın ve Hint Okyanusunda konuşlu ABD savaş gemilerinden atılan 30 Tomahawk füzesinin kullanılarak İran’ın Fordo, Natanz ve İsfahan nükleer tesislerinin vurulduğu duyuruldu ABD Başkanı Donald Trump, Trump, Türkiye saatiyle 05.25’te yaptığı