Olan biteni anlamaya çalışırken iki şeyi akıldan çıkarmamak gerekiyor. Birincisi, 21’inci yüzyılın ilk büyük insanlık dramı ve utancı olan Suriyeli mültecilerin durumudur. Ankara’nın kontrolü biraz gevşetmesiyle Avrupa Birliği’nin en yakın kapıları olan Yunanistan’ın Türkiye’nin yıllardır barındırdığı mültecilerin küçük bir bölümünü şiddet kullanarak caydırmaya çalışmasına ve Bulgaristan’ın göçmenlere karşı sınıra asker sevk etme kararına tanık oluyoruz. Ve AB Komisyonu Sözcüsü Peter Stano’nun Medyascope’tan Burak Tatari’ye göçmenlere karşı AB topraklarını “savunmaya hazır” oldukları açıklamasına. İkincisi de ABD’ye nispet yapmak üzere 2,5 milyar dolara aldığımız Rus S-400 füzelerini, Rusya ile İdlib üzerine çıkan ihtilaf üzerine ne yapacağımızı bilemeyerek ABD ve NATO’dan Rusya’ya karşı hava savunması istemek zorunda kalışımız.
Şimdi son duruma bakalım.
Rusya ile tırmanan gerilim
İlk bakışta Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 28 Şubat öğle saatlerinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i araması ardından yapılan “anlaşmalara sadık kalacağız” ve “diyaloga devam” açıklaması gerilimin kontrol altına alınacağı izlenimi veriyordu. Bir gün önce 27 Şubat’ta İdlib yakınlarında 34 Türk askerinin (*) Rusya destekli Suriye hava akınlarında şehit edilmesi konusunda Cumhurbaşkanlığındaki acil durum toplantısından TBMM’den Suriye’ye savaş ilanı izni almak için tezkere gönderme kararı çıkmamıştı. Hatta Erdoğan, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve İYİ Parti lideri Meral Akşener’in Meclis’te hemen kapalı oturum taleplerine rağmen, AK Parti Grubuna, 3 Mart Salı günü Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın bilgi vereceği kapalı oturum teklifi sunma talimatı vermişti. TBMM Başkanı Mustafa Şentop da yaptığı açıklamayla, gelişmelerin biraz daha açıklık kazanması gerektiği mesajını veriyordu. Diğer yandan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’i arayarak Ankara’nın olağanüstü toplantı çağrısını iletmişti. O arada Cumhurbaşkanının Savunma ve Dışişleri Danışmanı İbrahim Kalın, ABD Başkanı Donald Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Robert O’Brian ile bir telefon görüşmesi yapmıştı. Bütün bunlar Erdoğan’ın en azından Salı gününe kadar gerilimi en azından tırmandırmadan, daha fazla şehit verilmeyecek ve en az hasarla bir çıkış yolu arayışında olduğunu gösteriyordu.
Bu nedenle 28 Şubat sabahı dikkatler iki gelişmeye toplanmıştı: Brüksel’deki NATO toplantısı ve Erdoğan’ın Putin ile görüşmesi. Ancak gelişmeler, gerilimin Putin-Erdoğan görüşmesi ardından verilen, gerilimin kontrol altına alındığı mesajıyla uyumlu olmayacak, gerilim daha da artacaktı.
SİHA’lar ve Rus füze bataryası
Erdoğan-Putin görüşmesi öncesinde Moskova’dan gelen bir açıklamada, Türk askerlerinin gözlem noktaları dışında bulunmamaları gerektiği açıklaması olayların seyrini değiştirdi. Putin yönetimi Soçi anlaşmasına göre Türk askerlerinin hedef alınmadığı ancak silahlı gruplarla içiçe bulunduğu suçlamasını yöneltiyordu.
Bunun üzerine Kara ve Hava kuvvet komutanlarıyla birlikte Hatay’daki geçici komuta merkezinde bulunan Savunma Bakanı Akar bir basın toplantısı yaptı. Türk askerlerinin saldırı düzenlendiği sırada silahlı grupların yanında olmadığını, ilk birliğin vurulması ardından Rusya ile temas kurulduğunu, buna rağmen ikinci saldırının yapıldığını, hatta ilk saldırıda yaralanan askerleri almaya giden cankurtaranların dahi vurulduğunu söyledi. Akar başka bilgiler de verdi. Buna göre misilleme olarak 200 Suriye hedefi “ağır ateş” altına alınmış, 309 rejim askeri “etkisiz hale getirilmiş”, çok sayıda Suriye tank, top, zırhlı araç ve helikopteri imha edilmişti. Akar, uçak ve SİHA’ların da katıldığı misilleme harekâtında iki de füze rampasının vurulduğunu açıkladı. YetkinReport’un diplomatik kaynaklardan edindiği bilgilere göre, bu iki füze rampasından SA-17 tip olanı Suriye ordusuna aitti ama SA-22 rampası Rus ordusunun envanterindeydi; Rusların son model Pantsir S-1 kısa-orta menzilli füze bataryasıydı.
Putin’in Erdoğan ile görüşmesi ardından Milli Güvenlik Konseyini toplaması ve ardından “Türk askerleri gözlem noktalarından çıkmamalıydı” açıklaması, Ankara-Moskova geriliminin daha da arttığının göstergesi oldu.
Bu arada NATO toplantısı da bitmişti.
NATO’dan uçuşa yasak bölge çıkmadı ama…
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Türkiye’nin NATO’dan beklentisini, Suriye’nin kuzeybatısında uçuşa yasaklı bölge ilanı olarak duyurmuştu. Erdoğan geçtiğimiz günlerde Türkiye’yi İdlib civarında en çok zorlayan konunun hava sahasına girilememesi olduğunu söylemişti. Nitekim Türk askerlerinin Rusya destekli Suriye uçaklarınca şehit edilmesi, Türkiye’nin askeri planlamasındaki bu açığı en acı şekilde gözler önüne sermişti. Toplantı NATO anlaşmasının “ulusal güvenlik ve sınır bütünlüğü üzerine üyelerle istişare” öngören 4’üncü maddesi uyarınca yapılmıştı. Bu maddenin görüşülmesi, “Hepimiz birimiz için” diye özetlenen 5’inci maddenin ön şartı olarak da kabul ediliyordu.
NATO’dan resmen uçuşa yasaklı bölge çıkmadı. Diplomatik kaynaklara göre, bazı üyeler, NATO Genel Sekreteri tarafından açıklanan Türkiye’ye siyaseten “tam destek” kararına katılmakla birlikte askeri destek için Birleşmiş Milletler kararı gerekeceğini söyledi. Ama toplantıda bazı etkili ülkeler Suriye sahasında Rusya’ya karşı Türkiye’ye “gereken en kısa zamanda” askeri destek olma taahhüdünde de bulundular. Bu çekincede NATO’nun Rusya ile askeri olarak karşı karşıya gelmekte acele etmemesi, diplomasiye zaman tanıma eğiliminin de payı var ki, Türkiye de halihazırda bu çizgide görünüyor. Vaat edilen destek sözleri tutulduğu ve uygulandığı takdirde resmen uçuşa yasaklı bölge ilan edilmese de Hatay-Gaziantep-Kilis hattının Suriye tarafındaki Rusya-Suriye hava üstünlüğünü fiilen kullanılmaz hale getirme kapasitesi taşıdığı diplomatik kaynaklarca ifade ediliyor.
Hangi ülke ne vaat etti?
En kısa zamanda destek vaat eden ülkelerin başında ABD, İngiltere, İtalya ve İspanya’nın geldiği öğrenildi. ABD’nin Almanya’daki Rammstein hava üssündeki Patriot bataryalarından bir ya da ikisini Türkiye’nin Suriye sınırına yakın bölgelere sevk etme ihtimali masada. Ayrıca Akdeniz’deki 6’ıncı Filoya ait (biri halen Karadeniz’de bulunan iki füzeatar gemiyi ve Rusya’nın hava savunma sistemini karartabilecek kapasitede gelişmiş elektronik harp sistemlerini devreye alabileceği öne sürülüyor.
İspanya, Malatya, Kürecik’teki Patriot bataryasının görev süresini uzatmanın yanı sıra, askeri nakliye desteği taahhüt ettiği, keza İngiltere ve İtalya’nın da toplantıda füzesavar sistemler ve elektronik harp imkanlarıyla destek verebileceğini söylediği öğrenildi. Halen Suriye açıklarına doğru hareket halinde bulunan Fransız Charles de Gaulle uçak gemisine eşlik eden bir Danimarka savaş gemisinin de Türk karasularına yakın mevkide seyretmeye devam ederek destek olacağı bilgisi var.
Hollanda’nın gerek duyulduğunda siyasi desteğini askeri desteğe çevirebileceğini söylediği, askeri destek için Anayasası gereği Meclis kararı gereken Almanya’nın ise bütün operasyona mali destek sözü verdiği yine aynı kaynaklarca ifade edildi. Rusya tehdidi beyan ettiğinde Türkiye’den (uçak ve hatta denizaltı devriyesiyle) askeri destek gören Baltık ülkeleri Estonya, Letonya ve Litvanya’nın da Türkiye’ye tam destek vaat ettiği bildiriliyor.
Rusya geri adım atacak mı?
Bu gelişmelere karşın, Putin’in çıkışı, Rusya’nın şu aşamada geri adım atmayacağının göstergesi olarak kabul ediliyor.
İngiltere’nin İdlib gündemiyle BM Güvenlik Konseyini acilen toplantıya çağırması, şimdiye dek Suriye konusundaki 14 karar tasarısını Çin ile birlikte veto eden Rusya’nın tutumunda değişikliğe yol açması pek beklenmiyor. Bu gelişmeler devam ederken Rusya’nın gelişmiş elektronik harp ve füze sistemleriyle donatılmış iki savaş gemisini Suriye rotasıyla Boğazlar yoluyla Karadeniz’den Ege’ye geçirmesi de Doğu Akdeniz’deki NATO varlığına karşı gövde gösterisi olarak kabul ediliyor.
Öte yandan, akşam saatlerinde Kremlin’den yapılan açıklamada, Putin’in Erdoğan ile 5 ya da 6 Mart’ta yüz yüze görüşebileceği belirtildi. Oysa daha bir gün önce 27 Şubat’ta, henüz Türk askerlerine saldırılmamışken, Kremlin Erdoğan’ı yalanlarcasına “Görüşme olmayacak” demişti. Bu gelişmeler, gerilim tırmansa da hâlâ diplomatik çözüm imkanlarının tükenmediğini gösteriyor.
Şimdi Erdoğan’ın Trump’ın yanı sıra Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Almanya Şansölyesi Angela Merkel ve İngiltere Başbakanı Boris Johnson ile planlanmış görüşmelerini ve devamında Putin’le muhtemel görüşmesini dikkatle izlemek gerekiyor.
Savaştan kaçınmak, daha fazla şehit verilmeden gerilimi düşürmek için elden ne gerekiyorsa yapılmalı. Türkiye’nin çıkarı savaşta değil, barışta.
(*) 29 Şubat’a dek 33 olarak verilen şehit sayısının 36’ya yükseldiği Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından açıklandı, ancak bu veri daha sonra 34 olarak düzeltildi. Yazı 1 Mart 2020 saat 16.27’de güncellendi.