2019 yılının Aralık ayıydı. Korona virüsle ilişkili olduğu bilinen ilk vakalar, Çin’in 11 milyonluk şehri olan Wuhan’daki bir deniz ürünleri pazarı etrafında belirmeye başladı.
Dört vaka Aralık sonuna kadar düzineler haline geldi. Doktorların tek bildiği bunların normal tedavi protokollerine cevap vermeyen virüs kaynaklı zatürreye yakalanan hastalar olduğuydu. Esasında salgının gerçek boyutu o zaman bile tahminin çok ötesindeydi. O sıralarda bin kadar hastadan oluşan görünmez bir ağ meydana gelmişti bile. Her hasta ortalama iki veya üç kişiye hastalık bulaştırıyordu. Ancak Çinli yetkililer bu dönemde halkı mevcut riske karşı uyarmadı. Dünya Sağlık Örgütü’nü bile ayın sonunda haberdar ettiler. Sonrasında Çin Hükümeti bir açıklama yayınlayarak “hastalık önlenebilir ve kontrol edilebilir” dedi.
Salgının zamanlaması herhalde daha kötü olamazdı. Yüz milyonlarca insan tam o sıralarda yeni yıl için memleketlerine geri dönmek üzereydi. İnsanlar Çin’in bilinen şehirleri arasında aralıksız hareket ediyorlardı. Daha Ocak ayının ilk gününde en az 175 bin kişi Wuhan’dan ayrılmıştı bile. Bu hareket sonraki üç hafta boyunca hızla devam etti. Seyahat kısıtlamaları öncesinde yaklaşık 7 milyon kişinin Wuhan’dan ayrılmış olduğu tahmin edildi. Binlerce yolcu henüz seyahat halindeyken virüsü kapmıştı.
Salgın neden büyüdü?
Çinli yetkililer ilk kez 21 Ocak’ta virüsün insandan insana bulaşma riskini kabul ettiğinde artık o kadar geçti ki, Pekin, Shangai ve diğer büyük şehirlerde yerel ama büyük çaplı salgınlar patlak verdi. İki gün sonrasındaysa yetkililer Wuhan’ı kilitledi. Sonraki birkaç hafta içinde bir çok şehir aynı şekilde kilit altına alınmış durumdaydı. Çin genelinde seyahat neredeyse tamamen durmuştu. Ancak yerel salgınlar aksi şekilde durmaksızın büyümeye devam ediyordu. Salgın Ocak ayının başlarında Çin sınırları içinde ilerlerken uluslararası seyahatler normal seyrinde devam ederken, binlerce insan Wuhan’dan dünyanın dört bir yanındaki büyük şehirlere dağılıyordu. Her ay ortalama 900 kişi New York’a, 2200 kişi Sydney’e ve 15 binden fazla kişi de Bangkok’a gitti. Çin dışındaki bilinen ilk vakanın Ocak ayı ortasında ateş, baş ve boğaz ağrısına rağmen Wuhan’dan Bangkok’a seyahat eden 61 yaşındaki bir kadın olduğu ortaya çıktı. Diğer ilkin vakalar ise Tokyo, Singapur, Seul ve Hong Kong gibi şehirlerde kendini gösterdi. Amerika Birleşik Devletleri, Seattle yakınlarındaki ilk vakasını 21 Ocak tarihinde bildirdi. En can alıcı nokta ise hastalığa sahip gezginlerin yaklaşık yüzde 85’inin henüz tespit edilemediğinin rapor edilmesiydi. Bugünkü durumun belki de en önemli nedeni henüz belirti göstermeyen hastaların bu sınır tanımayan yolculuklarla virüsü en başta yaymalarıydı.
Salgının merkezi yer değiştiriyor.
Ocak sonunda, Amerika Birleşik Devletleri Amerikalı olmayanlar için Çin’den girişi yasaklayacağını duyurduğunda zaten artık çok geçti. Salgınlar, çoğu Wuhan’dan gelen gezginler, turistler ya da yolcular nedeniyle 26 ülkedeki 30’dan fazla şehirde hızla büyüyordu. Virüs artık salgının başlangıcı olan Çin’e seyahat etmeyen insanlara bile bulaşmaya başlamıştı. Epidemi bitiyor ve yerini pandemiye yani küresel salgına bırakıyor gibi görünüyordu. 1 Mart tarihine kadar İtalya, İran ve Güney Kore’de binlerce vaka rapor edildi. Çin salgının ana itici gücü ve merkezi değildi artık ve tam bu dönemde hastaları sistematik olarak izlemeye ve yüksek sayıda test yapmaya başlamıştı. Bu adımla birlikte de yeni vakalar azalma eğilimine girmişti. Benzer önlemler Singapur, Hong Kong ve Güney Kore’deki yayılımı da yavaşlatmayı başardı.
Testlerin geciktiği Amerika Birleşik Devletleri’nde, Başkan Trump Avrupa’dan gelen tüm seyahat yollarını kapattı. Virüse şans vermiyordu ama, evdeki hesap çarşıya uymadı. Bu çaba nafileydi. Virüs hali hazırda kendini güvene almıştı. Seattle, New York City ve ülkenin dört bir yanında yüksek olasılıkla ülke içi taşımacılık sayesinde, Kuzey Amerika sınırları içinde taşınmaya devam ediyordu. Böylece bir kez daha durdurma çabalarını arkasında bıraktı.
Korona genomuna ilişkin güncel çalışmalar günlüğü doğruluyor mu?
Gelinen noktada dünyanın dört bir yanındaki laboratuvarlar, korona virüs genomuna yani genetik koduna ait dizilerin elde edilmesi için çalışmalarına hız vermiş durumda. Elde edilen genetik kodlar virüsün yayılma hikayesine ilişkin biyocoğrafi senaryoların ortaya konması için oldukça önemli ip uçları veriyor. İlk analizler 11 Mart 2020 tarihine kadar elde edilmiş veriler üzerinden yapıldı. Sonuçlar ilginç bir tablo ortaya çıkardı. Asya’dan köken alan virüslerin Çin’den Amerika’ya en az üç, Avrupa’ya ise en az dört farklı koldan ulaştığı tespit edilmiş durumda. Avrupa’ya giden yolların ikisinin de Pasifik’ten, yani Büyük Okyanus’tan köken aldığı görülüyor. Yani, Asya’dan Büyük Okyanus’taki adalara ulaşan virüs buradan Avrupa’ya gelmiş. Sonrasında Güney Amerika’ya da Asya ve Avrupa kıtaları üzerinden ulaşmış. Bu erişimin birden fazla sayıyla gerçekleştiği ifade ediliyor.
Ve Antroposen’e hoş geldiniz!
Yukarıda özetlediğim bu iç karartıcı tabloya ilişkin olarak hiçbir ülkeyi, milleti ya da toplumu suçlamadan önce çuvaldızı kendimize, yani insanoğluna batıralım. Kulağımızı, gözümüzü, ağzımızı kapattık ve bugünü ince ince işleyerek özenle hazırladık. Hayvanlardan insanlara geçen virüslerle birlikte ortaya çıkan “zoonotik” hastalıkların en önemli sebebi aslında bizzat kendimiz olduk.
Dünya, son 12 bin yıldır Holosen dönemini yaşıyor. Fakat, insanın toplu yaşama geçmesini takiben ve özellikle de sanayi devrimi sonrası dünya, insanın çok daha etkili olduğu farklı bir döneme girdi. Ne yazık ki bu etki artarak devam edecek gibi de görünüyor. İşte bu gelişmeye dayanarak içinde bulunduğumuz dönem Antroposen yani İnsan Çağı olarak isimlendiriliyor.
Gelin bu dönemin öncüllerinden farkına bir göz atalım. İnsan nüfus çok hızlı artarak dile kolay, dokuz milyara yaklaştı. Sanayi devrimi de bu nüfusa inanılmaz olanaklar sunmaya çoktan başladı. Ormanların yok edilmesi binlerce yazı ve çiziye rağmen nefes almaksızın hızlanıyor, atmosferdeki karbondioksit miktarı artıyor, ortalama yüzey sıcaklıkları yükseliyor, insan nüfusu durmaksızın artıyor ve kendine yeni alanlar açıyor, yazının başında gördüğümüz üzere taşımacılık sınır tanımıyor… Kısaca söylemek gerekirse gezegeni pervasızca tahrip ediyoruz. Gündemin başındaki korona virüs salgını da bu dönemin bizlere armağan ettiği yeni bir sorun. Buna dayanarak kendisini bir çeşit Antroposen virüsü olarak da tanımlayabiliriz galiba.
Bir düşünsenize, göremediğimiz hatta bilim camiası tarafından canlı olup olmadığı halen tartışılan bir varlık hava yoluyla vücudumuza giriş yapıyor ve sahip olduğu küçücük genomunu hücrelerimizin içine iliştirerek birden bu hücrelerin kontrolünü ele geçiriyor. Bundan sonrasında zavallı hücremiz artık sadece bu virüse hizmet eden bir matbaaya dönüşüyor. Matbaa var gücüyle çalışarak virüsün kopyalarını üretiyor. Ama üretim esnasında o kadar çok hata yapıyor ki sonunda konağı olan bizler için tamamen zararlı bir hastalık etkenine dönüşüyor. Bazı durumların sonucunda matbaa kapatılıyor yani yaşam sona eriyor. Tüm süreç kurgusal bir korku filmi senaryosundan çok da farklı değil. Herhalde film senaryosundan tek farkı neredeyse tüm dünyanın başrolünü oynadığı bir gerçekliğe dönüşmüş olması.