Ayasofya’nın yeniden cami olarak ibadete açılması değil, onu siyasi-askeri bir bayrak gibi elde kılıç açmaktır Cumhuriyet değerlerine saldırı. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın bir tek ismini vermeden Atatürk’e lanet okuyup, sonra açıkça “Atatürk’ü kast etmedim” dahi demeden laf cambazlıklarıyla “Nereden çıkarıyorsunuz yahu?” zeytinyağlığıdır. “Cinayetleri durdurun” diyen kadınlara girişen polisin, “Şeriat isteriz” yürüyüşü yapanları durdurmamasıdır. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Ayasofya kararının ardından Akit TV’de “Sıra hilafette” denmesi ardından Yeni Şafak gazetesinin dergisi Gerçek Hayat dergisinde “Hilafet için toplanın” çağrısı yapılmasıdır. Çağrının başında “Şimdi değilse ne zaman?” diyen Akit yazarı Abdurrahman Dilipak vardır. Aynı ekip, Erdoğan’dan 2011’de “Türkiye öncü olacak, itibar kazanacak” diyerek attığı, kadına şiddete karşı İstanbul Sözleşmesi imzasını geri çekmesini istemektedir. Nihayet Hakan Çelik’in konuşturması sayesinde Bilal Erdoğan’ın, aile içinde konuşulanı arkadaşına anlatmadan duramayan çocuklar gibi, Atatürk’ün Arap harflerinden Latin harflerine dönüşünü küçümsemesidir.
Salvolar Cumhuriyet ilanının yüzüncü yılına üç, hilafetin kaldırılmasının yüzüncü yılına dört yıl kala başlamıştır.
CHP Kurultayı işte bu koşullar altında yapıldı.
Türkiye’nin gündemi, CHP’nin gündemi
İktidarın el altından 25-26 Temmuz CHP Kurultayının yapılmamasına çalıştığı Ankara’da bilinmeyen bir şey değildi. Amaç zaman kazanmak ve bir şekilde Kemal Kılıçdaroğlu’nun yeniden seçilmesini önlemekti. Oysa Kılıçdaroğlu, radikallikten uzak ittifaklar politikasıyla CHP’lilere onlarca yıldır özledikleri kazanma duygusunu 2019 yerel seçimlerinde tattırmıştı. Bu sonuçtan sonra zaten örgütün Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığını sorgulamayacaktı. Nitekim 80 il başkanı tarafından aday gösterildi ve seçildi, dolayısıyla ittifaklar siyaseti de onay almış oldu.
“İkinci Yüzyıla Çağrı” adını verdiği “5 sorun, 13 çözüm” konuşmasında Türkiye’nin ekonomik gündemi gereken ağırlığıyla yer alıyordu. Kılıçdaroğlu’nun yeni anayasaya, Kürt sorununa demokratikleşme çerçevesinde özel yer verilmesi önemliydi.
Ancak şu anda AK Parti yönetimi ve onu daha çok etkisine almak isteyen radikal İslamcı çevrelerin Cumhuriyet değerlerine saldırıların asıl hedefi olan kadın hakları ve laiklik konularına gereken önem verilmemiş görülüyordu.
Oysa kadın-erkek eşitliği, laik değerlerin, Cumhuriyet değerlerinin korunması sadece CHP tabanında değil, CHP’nin ittifak yapmak istediği kesimlerin tabanında da mevcut; biri hariç, ki ona geleceğiz.
CHP, Saadet’le ittifaka mecbur mu?
Görebildiğim kadarıyla CHP’nin yerel seçimlerde başarısını kanıtlamış ittifaklar siyasetinde aksayan yan Saadet’i kazanmaya verdiği enerjidir. Saadet Partisi’nin kadın-erkek eşitliği, din işlerinin devlet işlerinden ayrı tutulması demek olan laiklik, milli eğitim gibi konulara bakışı sorunludur; CHP’nin tam zıddıdır. Saadet lideri Temel Karamollaoğlu’nun örneğin İstanbul Sözleşmesine bakışı AK Parti ortalamasının gerisindedir, Akit-Yeni Şafak çizgisiyle aynıdır.
Kadın hakları ve laiklik konusunda İYİ Parti lideri Meral Akşener’in duruşu da Saadet’in zıddıdır. Her konuda Cumhurbaşkanı Erdoğan’a tam destek veren MHP lideri Bahçeli, bu konularda destek vermemiş görünmektedir. Üzerinde kadına şiddet ve taciz iddiası bulunan iki milletvekilini gözden çıkaran HDP’nin de kadın hakları ve laiklik konusunda CHP kitlesi ile sorunu yoktur. Son beyanlarıyla Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu ve Deva Partisi lideri Ali Babacan da olumlu tutum sergilemişlerdir.
CHP’nin işi Saadet’i Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı arasında kilit konuma getirmek değil, Cumhuriyet değerlerine daha çok sahip çıkmak olmalıdır.
Bu çizgi AK Parti’ye de kaybettirecek
Kaldı ki, AK Parti’nin bu çizgiye yaklaştıkça, kendisine bugüne dek destek olan şehirli ve eğitimli kadınları, liberal sağcı demokratları kaybetmesi kaçınılmazdır.
Sosyal medyayı izleyenler, başka pek çok konuda Cumhurbaşkanı Erdoğan’a açık ya da örtülü destek olan şehirli, eğitimli kadınların İstanbul Sözleşmesinin korunmasından yana açık tutum aldığını görecektir. Erdoğan, erkek-egemen ideolojik hâkimiyetlerini kaybetmemek için yaygara koparan bu bir avuç yaşlı erkeğin oy şantajı altındadır. Ama bu takımın AK Parti’yi gitmekle tehdit ettiği yer zaten İYİ Parti de değildir, MHP de değildir, Gelecek, Deva, ya da Demokrat Parti de değildir. Ya Saadet ya BBP’dir. Bu nedenle, eğer Bahçeli kabul ederse, Saadet ya da BBP’yi Cumhur İttifakına dahil etmek daha akılcı olacaktır.
İttifaklar siyasetine tabanından onay alan, pek fazla değişmeyen yönetiminden de bu görülen CHP’nin ittifaklar siyasetine ince ayar yapmasının zamanı gelmiştir. Bugün savunulması gereken, ittifakın “Ne olursan ol, yeter ki Erdoğan’a karşı ol” ekseninde değil, Cumhuriyetin temel değerleriyle birlikte çoğulcu demokrasi, güçler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü ekseninde ittifakın genişletilmesidir.
Kanlı mı kansız mı, kılıçla mı kılıçsız mı?
1997’nin 28 Şubat psikolojik operasyonu ardından muhafazakâr kitleyi Millî Görüşten soğutup o zaman “yenilikçiler” denilen Tayyip Erdoğan’ın AK Partisine çeken etkenlerden birisi de Necmettin Erbakan’ın iktidarı “kanlı mı, kansız mı” almak çatışmacılığı idi. Erdoğan ve arkadaşları o zaman muhafazakâr kitleye çatışmasızlık vaat ederek oy toplamışlardı.
Şimdi ortaya kılıç çıktı. Kılıç savaş sembolüdür. Tiyatroda Çehov kuralı vardır; silah sahnede görülürse oyunun sonuna dek mutlaka kullanılır. ABD’nin Soğuk Savaşta Avrupa’da kurduğu yasadışı örgütlenmenin adı Gladio’dur, kılıç demektir. Suudi Arabistan’ın bayrağında kılıç var, İran’da imamlar Cuma hutbelerine ellerinde modern kılıç olan makineli tüfekle çıkıyorlar. Kuran, silah ve bayrak İttihatçıların sembolüydü, sonuç ortada.
Önümüzdeki seçim partiler arasında değil, cepheler, ittifaklar arasında olacak. Bir tarafta iktidarı merkezî değerlerde uzlaşmayla arayanlar, diğer tarafta kılıç tehdidiyle sağlamaya çalışanlar gibi bir görüntü son derece tehlikeli.
CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun da 2019’da başarı kazanmış ittifaklar politikasını paydaşlarıyla birlikte gözden geçirmesinde yarar var, çünkü başka Cumhuriyet yok.
Bir de böylesini daha önce hiç görmediğimiz Diyanet İşleri Başkanı Erbaş’ın Osmanlı Şeyhülislamı pozları var ki, Barış Terkoğlu’nun Cumhuriyet’te Erbaş üzerine yazısının okunmasını tavsiye ederim.