

İsrail’in saldırıları İran için yalnızca askeri değil sistemik bir yıkıma dönüşüyor. İsrail-İran savaşı Türkiye için yalnızca bölgesel bir kriz değil, iç barış ve diplomatik etkinlik bakımından bir uyanış çağrısı sayılmalı. (Şekil: AA)
İsrail’in İran’a 13 Haziran’da başlattığı hava harekâtı, sadece birkaç gün içinde klasik savaş tanımlarını aştı. Bu, konvansiyonel çatışmadan öte; altyapı yıkımı, istihbarat hâkimiyeti ve rejim hedefli sistematik bir yıpratma operasyonuydu. Füze atışlarının oluşturduğu denge algısının ötesinde, uluslararası analizler İran’ın hızla çözüldüğüne işaret ediyor.
Ancak bu savaşın en belirgin özelliği, etkisinin İran sınırlarını aşması. Türkiye, sadece coğrafi değil; enerji, güvenlik ve diplomasi düzeyinde de bu savaşın merkezine oldukça yakın. Dolayısıyla İsrail–İran savaşı, Türkiye’ye yalnızca askerî değil, yönetsel ve stratejik düzeyde ciddi sorular yöneltiyor.
İran: askerî değil, sistemik yıkım
İran hem askeri hem ideolojik olarak yalnız bir savaş yürütüyor. İsrail’in siber saldırılar, hava gücü ve derin istihbarat kapasitesiyle gerçekleştirdiği operasyonlar; rafinerilerden elektrik santrallerine, iletişim ağlarından nükleer tesislere kadar kritik altyapıyı hedef aldı.
Fardo gibi derin yeraltına inşa edilmiş nükleer zenginleştirme tesislerine yönelik saldırıların, yalnızca ABD’nin GBU-57 gibi gelişmiş mühimmatlarıyla mümkün olabileceği öne sürülüyor. BBC kaynaklı analizler, ABD’nin bu tür operasyonlar için teknik hazırlık yaptığına dikkat çekiyor.
İran’ın 1979 İslam Devrimi sonrası Şii mezhebi eksenli dış politika anlayışı, bölgesel nüfuz alanları yaratmak yerine uzun vadede yalnızlık getirdi. Bugün İran’ın yanında ne bir Arap ülkesi ne de stratejik olarak güvenilir bir müttefik bulunuyor.
Dahası, Mossad’ın İran yönetiminin içine kadar sızması, yalnızca istihbarat zafiyetini değil; rejimin çözülmeye yüz tuttuğunu da gösteriyor. Üst düzey yetkililere yönelik suikastlar, devlet aygıtında geri dönülmez bir çatlağa işaret ediyor.
İran’a gaz bağımlılığının bedeli
İran, Türkiye’nin doğal gaz ihtiyacının yaklaşık yüzde 16–20’sini karşılayan kilit bir tedarikçi. Bu oran kış aylarında daha da kritik hale geliyor. Savaş ortamında boru hatlarında yaşanabilecek teknik arızalar ya da kasıtlı sabotajlar, Türkiye’nin enerji güvenliğini doğrudan tehdit eder.
Halihazırda enflasyon baskısı, yüksek faiz ve kırılgan döviz dengeleriyle mücadele eden Türkiye açısından İran gazının kesilmesi aşağıdaki sonuçları doğurabilir:
• Sanayi üretimi yavaşlar, maliyet baskısıyla rekabet gücü azalır,
• Elektrik arzında kesintiler yaşanabilir,
• Konutlarda ısınma ve enerji faturalarında ciddi artışlar olur,
• Enflasyon yeniden çift haneli seviyelere saplanır,
• Bütçe dengeleri ve Merkez Bankası rezervleri üzerinde ağır baskı oluşur.
Böyle bir ekonomik şok, 2023 sonrası denge arayışlarını boşa çıkarabilir ve toplumsal huzursuzluğu körükleyerek siyasi gerilimleri artırabilir.
Sadece göç değil, terör riski de
İran’daki gelişmeler, Türkiye için sadece enerji değil; sınır güvenliği açısından da alarm veriyor. İran’ın çöküşü şu riskleri artırıyor:
• İran destekli milislerin Irak ve Suriye’de Türkiye hedeflerine yönelme olasılığı,
• Türkiye destekli SMO ile İran bağlantılı Şii milisler arasında çatışmalar,
• Azeri Türklerinin kitlesel göç riski (özellikle Tebriz–Urumiye hattından),
• Göçle birlikte etnik, sosyal ve güvenlik sorunlarının derinleşmesi.
Türkiye’nin Van ve Hakkâri gibi doğu sınır illerinde hem teknik hem idari güvenlik önlemlerini artırması kaçınılmaz. Nitekim Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler İran sınırında birliklerin teyakkuza geçirildiğini açıkladı. Göç yönetimi de artık yalnızca insani değil, doğrudan stratejik bir gündem haline gelmiş durumda.
Diplomatik konum kaybı
Türkiye, Rusya–Ukrayna savaşında gösterdiği arabuluculuk yeteneğini bu kez ortaya koyamadı. Bunun nedenleri arasında:
• İsrail’e yönelik söylemlerde diplomatik sınırları aşan ifadeler kullanılması,
• Hamas’la kurulan temasların Türkiye’nin tarafsız görünümünü zedelemesi,
• Büyükelçilerin geri çağrılmasıyla resmi diplomatik temas kanallarının kopması.
Tüm bunlar, Türkiye’yi aktif arabulucu yerine pasif bir gözlemciye dönüştürdü. Bu sadece geçici bir diplomatik pozisyon kaybı değil; aynı zamanda çok taraflı diplomasideki etkinlik algısının da aşınmasına neden olabilir.
Suriye sahası: kazanım mı, risk mi?
İran’ın Suriye’den çekilmesi sahadaki dengeleri değiştiriyor. Türkiye destekli Suriye Millî Ordusu (SMO) için oluşan boşluk şu riskleri beraberinde getiriyor:
• SMO’nun kontrolsüz büyüme ve ideolojik savrulma riski,
• Selefi eğilimlerin artması ve uluslararası alanda “radikalleşme” algısının güçlenmesi,
• Yeni Suriye yönetimiyle ilişki kurma zorunluluğunun doğurduğu diplomatik ikilemler.
Bu nedenlerle Türkiye’nin SMO üzerindeki denetimini sıkılaştırması, ideolojik kontrolü sağlaması ve yeni Suriye yönetimiyle çıkar temelli, dikkatli ilişkiler kurması stratejik bir gerekliliktir.
İran’ın çözülüşünden Türkiye’ye dersler
İran’ın zayıflaması yalnızca dış saldırılardan değil; iç yapısal bozulmadan kaynaklanıyor. Türkiye için önemli uyarılar taşıyan başlıca sorunlar:
• Bilimsel üretimde düşüş ve üniversitelerde liyakat kaybı,
• İfade özgürlüğü baskısı sonucu hızlanan beyin göçü,
• Yargının siyasileşmesi ve hukuki güvensizlik,
• Toplumsal huzursuzluk ve gençlerde rejimle yabancılaşma eğilimi.
İran örneği Türkiye’ye şunu hatırlatıyor: Dışarıda güçlü olmak için içeride sağlam bir yönetişim şarttır. Aksi takdirde dış politika, iç zaafları maskelemeye çalışan bir gösteriden ibaret olur.
Gerçekçi dış politika zorunluluğu
İsrail–İran savaşı, Türkiye için çok boyutlu bir sınavdır: Enerji güvenliği, sınır güvenliği, diplomasi, iç yönetim ve bölgesel strateji açısından her başlık yeniden ele alınmalıdır.
Türkiye bu süreçte:
• Enerji kaynaklarını çeşitlendirmeli,
• Vekil güçlerle ilişkilerde sınır ve denge gözetmeli,
• Diplomatik tarafsızlığı yeniden inşa etmeli,
İçeride hukukun üstünlüğü, liyakat ve kurumsal kapasiteye dayalı bir restorasyon başlatmalıdır.
Gerçekçilikten sapmadan, millî çıkarları slogana dönüştürmeden ilerlemek hem dış politikada etkinlik hem de iç barış için zorunludur. İsrail–İran savaşı bir krizdir, evet; ama Türkiye için aynı zamanda bir uyanış çağrısıdır.