Utku Perktaş
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) bundan bir süre önce bir “Disease-X / X-Hastalığı” uyarısında bulundu. Bilim-kurgu filmlerindeki korku senaryolarına andıran ismiyle “X-Hastalığı” Kırım Kongo kanamalı ateşi hastalığı, Ebola, MERS ve SARS gibi solunum yolu hastalıkları sınıfına dahil; DSÖ bunu gelecekte büyük bir salgına neden olacak, ama henüz bilinmeyen bir hastalık olarak isimlendiriyordu. Yani bilim çevreleri aslında bugünlerde dünyayı tehdit eden Koronavirüs türünden hastalıkların insanlığı tehdit edeceğini tahmin ediyor, ama nereden gelip nasıl yayılabileceğini kestiremiyordu; dolayısıyla hükümetleri bu bilinmezliğe karşı önlem almaya çağırmak da zorlaşıyordu. Sonuçta Çin’in Wuhan şehrinde, yarasalardan av hayvanlarına, oradan insanlara bulaştığı tahmin edilen yeni bir virüs olarak çıktı karşımıza. Bunun nedenlerine birazdan bakacağız ama önce bir noktaya açıklık kazandırmak gerekiyor.
Ne yazık ki içinde bulunduğumuz yüz yılı bu tür bilinmeyen hastalıklara gebe bir dönem olarak tanımlamak artık çok olası. Neden mi? Bu yüzyıl içinde yaşadığımız insan kaynaklı problemler her geçen gün artıyor. Geçtiğimiz günlerde konuştuğumuz en önemli problem COVID-19 (CO-corona, VI-virus, D-disease, 19-2019), yani koronavirüs. Virüsle ilgili birtakım ayrıntılar vermeden önce virüsle ve hastalıklarla ilgili olabilecek bir başka önemli problemle başlayalım.
İklim değişimiyle gelen hastalıklar
Küresel ısınmaya bağlı iklim değişimi bu tür sorunlara değinmeden önce hatırlamamız ve altını çizmemiz gereken bir sorun. Sebebi ise iklim değişiminin insan yaşamını ve sağlığını çeşitli şekillerde etkilemesi, yani bu tür hastalıkların bu derece yayılmasının en temel nedenlerinden biri olabilir. İklim değişimi sağlığın temel bileşenlerini, yani temiz havayı, güvenli içme suyunu, nitelikli gıda elde etmeyi ve güvenli barınak bulma süreçlerini tehdit ettiği için küresel sağlıkta onlarca yıllık ilerlemeyi çok kısa bir sürede zayıflatma eğilimine sahiptir. Dünya sağlık örgütü verilerine göre 2030 ile 2050 yılları arasında iklim değişiminin enfeksiyonlar nedeniyle 250.000 yeni ölüme sebep olması beklenmektedir. Bunun sağlık maliyetinin ise en az 2 milyar dolar olacağı tahmin ediliyor.
İçinde bulunduğumuz yüzyılın ilk 20 yılında atmosferdeki sera gazlarındaki artış dünyanın 2100 yılına kadar ortalama 3ºC ile 4ºC arasındaki bir sıcaklık artışıyla karşı karşıya kalacağını göstermiştir. Bu artış dünyanın son 20 milyon yıllık geçmişinde hiçbir zaman deneyimlemediği bir iklim olayıdır. Dahası, bu artış son buzul döneminin doruk noktasına ulaştığı yaklaşık 18 bin yıl önceden bugüne artan sıcaklığın en az 20 katına eş değerdir. Yani, önümüzdeki 80 yıl içinde dünyanın deneyimleyeceği ortalama sıcaklık artışı, son 18 bin yılda gerçekleşen artışın anormal ölçüde üzerinde bir değerdir. Bu hızda bir değişimin dünyaya ve insana maliyeti ise hiç bilmediğimiz enfeksiyon hastalıkları gibi birçok sorunla mücadele şeklinde olacak gibi görünüyor. İşte bu sorunlardan biri dekorona virüs olabilir mi? Olur tabi ki…
Neden ilk kez Çin’de ortaya çıkmış olabilir?
Koronavirüs grubu son yıllarda hayatımızda her zaman var olan bir virüs grubu olmuş. Dünya Sağlık Örgütü’nün sıralamasında yer alan SARS, MERS gibi solunum yolu hastalıkları da bu tür virüslerin neden olduğu hastalıklar. Bu virüslere yabancı değiliz, ama hızla değişen yapıları farklı hastalıklara yakalanmamıza neden oluyor ve insan yaşamını tehdit ediyor.
Peki, koronavirüslerin kökeni neresi ve bu virüslere köken olan coğrafyadaki temel kaynakları neler? Köken coğrafya Çin, bu coğrafyadaki en önemli kaynak da yarasalar. Çin’in yaklaşık 1,5 milyarlık kalabalık insan nüfusunun dünyadaki küresel ısınmaya katkısı ve kendi politik sınırları içindeki doğal yaşama etkisi, nüfusun çok daha düşük olduğu ülkelere göre oldukça fazla. Örneğin, Çin küresel ısınmanın en önemli nedenlerinden biri olan karbondioksit (CO2) salınımı açısından 1970-2018 yılları arasında 10.000 milyon tondan fazla bir değere ulaşarak dünyadaki ülkeler arasında birinci sıraya yerleşmiş durumda.
Sürekli artan insan nüfusunun da yaşam faaliyetleri için kendine sürekli alan açması doğal yaşam için büyük bir tehdit. Küresel ısınma gibi ortalama sıcakların dünyada değişmesinin hayvan popülasyonları üzerine en temel etkisi türlerin dağılımlarının değişmesi. Benzer şekilde artan insan nüfusunun da bu hayvanların dağılım alanlarına zarar vermesi bu canlıları bir dar boğaza itmektedir. Sonuç, insan ve doğal yaşamın hiç olmadığı kadar sıklıkla temas etmesi demek. Bu durumun maliyeti ise tanıdık olmadığımız, hızla evrimleşen birçok farklı mikro organizmanın insana bulaşması ve bugüne kadar görmediğimiz enfeksiyonlarla mücadele. En güzel örnek Çin’deki meyve yarasaları. Yarasalar ve insan temasının besin ihtiyacını karşılama, bu türlerin dağılım alanlarını genişletmesi gibi nedenlerle arttığı bilinen gerçekler arasında yerini almış durumda.
Acilen küresel ısınmaya karşı önlemleri artırmamız ve doğal yaşam üzerindeki baskıları azaltmamız gerekiyor. Sağlık için alacağımız önlemler yanı sıra, küresel ısınma için alacağımız önlemler de bu gezegeni hem kendimiz hem de bizim dışımızdaki 1,8 milyon tür için daha yaşanabilir bir hale getirecek. Yapmazsak ne mi olur? Bu sorunun cevabını da Potsdam Enstitüsü İklim direktörü Hans Joachim Schellnhuber oldukça net vermiş: Dünya ortalama sıcaklıklarındaki 4ºC’lik bir artış dünya taşıma kapasitesinde 1 milyar insana karşılık gelen bir azalmaya neden olacaktır. Bu nedenle bugün COVID-19’u konuşuyoruz, bu gidişi sürdürürsek çok yakın bir gelecekte COVID-22’yi, COVID-50’yi ya da COVID-70’i konuşmamamız için de bir neden görünmüyor.