Bu yılın başından itibaren yaşadığımız Kovid-19 salgını nedeniyle çevremize olan duyarlılığımız arttı. Artık doğaya farklı bir gözle bakar olduk. Çoğumuz çevremizdeki canlıları farklı bir şekilde duyar ve gözlemler olduk. Esasında her birimiz yaşadığımız gezegeni paylaştığımız diğer türlere saygılı olmamız gerektiğinin farkına vardık. Bu dönemde dünya nefes aldı, somut veriler gördük, Diğer kavramların yanında biyoçeşitlilik diye bir kavramı ilk defa duymaya başlayanlarımız oldu; “Dünya Biyoçeşitlilik Günü” gibi haberler okuduk.
Evet, bunun da Kovid-19 salgınına neden olan koronavirüs türünün ortaya çıkıp yayılmasıyla ilgili olduğunu anlamıştık. Ama çoğunluk ilk defa duyuyordu bu kavramı ve ne olduğu, hayatımız için neden olduğu konusunda yeterli bilgiye sahip değildi.
Uzun zamandır aklımızda ekonomik büyüme, dizginlenmeyen tüketim, sağlık ve bireysel mutluluktan başka bir amaç yok gibi. Fakat, otuz ya da kırk yıl ilerisini düşünen ve biyoçeşitliliği önemseyen azınlık içinde, küresel bir oyunun sonunu oynamakta olduğumuz kanısı oluşmuştu. Çünkü soluduğumuz hava, içtiğimiz su ve yediğimiz yiyecekler biyolojik çeşitliliğin varlığına ve sürdürülebilirliğine bağlıydı. Biyolojik çeşitlilik ise önü alınamayan bir kriz içine çoktan girmişti, hem de bizim yüzümüzden. Bu geleceğimiz için gerçekten bir sonu mu tarif ediyordu? Bizim için önemli miydi? Krizi durdurabilir miyiz? Soruları çoğaltabiliriz. Ama öncelikle bu kavramın tam olarak ne demek olduğu sorusunu sormamız da yarar var. Gerçekten, nedir bu biyoçeşitlilik?
Biyoçeşitlilik denilince ne anlıyoruz?
Biyoçeşitlilik, en yalın haliyle ve tüm biçimleri ve etkileşimleriyle dünyadaki yaşamın çeşitliliğidir. Bir başka ifadeyle 3,8 milyar yıllık bir dünya mirasıdır. Biyoçeşitlilik yaşadığımız Dünya gezegenininin en karmaşık ve en hayati özelliğidir. Günümüzde bilimciler şüphe götürmez bir şekilde “Biyoçeşitlilik olmadan insanlık için bir gelecek yok” diyor. Biyoçeşitlilik kavram olarak 1985 yılında “biyolojik çeşitlilik” ifadesinin kısalması sonucu ortaya çıktı. Günümüzde belirgin hale gelen büyük küresel biyoçeşitlilik kayıpları, iklim değişikliğine eşit ya da çok büyük olasılıkla iklim değişikliğini de aşan ölçekte bir krizi temsil ediyor. Biyoçeşitlilik, genlerle, daha sonra türlerle, türlerin oluşturduğu topluluklarla ve son olarak da bu toplulukların fiziksel çevre ile etkileştiği ormanlar veya mercan resifleri gibi tüm ekosistemlerle sıralanan seviyelerden oluşur. Bu sıralı etkileşim yaşadığımız gezegeni milyarlarca yıl boyunca yaşanabilir hale getirdi. Biyoçeşitlilik de bu etkileşimden fayda sağladı. Yani, bir denge durumu geçmişten bu yana, dünyanın evrimsel süreci içinde süreklilik kazandı.
Biyoçeşitlilik, genlerden topluluklara ve ekosistemlere kadar, milyonlarca yıl içinde evrimleşen türlerin, dünyanın deneyimlediği çok değişken çevre koşullarında nasıl hayatta kalacağı konusunda öğrendikleri bilgileri temsil eder. İşte bu nedenle, biyoçeşitliliğin günümüzde içinde olduğu kriz nedeniyle insanlık sahip olduğu 3,8 milyar yıllık bir kütüphaneyi yakıyor, bir başka ifadeyle yaşam kütüphanesini geri dönüşümsüz tahrip ediyor. Yani, bugün, bir imha sürecinin içindeyiz, elbette bu sürecin bedelini de farklı şekillerde ödüyoruz. Kovid-19’u henüz hayatımızda.
Hayvan ve bitki etkileşiminin önemi
Şehirlerde yaşayanlarımızın çoğu için yaban hayatı genellikle televizyon kanallarındaki belgesellerde izlediğimiz bir şey. Ancak gerçek şu ki, soluduğumuz hava, içtiğimiz su ve yediğimiz yiyeceklere kadar hayatımızdaki birçok şey biyoçeşitliliğin zenginliğine bağımlı durumda. Örneğin, bitkiler fotosentez yoluyla havadaki karbondioksiti alıp oksijen veren, yani oksijen üreten canlı biyoçeşitlilik bileşenleridir. Örneğin, arıların, kelebek ve uçucu böceklerin olmadığı bir dünyada tozlaşma da mümkün olmaz, yokluklarında bazı meyveler bugün hayatımızda olmazdı. Daha karmaşık ama en az onlar kadar önemli örnekler de var. Mercan kayalıkları, kıyıları tsunamilerden korurken, şehirlerdeki ağaçlar yapılaşmanın yoğun olduğu kent ortamındaki hava kirliliğini azaltabilirler.
Karbondioksitin atmosferden uzaklaştırılmasında etkili olan ağaçların bazıları, çoğalmak için büyük meyve yiyen memeliler tarafından dağıtılan tohumlara bağımlıdırlar. Dünyanın bazı bölgelerinde memeliler olmaksızın ağaçların çoğalması mümkün değil. Tüm bu örnekleri dikkate aldığımızda, bilimciler her bir ekosistemde milyonlarca yıllık evrimsel sürece dayanan sayısız etkileşimler gözlüyor. Bu etkileşimler hasar görmezse, sağlıklı ve sürdürülebilir bir gezegene katkıda bulunan, dengelenmiş sağlıklı bir sistem oluştururlar.
Türler ortadan kalktığında…
Biyoçeşitlilik zenginliğinin insanlık için farklı yararları da var. Örneğin kanserle savaşta kullanılan bir mantar türünde olduğu gibi birçok ilaç doğadan elde edilir. Ekonomik olarak bir ölçü belirlemek gerekirse, ekosistemler tarafından sağlanan hizmetlerin trilyonlarca dolar değerinde olduğu tahmin edilmektedir. Sadece Avrupa’daki biyolojik çeşitlilik kaybı kıtaya yılda 450 milyon € ‘luk bir maliyet çıkarıyor.
Tüm bu örneklerin ve karşılaştırmaların yanı sıra, estetik bir bakış açısıyla, milyonlarca türün her birinin benzersiz olduğu da unutulmamalıdır. Her biri uzun bir evrimsel yolculuğun ürünüdür. Bu türlerin her biri bir kez ortadan kalktığında yeniden ortaya çıkmaları mümkün olmayan doğal bir sanat eseri olarak algılanabilir. E. O Wilson biyoçeşitliliği tanımladığı zaman, “Her bir organizma bilgi açısından bir Caravaggio tablosu, Bach fügü ya da başka bir önemli sanat eserinden çok daha değerlidir” diye belirtmişti.
Asıl çeşitlilik tropik bölgelerde
Biyoçeşitlilik kavramıyla akıllara durgunluk veren olağanüstü bir çeşitlilikten bahsediyoruz. Bu çeşitlilik içinde dikkate alınması gereken en temel basamak tür kategorisidir. Bugüne kadar yaklaşık 1,7 milyon hayvan, bitki ve mantar türü tanımlanmıştır, ancak bu sayının 8-9 milyona ve hatta 100 milyona kadar ulaşması muhtemeldir. Biyoçeşitliliğin tür zenginliği bakımından kalbi ise tropik bölgelerde atmakta. Örneğin Borneo ormanının 15 hektarında 700 farklı ağaç türü bulunur. Bu sayı neredeyse Kuzey Amerika’nın tamamı ile aynıdır. Türkiye’de ise bu sayı Orman Genel Müdürlüğü’nün rakamlarına göre 22’dir.
Peki, verilen tür sayıları doğru mu? Bu sorunun cevabı, duruma hangi seviyeden baktığınızla ilgilidir. Biyoçeşitlilik kavramına genetik çeşitlilik seviyesini düşünerek baktığımızda yapılan son çalışmalar, tek bir tür olduğu düşünülen canlıların bazı durumlarda birden fazla türü içlerinde barındırabileceğini göstermektedir. Bu sayı bölgeden bölgeye, bir ekosistemden diğerine değişiklik gösterebilir. Örneğin, bir kepçe toprakta 10 bin ila 50 bin farklı bakteri türü bulunabilir ve gerekli besin maddelerinin yüzde 90’ını içerir. Bu noktadaki endişe, birçok türün biz onları veya yaşam döngüsünde oynadıkları rolü fark etmeden önce kaybolması durumudur. Keşfetmeden, tanımadan, bilmeden kaybetmek, biyoçeşitlilik için korkutucu bir son. Bu cümleyle yazının ilk bölümünü bitireyim. Amacım, biyoçeşitlilik dediğimiz şeyin tanımını ortaya koymaktı. İkinci bölümde kayıpların ne kadar kötü olabileceğinden bahsedeceğim.