Evet, 22 Nisan Dünya Günü. Hem de bu yıl ellincisi. Peki, bu önemli günü kutlayabilecek miyiz sizce? Görünen o ki, COVID-19 hastalığının neden olduğu salgının gölgesinde, çoğumuz sessiz sedasız bir şekilde evlerimizdeyiz. Hep birlikte doğaya bile çıkamıyoruz şu günlerde. Bu durumu fazlasıyla hak ettik esasında, çünkü doğayı koruma ve verdiğimiz hasardan kurtarma görevinde başarısız olduk. Yaşadığımız pandemi bugüne kadar insanlığın gördüğü salgın serilerinden sadece biriydi ama bu sefer çok etkili oldu ve olmaya da devam ediyor. Doğayı koruyup kollamayı başarabilseydik, COVID-19 salgına neden olan sonuncu hastalık da çıkmayabilirdi. Hastalıklara neden olan bu patojenler doğaya yaptığımız müdahaleler neticesinde bizlere bulaşıyor, böylece çoğalıp çeşitleniyorlar. Sonuç bugünlerde yaşadığımız gibi üzücü bir maliyet olarak önümüze geliveriyor.
Ne yaptık da bu böyle oldu?
İlk olarak toplu yaşama geçmeyle birlikte şehirleri keşfettik ve kurduk. Buraları doldurmak için çoğaldık. Dünya nüfusunu özellikle son 200 yıl içinde yaklaşık sekiz kat artırdık. Bu artışa damgasını vuran dönem ise sanayi devrimi sonrasında gelen zaman dilimi oldu. Bir de geride bıraktığımız 40 yıllık süreci dikkatle analiz etmemiz gerek. Altmışların başından günümüze dünyadaki nüfus büyümesi beş milyarlık bir artışa tekabül ediyor. Dünya insanın evrimleştiği dönemden günümüze böylesine bir artışı hiçbir zaman deneyimlememişti.
Peki, bu artışın faturası nedir?
Bugüne kadar hep altını çizdiğim bir konu var. Kesinlikle unutmamamız gereken bir konu ve faturadaki en önemli maliyet kalemi: iklim değişimi ve küresel ısınma. Küresel ısınmanın etkileri çok yönlü. Biyolojik çeşitliliğe verdiği zararların yanı sıra insan toplumları üzerinde de etkili sosyolojik problemlere neden oluyor. Mesela, politikacılar su kıtlığının yol açacağı iklim savaşlarından bahsediyor. Yine çok uzağa gitmemize gerek yok, Orta Doğu’da yaşadığımız Arap Baharı ayaklanmalarını hatırlayalım. Temeldeki sorun küresel ısınmaya bağlı olarak kırsal çevrede üretimin düşmesi, bunun neden olduğu insan göçleri ve artan işsizlik hadiseleriydi. Sorunun bilimsel alt yapısı akademik çalışmalarda da tartışılmıştı.
Bir diğer maliyet kalemimiz biyolojik çeşitlilik krizi. Birleşmiş Milletler sürdürülebilir kalkınma hedefleri kapsamında biyolojik çeşitliliği çok önemsiyor, çünkü insanın iyi koşullarda yaşaması için bu çeşitliliğe ihtiyacımız var. Bugün dünyada tanımlanabilmiş tür sayısı yaklaşık 2 milyon kadar. Bizim dışımızdaki tüm türler bu kadar mı diye düşünebilirsiniz. Elbette değil! Peki, ne kadarı keşfedilmeyi bekliyor? Belki 8 milyona yakın tür dünyanın saklı coğrafyaları içinde keşfedilmeyi bekliyor. Tabii bir yandan da dünya üzerinde evrim devam ediyor. Durum böyleyken çeşitliliği kaybetmeye tahammülümüz asla olmamalı. Ancak, türleri hızla kaybediyoruz. Sayılardan kabaca bahsedeyim. Uluslararası Koruma Birliği (IUCN)’nin verdiği sayılara göre 866 türün yakın zaman içinde yok olduğu anlaşılmakta. Elde edilen sayılardan yapılan hesaplamalar ise günümüzde yaşadığımız yok oluşların dünyanın hiç deneyimlemediği bir şekilde gerçekleştiğini göstermekte. Yine bir başka istatistik, IUCN listesindeki 5488 memeli türünün yüzde 25’inin tehdit altında olduğunu ortaya koymakta. Bu istatistik amfibiler için yüzde 41 ve kuşlar için de yüzde 13’lük bir sonuç vermekte. Bu değerler biyolojik çeşitlilik krizine neden olan kayıpların açık göstergesidir.
Öyleyse ne yapabiliriz?
Önlem almazsak bu maliyet kalemi insan yaşamını ciddi darboğazlara sokacak gibi gözüküyor. Bu noktada biyolojik çeşitliliğe yaptığımız müdahale sonucu ortaya çıkan COVID-19 salgınını bir kez daha düşünelim. Dünyada sosyolojik ve ekonomik açıdan ne tür problemlere neden oldu ve ne tür problemlere neden olacak? İnsanın yaşam kalitesini nasıl etkiliyor? Emin olun yanıtlar çok zor değil…
Doğayı elimizden geldiğince korumalıyız. Etkin koruma, ancak doğayı doğru anlamakla mümkün olur. Bunun için de ilk adımı insan nüfus artışını dengeleyecek planlamaları yaparak atabiliriz. Sonra doğayla aramızdaki sınırı en aza indirerek, çevremizin farkına varmalıyız. Sahip olduğumuz ormanları korumalı, tahrip ettiklerimizi onarmalıyız. Parçalanmasına neden olduğumuz doğal yaşamı bir araya getirmek için adımlar atmalıyız. Evde kaldığımız bu zor karantina günlerinde pencerelerimizden dinlediğimiz kuş sesleri doğayla yakınlaşmamızı sağlarken bu yazılanları da yorumlamamıza yardımcı olacaktır. Lütfen deneyin…
Dünya Günü kutlu olsun!